🦘 Hele Bak Kim Geldi Hikayesi
Bir Küvet Hikayesi 1 Süleyman'a karısı telefon etti : — Konuşan ben, ben, Fahire. Tanımadın mı sesimden? Demek çok bağırdım birdenbire. Çığlık mı? Belki Hayır, çocuklar hasta değil. Dinle beni : İşini bırak da gel, çabuk ol ama. Telefonda anlatamam, olmaz.
1Lyen8o. Haberler > Şarkılarda Çok da Göz Önünde Olmayan 11 Şahsın Hikayesi - 1701 - 1711 Şarkıları hep onu söyleyen ve kendisine söylenen bakış açısından dinledik. Oysa o şarkıların çoğunda hiç dikkat etmediğimiz, sadece mısralarda geçen bir kelime olarak gördüğümüz, kim bilir belki daha büyük dramlar yaşayan, aşağılanan, örselenen insanlar vardı. Size çok bilinen 11 şarkı ile bu görünmeyen insanları anlatmaya çalıştım. 1. "Nikah masası" şarkısında kızın evlendiği adam Şarkının 3. kıtasındaki 3. mısrada geçen “şimdi çok zenginsin ben ayrı garip ” sözünden anladığımız üzere zengin bir adamdır. Fakir kızımızı almakta bir beis görmemiş geniş gönüllü, delikanlı birisidir. Kızın şahidinin eski sevgilisi olduğunu bilmeyecek kadar saf biridir aynı zamanda. Bu devirde zengin ve saf birini bulmak mümkün olmadığı için, zamanında Hulusi Kentmen’in oğlu tadında bir insandır. Büyük ihtimal kızın geçmişini hiç sorgulamamış, 'benden önce kaç erkekle birlikte oldun?' gibi yakışık almayan sorulara hiç girmemiştir. Zengin olmasına karşın düğün yapmayıp nikahtan evleniyor olması biraz saçmadır. Kızın ailesinin 'biz anlı şanlı düğün isteriz!' diye diretmemiş olması ise daha da saçmadır. Büyük olasılıkla zengin damadı bulduk ötesine ses etmeyelim demiş olabilirler. Yine nikaha Ümit Besen tadında fakir birisinin bile girebiliyor olması bu nikahın Gaziosmanpaşa veya Ümraniye belediyesi nikah salonunda kıyılıyor olması yüksek ihtimaldir. Sözün özü delikanlı, saf, belki biraz da cimri bir insandır. E cimri olmayacak da ne olacak, böyleleri zengin oluyor için 2. "Tamirci çırağı" şarkısındaki zalim güzel Gariban emekçi kardeşimizin istemeden gönlünü kaptırdığı, zengin, kendini beğenmiş, ukala, burnu havada bir tiptir. Elleri ak, yumuk yumuk , ojeli tırnaklarıdır. Ellerinin yumuk yumuk olması sanırım hafif kilolu olmasındandır, belki de 5 kilo fazlasını bir türlü veremediği için bu kadar sinirlidir. Ayağında uzun etek, dalga dalgadır saçları zalimin. Belli ki reklam filmi çeker gibi, elemanın aklını başından almak için saçlarını savurmuştur tamirhanede. Ama bu kıza için için sinir olmamızın esas sebebi bunlar değil, ne diyor bizim gariban işçi kardeşimiz, 'arabanın kapısını açtım, açtım girsin içeri. kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri?' Yahu terbiyesizin evladı, be kendini beğenmiş, eleman üstüne başına yepyeni elbiseler giymiş, saçını başını taramış, gelmiş insan gibi sana kapıyı açmış, kim bu serseri de ne demek oluyor? Sanırsın üstüne atladı ya da seni taciz ediyor. Hayır, o kapıyı açan hafiften zengin biri olsa gözünde ondan centilmeni, ondan kibarı olmaz, ama kapını açan işçi olunca kapıyı kim bu serseri? Hayır benim anlamadığım bu kız çekip gidince arabayla ve dahi bizim eleman egzozuna boğulunca, gözünde tomurcuk yaşlar ile ağır ağır doğruluyor. Yahu arkadaşım sen ne ara büküldün? Değer mi hiç böyle hayırsız bir kız için ağlamaya, üzülmeye, eğilmeye? Sen bunun gibi aynı zenginlikte ama bundan 100 kat daha iyi kızlar bulursun emin ol. Varsın elleri yumuk yumuk olmasın ne çıkar? Terbiyesize bak sen ya, arabasının kapısını açtı diye kim bu serseri? Yahu madem o kadar kıymetli araban var, o kadar kendini beğenmiş ve über birisin, ne demeye Ümraniye'deki bir tamirciye geliyorsun? Versene arabanı servise. Kusura bakma ama sen zengin olmuşsun fakat insan için 3. "Tamirci çırağı" şarkısındaki eyyamcı usta Şarkıyı her dinlediğimde içinde birbirinden farklı yaşamlar barındırdığının farkına varıyor, küçük insanların hayatlarını anlatan bağımsız bir film izlemiş gibi oluyorum. Bir üstte aynı şarkıdaki zalim zengin kıza değinmiştik. Bu sefer dikkatimizi usta çekti. Şarkıyı ilk dinleyen birisi için bu usta hemen Hulusi Kentmen biçiminde ete kemiğe bürünür, olmadı bir Nubar Terziyan gelir kişinin gözlerinin önüne, ama eğer siz de benim gibi bu şarkıyı binlerce kere sindire sindire dinlemişseniz aslında o ustanın bir Hulusi Kentmen değil de Yaşar Usta'nın atarlandığı patron olduğunu görürsünüz. Neden? tek bir şeye bakmak yeterli; şarkının sözleri. 3 yerde geçiyor usta ....ustam seslendı uzaktan oğlum al takımları ....ustama dedim ki bugün giymeyim tulumları ....ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları işçisin sen işçi kal giy dedi tulumları Birinde takımları istiyor ki normal her ustanın huyu bu, ikincisinde eleman ustasından bir istekte bulunuyor ama ustanın cevabını duyamıyoruz, elemanın hareketlerinden 'he' dediği sonucuna varıyoruz. Üçüncü kere nerede beliriyor usta? Gelip elemanın sırtına vuruyor 'unut' diyor romanları, 'işçisin sen işçi kal' diye de ekliyor... Peki sevgili usta, çocuk senden tulum giymemek için izin isterken, saçlarını tararken, süslenip püslenirken aklın neredeydi? Neden o zaman bu çocuğa, bu cahile 'Evladım o kız bakmaz sana, işçisin sen işçi kal' demedin? Neden engel olmadın bu çocuğa da son karede kadraja girip parsayı topluyorsun? Ben biliyorum ama sebebini, olur da şansı yaver gidip bu kızla işi pişirirse beni de görür elbet beklentisine girdin sen ustam. Bile bile ses çıkarmadın, bakalım bir şansını denesin hele diye sinsi sinsi bekledin. Baktın iş fiyaskoyla sonuçlandı hemen Hulusi Kentmen gibi çıktın ortaya. Yemezler ustam, bir kumar oynadın ve kaybettin sen. Benim gözümde elemanı reddeden o zengin zalim kızdan bile daha aşağıdasın artık, kusura bakma. İşçi kalmış, ama tulum giyme derken iyi...Şarkı için 4. "Arkadaşımın aşkısın" şarkısındaki hiçbir şeyden haberi olmayan arkadaş Ne yazık ki etrafını üç kağıtçı, sahte, kötücül insanların sardığı arkadaştır. Kankası ayrı, sevgilisi ayrı sırtından vurmaktadır. Her ne kadar şarkıda kim kime ümit veriyor, kız mı oğlanı ayartıyor, oğlan mı kıza yürüyor anlamasak da olan arkadaşa oluyor onu biliyoruz. Zira kankası bir yerde; 'Unutmam lazım çünkü sen arkadaşımın aşkısın Kaderin oyunu bu bana göstermesin seni bana Karşımda olsan da bakmam arkadaşımı aldatmam' derken, başka bir yerde; 'Ümit verme insanım ben çek bakışlarını benden Şüphe de etme sevgimden Kalbim yalnız senin değil arkadaşımın da bunu bil' demektedir. Yani o mu bakıyor, kız mı buna iş atıyor içinden çıkamıyoruz. Bildiğimiz tek şey arkadaşın bütün bu olup bitenlerden habersiz, koyun gibi hala bu kızla sevgili, bu oğlanla kanka olduğudur. Maalesef en acısı da budur. Sen sade bir ilişki ve sağlam bir arkadaşlık kurduğunu düşünürken arkandan millet şarkı yazıyor haberin yok. Allah düşmanıma vermesin. 'Dikkat et anlaşılmasın bırak kalbimi ağlasın Arkadaşımın aşkısın...' Duyulmasın dediğine göre, bir şeyler de yapmış bunlar, vah ki ne vah!Şarkı için 5. "Fırtınalar" şarkısındaki aldatılan sevgili eş Diğer şarkılara göre daha planlı, daha organize, daha işini bilir tiplerin kurbanı olan zavallıdır. Diğerlerinde sanki üçüncü kişileri de bir gözetme, arkasından iş çeviriyor da olsa onu bir hoş tutma gayreti varken, burada direkt 'bugün burada bütün yaşanan, saklı gizli devam etsin' denilerek üstüne tüy dikilmektedir. Ne bir pişmanlık, ne 'kendimizi kaybettik tekrarı olmasın' deme yok. Yapmışlar, çok memnun kalmışlar, gizlik saklı paso yapalım diyorlar. Ya madem öteki arkadaşın muamelesinden çok memnun kaldın, bu garibanı boşa ona git! Neden ikiniz de başkaları ile beraberken ısrarla gizli saklı iş pişiriyorsunuz, o elemanları da yaralayıp, örseliyorsunuz ki? Hele klipte, adamın yanından sinsice kalkıp, diğer adama koşuşu var ki, insan kendi başına gelmiş kadar üzülüyor yemin ediyorum. Zalimlik bu sizin yaptığınız, Amerikan tıraşlı arkadaş bunu hiç hak etmiyor!Şarkı ve klip için 6. "Yüksek yüksek tepelere" şarkısındaki baba Zaten ciğeri yanan, ağlayan, yıllardır el bebek büyüttüğü kızını yolcu etmenin sıkıntısıyla kavrulan ama buna karşın düşüncesiz kızının 'babamın bir atı olsa binse de gelse' diyerek iyice çaresiz bıraktığı babadır. Acısı daha yaşayamadan kızı tarafından arada bırakılmış, eli kolu bağlanmıştır. Kızı mutlu değil mi? Gidip almam mı gerekiyor? At ne, arabayla mı gitsem, vb. türlü düşünceler arasında gidip gelen, kızının acısından mı yoksa işgüzarlığından mı konuştuğunu bilemeyen babadır. Hoş kızı diğer çocukları için de 'kardeşlerim yollarımı bilse de gelse' demektedir. Kardeşleri niye yolunu bilmesin ki? Kızı Hogwarts'a mı gelin ettiniz? Kardeşleri bir daha hiç göremeyecek mi? Anlaşılan o ki burada gelin kızımızın bir hezeyanı var. Sağlıklı düşünemiyor, ağlayacağım diye kasarken, annesini, babasını, kardeşlerini de buhrana sürüklüyor. Tamam sen ağla, üzül ama canım şimdi 50 yaşında adamı niye arada bırakıyorsun?Şarkı için 7. "Selam söyle" şarkısında dolduruşa getirilen kız arkadaş Kendi işini kendisi halletmeyi beceremeyen, eski sevgilisine nispet yapmak için bile araya aracı koyan kızın harcadığı kızdır. Belli ki çok yakın arkadaşıdır ve onu kıramayacak biridir yoksa kim niye başkasının eski sevgilisine gidip 'Arama onu bir daha, yeni sevgilisiyle o çok mutlu, son pişmanlık fayda etmez' desin ki? Bu onun öfkesi, onun ilişkisi, onun sevgilisi değil ki? Hadi diyelim bütün bu dediklerini söylemeyi kabul etti, senin kadar içten, senin kadar hissederek, duygu katarak ifade edemez ki? Onun acısı, onun nispeti değil bu! Yani demem o ki, sırf eski sevgilisini kıskandıracak, onu hasetinden çatlatacak diye en yakın arkadaşını gözden çıkarma hikayesidir bu. Kendi sözlerini, kendi sevgilisine, başkasının ağzından söyletmeye çalışan birinin keder yüklü hikayesidir. Şimdi o kız gidip bu dediklerini o çocuğa söylese, sonradan bunlar barışsalar o kızın hali nice olur? Kötü olmaz mı? İlişki bozan, yuva yıkan olmaz mı? Ama bunları düşünen kim? O anca, onun burnu kaf dağında, söz söylenmez yanında diye içini döküp kızı dolduruşa getirsin. Git kendin söyle, ayıptır!Şarkı için 8. "Uykusuz her gece" şarkısında adamın gülerek öptüğü kadın Bir adamla ilişki yaşayan kendi halinde bir kadındır. Adamla sarılan, öpüşen, onunla vakit geçirmekten keyif alan biridir. Tek kusuru bütün bunları yaparken perdeleri kapatmıyor oluşudur. Ama adamın sevgilisinin eski mi yani mi şarkıdan çıkaramıyoruz kendilerini camdan izleyip, şarkılar söyleyeceğini hesap etmemesi normaldir, zira hangimizin aklına gelir ki röntgenciliğin böylesi? Ne diyor cam röntgencisi? Tam ona sarılırken Gördüm pencereden Gülünecek ne vardı Gülüyordun ya öperken Bu gece seninle olalım canım derken sildim seni o anda kalbimden... Ne yapmış adam? Sarılmış, öpmüş, gülmüş, bu geceyi birlikte geçirelim demiş. Eğer adam seni aldatıyorsa, o an müdahale et ki o kadının da canını yakmasın, onu da kandırıp bir kenara atmasın, yok eğer adam eski sevgilinse ruh hastası mısın ki adamı eve kadar takip edip camdan rontluyorsun? Sıkıntın ne senin? Zaten şarkıda bir yerde 'bu soğuk kahvede' diyorsun, ardından 'masada boş bardaklar, kirlenmiş tabaklar' diyorsun. Kahve mi lokanta mı önce ona bir karar ver, ardından milleti dikizle, terbiyesizlik için 9. "İçin için yanıyor" şarkısındaki şizofren Gönlüne mi sesleniyor, karşısında biri var ona mı dert yanıyor belli olmayan biridir. açık yeşildi gözü, güneş gibiydi yüzü, o çok güzeldi ama yalancının biriydi. ah, unut onu gönlüm unut onu sen de derken gönlüne seslendiğini düşünüyoruz. Onu unutamadığı için, kendisine kızdığı hükmüne varıyoruz. Ancak biraz sonra; onu niçin arıyor, arıyor bu gönlüm? o bir vefasızdı, o bir hayırsızdı, neden gönül arıyor? neden gönül yanıyor? Diyerek gönlünden üçüncü şahıs gibi bahsedince fark ediyoruz ki bu kişi aslında kendisiyle konuşmuyor, karşısında biri var ona bir şeyler söylüyor. Sonra parçaları birleştirince aslında bu kişinin çoklu kişilik bölünmesinden muzdarip, tek başına bir kişi olduğunu algılıyoruz. Hem zaten vefasızın, hayırsızın önde gideni birisi için neden bu kadar yanıp yakılıyorsun ki ablacım, boş ver. Sen sağlığına dikkat et için 10. "Sen de mi Leyla" şarkısındaki Leyla Ne yaptığını, neler ettiğini şarkıdan çıkarmamıza imkan olmayan Leyla'dır. Karşısındakinin yüzüne bakacak yüzü kalmayacak, aklını fikrini yalan bürüyecek, sonunda darbeyi indirecek kadar ne yapmış olabilir Leyla? İlk bakışta insanın aklına sevgilisini aldatmış olabileceği ihtimali geliyor. Onu arkasından vurmuş, hançerlemiştir, kim bilir belki de 'Fırtınalar' şarkısında 'bu halimiz gizli saklı sürüp gitsin' diyen kız Leyla'dır. Ama şarkının devamında Leyla'nın haksızlık edene isyan ettiğini, insanlık bu değil, bu değil diye ünlediğini öğreniyoruz. Şimdi aldatma ile bu sözleri bir araya getirmek pek mümkün olmuyor, zira Leyla burada greve giden sendika başkanı gibi konuşmuş. İnsanlık bu değil derken, mesele aldatmadan çıkıyor, sendikal mücadele çerçevesine giriyor. Netice olarak Leyla birisinin kalbini çok kırmış, ama bunu nasıl yapmış bilemiyoruz. Adamı aldatmış mı, yoksa çalıştırıp yevmiyesini mi tam vermemiş bu şarkıdan çıkarmamız güç. Belki de Leyla aslında çok iyi biri de şarkıyı yazan onu elde edemediği için ona kara çalıyor? Şarkının Leyla'nın ağzından versiyonu yapılana kadar susmak en iyisi sanırım. Şarkı için 11. "İntizar" şarkısında geleceğe dönük edilen bedduanın muhatabı kişi Geleceğe yönelik edilen bedduanın muhatabıdır. Hiçbir şeyden haberi yokken bir kıza gönül vermiş, ancak peşinen edilen beddua sonucunda bundan zarar görmüş kişidir. Sevdiğine 'dilerim tanrı'dan ki sana açık kucaklar, bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun' diyebilecek tıynette bir insanın, duasının ya da bedduasının tutacağına biz imkan ihtimal vermiyoruz ama olur olur, tutacağı vardır gelir bu garibanı bulur. Daha sevdiğini kucaklayamadan kara topraklara düşer. Kötü söz sahibinindir, umarız ki bu beddua dönüp dolaşıp, kızı annesi bile okşasa aklı çıkan bu deyyusu bulur. Anne lan bu anne! Şarkı için Bonus "Unutamadım" şarkısında unutulamayan kadın Kendi unutamayışını başkalarından da bekleyen, kendi yıkılmışlığını başkalarının da başına geldiğini zanneden birisinin eski sevdiğidir. Bak ne diyor; unutmak kolay demiştin, alışırsın demiştin öyleyse sen unut beni yeter ki benden isteme Yahu ne biliyorsun seni unutmadığını? Her gün çaldırıp kapatıyor mu? Mesaj mı atıyor? Whatsapp'tan mı yazıyor? Nereden biliyorsun seni unutamadığını? Sana da unutursun dediğine göre belli ki o seni unutmuş, bunu kafaya takan sensin? Hem zaten, yıllar ikimizden de çok şey götürmüş sen yeni yuva yaparken, beni paramparça bölmüş Diyen de sen değil misin? Kadın yuva kurmuş, sen hala yıllar ikimizden de çok şeyler götürmüş diyorsun. Yahu paramparça olan sensin, kadın yuva kurmuş, yıllar ona bir şeyler kazandırmış, perişan olan sensin farkına varsana?Şarkı için
Gerçekten de vizyonuyla, derinliğiyle, bilgisiyle, duruşuyla çok önemli insanlarla konuştuğumuzda ortak konumuz “Ereğli neden suskun” oluyor. Konuşuyoruz sebeplerini! Onunla konuştum, Bununla konuştum, Şununla da konuştum. Eeee! Dediler ki, “hele bir bekle” diye. Hayda! Kim neyi niye bekliyor ki? Ereğli’nin nerede ise pamuğunu tıkayacaklar ve halen daha “bekle” de ne demek? Bu kent tarihtir. Bu kent0 Galile’den 2 bin sene önce dünyanın kendi ve güneşin ekseni etrafında döndüğünü ortaya atan Herakliedes doğup yaşamıştır. Cehennemağzı mağaralırı ve Herkül efsanesinin şehridir Ereğli. Pandomim sanatçısı Krispos’un öldüğü vatandır. Herakia Pontikadır. Uzun Mehmet’tir. Alemdar vapuru destanının yazıldığı kenttir. Kurtuluş Savaşı’nda Fransızları esir alıp Ankara hükümetinin tanınmasını sağlamıştır. Erdemir ve diğer sanayi kuruluşlarıdır. Tersaneler bölgesidir. Fındıktır. Çilektir. Üretim merkezidir. Karadeniz Bölge Komutanlığıdır. Balıkçılıktır. Kalifiye eleman ordusudur. Ticarettir. İşte böyle bir şehir olmasına rağmen, gariplerin ülkesinde bir köydür. Çünkü… Çünkü… Çünkü… Ne yazık ki, her açıdan yönetimi elinde bulunduranların ilgilenmediği ve gününü gün etme veya ileriye dönük beklentilerin hesabının yapıldığı köyün köyüdür. Düşünebiliyor musunuz, bağlı bulunduğu ilinin en büyük ilçesi olmasına rağmen milletvekili yoktur. İlindeki kaynaklar “takozlar vadisinden” geçirilmemektedir. Sahilleri ilgisiz, yolları yol değildir. Böyle bir köylük yerde de, kimin umurundadır ki insanların can ve mal kayıplarına uğradığı çevre yolunun gündeme getirilmesi. Aman enerjimi kendim için kullanayım. Aman ben ben ben! Aman aman bana ne toplumdan diye diye Ereğli’nin boğazına kaçan kılçık, orada yara olmuş ve kanamaktadır. Yara kangrendir. Yara canı canından etmektedir. Böyle bir durumda ise, kişi hak ve özgürlüklerine ve de özel yaşama olan saygımızı koruyarak bağırıyoruz. Bağırmaya devam. Hey yönetenler! Hey siz! Ne zaman Ereğli’yi göreceksiniz ve de görmüyorum, koruşmuyorum, bilmiyorum demekten vazgeçerek, yıkıklar şehrinde doğru adımlar atmaya düşünüyorsunuz? Bekle… Bekle… Bekle de, nereye kadar? * İLGİLİ LİNK
Pembe’nin Hikayesi Mustafa Acar Pembe’nin Hikayesi Küçük Bir Namus’un Büyük Öyküsü Oyun Yazan Mustafa Acar musar63 Urfa’da yaşanmış trajik bir olay, kurgusal/mizahi öğeler katılarak sahne için yazılmıştır. İzinsiz iktibas edilemez. Kişiler Pembe Güler / Pembe’nin Annesi Gülsün Gülsen Pembe’nin Babası/1. Adam Damat /Mehmet Gülten Damadın Babası/3. Adam Damadın Annesi /Gülistan 2. Adam 6. Adam Yaşlı Adam 1. Yardımcı 2. Yardımcı 1. Doktor Erkek Doktorun Arkadaşı 2. Doktor Bayan 1. Entel 2. Entel 2 Çocuk Murtaza hoca Rüküş kadın Genç kız Genç erkek 2 Hemşire 1 Hasta Üç erkek Dekor Sahne üçe bölünmüştür 1. Kısım 1. Adamın evi. 2. Kısım Sokak. 3. Kısım 3. Adamın evi. Her iki ev de basittir. Yer minderi, duvar halısı ve sedirden oluşur. Sokak, fonda kalır. Sokağın önüne bir masa, beş iskemle ve iki nargile kurularak kahvehane oluşturulur. Sahne 1 Müzik. Pembe, loş bir ışık altında, bir sandalye üzerinde, başı önünde oturmuştur. Müzik alçaldığında ağır ağır konuşur. Namuslarını kirletmişim onüç yaşında! Öyle söylediler. Kocamı sevmiyormuşum! Gözüm dışarda, aklım başkasındaymış çünkü Oysa koca nedir bilmedim ben Gözüm de aklım gibi hep yerindeydi bildiğim... Sevmekse kusurum, evet... Çünkü ben sevmeyi yalnız annemde bildim Elleri yumuşak, kolları sıcaktı çünkü Gökyüzüne uzanırdım gözlerinde her gece Çocuk gülüşlüydü yıldızlar bütün Masallar toplardım sessizce aralarından Ve renk renk çiçekler açardı bahçemde Düşlerim habersizdi siyahtan, karanlıktan. Üç gün üç gece bir şey vermediler bana onüç yaşımda Aç kaldım Uyumadım da! Üç günün sonunda beni alıp ya bir tarlaya götüreceklermiş -Öyle söylediler- ya da... Biten şeyler gördüm hayatımın başında Biten şeyler... ardarda ve kötü... Ve herşey bitti, anladım, Uçurtmalarda güneş. Annemin dizlerinde pembe bir gül yaprağıydım Masallarla savruldum. Müzik yükselir. Işık kararır. Sahne 2 Müzik. Kahvehane. Beş arkadaş 1. Adam, 2. Adam, 3. Adam, 4. Adam ve 5. Adam oturmuş nargile içmektedirler. Bir süre sohbet. Müzik indiğinde. 2. Adam Yapma yav, demek dörde kadar yolu varmış hı? 3. Adam Tabii canım; Aziz bey söylediydi geçende! 4. Adam Şu, Uyumaya Devam Partisi’ başkanı değil mi? 3. Adam Evet! Adam hep hakikati konuşuyo! Bi dinle, gözlerinden yaşlar boşanıyo namussuzum! 2. Adam E, biz niye bir’de karargah kurduk peki? Valla bilsem... 4. Adam Niye biliyon mu; şu bir kısım medya var ya, insanın aklını çeliyo! Kavram kargaşası yaratıyo! 1. Adam Yok kadınlar da insanmış da, kadın erkek eşitmiş de... 5. Adam Dört karı almak demıkrasiye aykırıymış da... 3. Adam Cart da curt da... Hep bu medya uyduruyo bunları işte! 4. Adam Öyle bi beyin yıkıyolar ki, şöyle biraz kulak versek, töre, namus, töbe elden gidecek! 3. Adam Ma’nen zayıf insanlar olacağız maazallah! Erkeklik neyin de kuş olup uçacak. 4. Adam Karılar da elden gidecek! Bunlar, karıların, kızların da kafalarını karıştırıyorlar çünkü! 5. Adam Doğru valla! Siz siz olun, bu zamanda karılarınıza mukayyet olun! Karısına kızına mukayyet olmayana kulak asma! 1. Adam Yav ağa, öyle diyon emme bu zamanda o dediğin zor oluyor! 4. Adam Zor mor; lakin olacak! Niye dersen, bu karı milletinin birazcık gözü açıldı mı, işimiz temelli sakata biner. 2. Adam Ne yapmak lazım mesela? 4. Adam Mesela evde televizyon mu seyredilecek, tamam, açarsın TRT 4’ü izlesinler sabaha kadar. Eve gazete mi alınacak, en iyisi Resmi Gazete... Ben öyle yapıyom! Neme lazım, zaten kuş kadar beyinleri var, onu da bu bir kısım medya yer, ayıkla ondan sonra pirincin taşını! 2. Adam Valla doğru söylüyon! Yav ben bileydim, şimdiye dörtlemez miydim be! Ah kafa ah! Altı senelik evliyim, hala elde var bir karı! Olacak şey mi bu! 3. Adam Hepimiz aynı durumdayız ağa! Allah bu bir kısım medyanın belasını versin! 2. Adam Amin, amin! 3. Adam Ağız birliği etmişler, töremizi, maneviyatımızı unutturacaklar bize! 1. Adam Demek arada karıyı dere boyuna falan göndermesek, temelli yerde kalacağız! 5. Adam Ne diyon be, erkek olduğumuzu unutacağız nerdeyse! 2. Adam Dere boyu dedin de bak aklıma ne geldi Geçen, yine karıyı gönderdim... 4. Adam İtiraz etmedi değil mi? 2. Adam O nasıl laf öyle ağa! Erkeklik daha ölmedi! İtiraz ederse başına geleceği iyi bilir; indirirsin suratına bir osmanlı tokadı; nakış nakış, öööyle gider! 4. Adam Nereye? 2. Adam Ya dereye, ya anasının evine! 3. Adam Bitti. 2. Adam Neyse, mevzuya gelelim; karıyı dereye gönderdim, ev boş; 3. Adam Eeee? 2. Adam Çağırdım benim yavukluyu... 5. Adam Namussuzum de! 2. Adam Namussuzum yav! Yalnız aramızda kalacak bak! Hepsi Ayıb ediyon! 2. Adam Erkek sözü mü? Hepsü Erkek sözü! 4. Adam Anlat hele... 2. Adam Çağırdım benim yavukluyu....bu önce bir iki nazlandı biliyon mu... Müzik. Sahne 3 1. Ev. 1. Adam/Baba girer. Baba Güleeeer! Nerdesin lan? Güler girer. Havalı bir edası vardır. Karnı şişkindir. Eliyle karnını ovalar. Güler Nerdeydim biliyon mu! Baba Yemeği hazırladın mı, yemeği? Güler Bu sefer hazırlamadım! Baba Neee? Hazırlamadın mı? Güler E, nerdeydin diye sorsana! Elbet bi bildiğimiz var ki... Baba Nerdeydin lan, Vurmaya başlar nerdeydin hı? Kaç saattir çıkmışsın evden? Kadın konuşacak olur Ebeye gittim, ebeye’ Bi de konuşuyon lan, bi de konuşuyon ha! Bu adam ne yiyip içecek dedin mi, hı! Bu evin karısı kim lan? Ben miyim, he? Ben miyim? Koş yemek hazırla, gel! Güler koşar Koş! Beyinsiz karı! Beyin olsa zaten kadın olmayacaktın! Müzik. Sahne 4 1. Ev. Gülsen’le Gülsün girer. Güler çamaşır yıkamaktadır. Gülsen Huuu, Güler! Kolay gelsin! Güler Hoş geldiniz komşular! Oturun şöyle! Gülsün N’oldu, söyleyince sevindi mi? Güler susar. Gülsen Hıı? Güler Söylemedim! Gülsen E, kusura bakma sende de iş yokmuş hani! İnsan hamile olur da kocasına söylemez mi! Gülsün O kadar da antreman yaptıydık. Güler Yaptıydık! Gülsen E niye söylemedin o zaman? Güler Söyletmedi ki! Gülsün Ne yaptı? Güler Vurdu! Gülsen DururNeyse, bi dahaki sefere artık! Güler Bi dahaki sefere inşallah! Gülsün Bu sefer ne yap et söyle ama! Güler Tamam! Çıkarlar. Müzik Sahne 5 1. Ev. Güler girer. Ev işleriyle uğraşır. 1. Adam Türkü söyleyerek girer. Ne yapıyon lan sen? Kadın konuşacak olur Sus sus, koş bi aspirin kap gel. Koş! Bak hala duruyo! Kadın koşar getirir. Adam hapı ağzına atar. Su? Kadın koşar Ülen beyinsiz karı, akıl dağılanda sen tirene mi bakıyodun, öküz! Su, su! Bak hala gelmedi. Boğuluyom len! Çabuuuk! Getirir. Suyu Eliyle sırtıma vur’, işareti yapar. Kadın vurur Höst lan, kemiklerimi göçürdün be! Çön şuraya, çön! Kadın zorlukla oturur Rahatına da pek düşkünsün bakıyom! Oooh, yayıl şöyle yayıl! Nasılsa ekmek elden su gölden! Kalk ulan! Bana gıcık mü veriyon öyle! Ben sabahtan akşama iş-güç anam ağlasın, karıya hele!Bür süre. Otur, otur, neyse acıdım. Kadın oturur. Kalk! Durur. Bu arada kadın kalkar ma, yavrum kalkma! Lafın sonunu niye beklemiyon! Otur şimdi!Oturur. Kısa bir süre türkü. Bu kadar istirahat yetişir, kalk! Anne Kalkarken Ay, ay, ay! Baba Konuşma! Konuşma! Yemeği hazırladın mı? Anne Hazır! Getireyim mi? Baba Yok, hazır olmasa isterdim! Şimdilik dursun!Düşünür Peki, yarınki gostümüm? Anne Yıkadım, ütüledim! Baba İyi! Anne Her bi şeyi hazırladım! Edayla Ben sana bir şey söyleyecektim! Hiç sormuyon ama! Baba Söyleme! Kafamın ağrısı yeni geçti zaten! Saate bakar. Kendi kendine Aboo! Saat gelmiş, geçiyo! Niye söylemiyon lan, dangalak! Anne Söyliycem ama bırakmıyon ki! Edayla Ben hamile... Baba Saati diyom salak, saati! Hele sen git bak bakayım... Anne Nereye? Baba Düşünür Dere boyu kavaklar açmış mı yeşil yapraklar? Anne Açmamış! Daha dün baktım, açmamıştı! Baba O dündü benim akılsız yavrum. Sen şimdi git bak! Gitmediğini görünce bağırır Koş lan! Çabuk! Müzik. Kadın koşar. Adam telefon açar. Müzik indiğinde Baba Alacağım seni diyom kız! Kraliçeler gibi yaşatacam valla! Bi elin yağda bi elin sende olacak! Nasıl? Bal sensin ya! Esprük yapıyom esprük! İnanmıyon mu, namussuzum diyom bak! Alacağım seni ya! Namus ya! Hele sen bi gel! Dere boyuna gönderdim... Gönderdim canım meraklanma! Tamam, bekliyom, çabuk! Haaa; bana bak; geçen gün giydiğin pembe şalvarı giy gene! Pek yakışıyo sana kız! Hadi hadi, nazlanma, bekliyom. Tamam! Telefonu kapatır. Türkü Dere boyu kavaklar... Telaşla kokular sürünür. Işık kararır. Müzik. İndiğinde, fonda ses. Fondaki ses 2. Adam Nuri ağa, Nuri ağa! Sahne aydınlanır. Baba Bekle yav bekle! Hüseyin sen misin ! Baba kapıya yönelir. 2. Adam Benim Nuri ağa, benim! 2. Adam girer. 2. Adam Sana müjde getirdim! Baba Merak ettim yahu, n’oldu, hayırdır? 2. Adam Müjdemi isterim Nuri ağa, senin karı derenin orda doğurmuş! Baba Deme lan! Hamile miydi ki! Benim niye haberim yok! Ula benden habersiz nasıl hamile kalır! Tabancasını çıkarır Yaktım ulan seni karı! 2. Adam Sen muştuluğumu ver de, karıyı sonra öldürürsün Nuri ağa! Baba Al, al! Durur Oğlan, değil mi? 2. Adam cevap vermez Baba De hele? 2. Adam Kız! Baba Verdiği parayı kapar E, ne bok yemeye müjdelik istiyorsun o zaman puşt, çekil şöyle vurmiyim seni! Çıkarken Bittin sen karı, bittin! Öldün ulan! Müzik. Sahne 6 Müzik. Aynı ev. Güler anne, beşik sallamaktadır. Kafası ve bir kolu sargılar içindedir. Adam, avucunda tuttuğu silahı dizinin üstünde tutmaktadır. Kadını tehdit eder gibi konuşur. Müzik indiğinde kadın bir şeyler söyleyecek olur. Baba Sus, hiç konuşma! Yaşadığına şükredeceksin bundan sonra, yaşadığına! Ulan madem hamilesin benden niye saklıyon! Anne Ezik Konuşturmuyorsun ki! Söyleyecektim yoksa! Baba Sus! İblis! Canın istediğinde konuşuyon ama? Hadi bana söylemedin, bari oğlan doğur! Bu yaştan sonra beni aleme rezil mi edecen! Ne diyecem şimdi soranlara! Benim kızım oldu ağalar, haberiniz olsun! Anneye tükürür Şerefimi iki paralık ettin! Millet demeyecek mi, valla biz bildik bileli, erkek adamın erkek oğlu olur. E, senin kızın olduğuna göre... Katil edecen sen beni, katil! Hayır bundan sonra, işim yok, namus bekçiliği yapacağım size! Karı bi yandan kızı bi yandan! Artık, işimi gücümü bırakayım, kızın erkeklerle konuşuyor mu, radyoyla canlı telefon bağlantısı kuruyor mu, diye bakayım! Öyle mi? Anne Ne lüzum var canım! Sen kendini yorma! Baba Yorma? Salak karı, namus diyorum namus! Boru mu! Ama sende bunu kavrayacak akıl nerde! Bir süre Okula falan da gitmeyecek! Giderse önünü alamayız gayrı! Namus-mamus hak getire o zaman! Anne Ama cahil kalır yavrucak! Baba Kadın, okula gitse de cahildir zaten! Kadın kafası devlet sektörü gibidir; katiyyen işlemez. Kendinden pay biç; sende hiç, koskoca ortaokul mezunu kafası var mı! Yok! Hem zaten töremiz de kadın okutulur demez! Okul mokul yok! Okula gitse, bakarsın yarın evden kaçar! O zaman ne yapacaksın! Durur Ayrıcana, televizyon da seyretmeyecek! Anne Hiç mi? Baba Hiç! Durur Yalnız TRT 4. Bir de Yaşar Nuri Öztürk’ün programlarını izleyebilir. Anne Fazla sıkmasan diyorum! Azıcık... Baba Sözünü keser He ya, serbest bırakayım da evden kaçıp ya gonsomatris, ya da feminist olsun, öyle mi? Anne Tü tü tü! Kulağını çeker, tahtaya vurur Allah korusun! Bir süre Feminist ne? Baba Gonsomatristi biliyon mu ki? Anne Yoo! Baba E, onu niye sormuyon madem? Salak karı! Bir süre İşte feminist de onun gibi bir şey! Namusun uğramadığı ailelerden çıkmış karı demek ikisi de! Böyle ailelerde baba kızına elini kaldırmaz. Durur Halbuki ne demiş atalar; kızını dövmeyen dizini döver. Sen işime karışmayacan! Hele bir karış, bak o zaman ne yapıyom! İkinizi de öldürürüm andolsun! Hiç olmazsa, namusumu temizledim diye itibarım artar memlekette! Bir süre. Namus bu, dile kolay! iki göz her vakit üstünde olmalı ki, alnımıza kara çalmasın! Anne Adını koyacan mı kızın? Baba Kalkar Adı batsın! Sen koy! Anne Süt lazımdı çocuğa... Baba Zehir içsin! Çıkar. Anne Arkasından Sen zehir iç hayvan herif! Bi gün gizlice tabağına fare zehiri koyayım da gör gününü! Sen dur! Ayı! Beşiğe döner, bebeği sever. Kızım, nartanem, güzelim, a gu gu! Gülsün, Gülsen girer Gülsün Telaşlı Ne dedi kız, ne dedi; sevindi mi bari? Güler Kızdı! Gülsen Kızar tabii, kabahat sende! İnsan hamile olur da kocasına söylemez mi! Adını koydu mu adını? Güler Adı batsın dedi! Gülsen Batsın? Bu pek güzel isim değil be! Gülsün O zaman biz koyalım. Dur bakiym... Gülsen Gülnaz koyalım. Ama yok yok! Bizlerin adı hep gül’le başlıyo ama, hiç de güldüğümüz yok! Bu isimler tersine çıkıyo galiba! En iyisi... Gülsün Dur kız, Pembe olsun adı, Pembe! Gülsen Ay çok güzel! Ama neden pembe? Gülsün Neden biliyon mu; pembe pancurlu evi olsun diye! Güler Ayy! Filmlerdeki gibi. Gülsün Yaşantısı, talihi, hayalleri pembe olsun diye! Gülsen Pek iromantik konuştun kız! Hatta giysisi bilem her daim pembe olsun! Ben pembeyi çok seviyom! Mahzun Ama kocam bana giydirmiyo! Güler Niye ki? Gülsen Pembe giyersem gonsomatris neyin olurum diye! Gülsün Tamam; Pembe olsun Pembe! Adı gibi her şeyi pembe olur inşallah! Gülsen Her bi şeyi pembe! Ne güzel! Güler Tamam. Her bi şeyi pembe olsun! İç çeker inşallah öyle olur! Hepsi inşallah! Müzik. Sohbet sürer. Işık kararır. Sahne 7 Solda, bir meclis. Bir adam Murtaza hoca konuşmaktadır. Sağda, 1. Adamla 4. Adam yolda karşılaşırlar. 4. Adam Nuri ağa, haberin var mı? 1. Adam Neden? 4. Adam Murtaza hoca gelmiş! 1. Adam Yapma yav, hadi gidelim öyleyse! Topluluğa yaklaşırlar. Murtaza konuşmaktadır. Murtaza Muhterem ve de aziz dinleyenlerim; bu müşrik taifesi, ellerinden gelse, kanımızı emecekler! Allah belalarını versin bunların! Bütün mukaddesatımızı çiğnediler, maneviyatımızı alt-üst ettiler! Siz siz olun, bu hainlerin oyununa gelmeyin! Ha, diyeceksiniz ki, peki ne yapalım? Gayet basit Bunlar evvela ilkin, kadınlarımıza el atarlar yuuuh’ sesleri. Yok yahu, öyle el atmak değil; yani baştan çıkarırlar. Ne yaparlar; mesela, çağdaşlıktır deyü sokakta, orda burda, tıpkı erkekler gibi gezip tozmalarında bir mahzur görmezler! E, bir kadın, kadın başına sokakta, orda burda sürterse, n’olur? Erkeklerle arkadaş olur! Erkekle arkadaş olan bir kız ne yapar? Ne yapacak, ateşle barut yanyana gelir mi? Peki, bu kızcağızın babası n’olacak? N’olacak, alenen boynuzlu olacak tabii! E, deniliyor ki, efendim onlar da insan!’ Yahu tamam, insan, buna itiraz eden var mı; amma, insan gibi evinde otursun; değil mi ama? Yani ne işi var, sinemada, tiyatroda, orda burda? Siz siz olun, yılanın başını küçükten ezin! Büyüdükten sonra başa çıkmanız zorlaşabilir! Demek ki, bize düşen vazife, kadınlarımıza, kızlarımıza mukayyet olmaktır! İçeri çağdaş kıyafetli bir genç kız ve bir erkek girer. Kulaklarında walkman, oldukça hareketlidirler. Kız, Murtaza hocaya yanaşır Kız Babacığım, arkadaşımla sinemaya gideceğiz; bana biraz para versene! Murtaza Kızım, daha dün verdim ya; ne bu, her gün her gün! Kız Ama babişko, dün Tayfunla diskoda harcadık parayı! Murtaza Tayfun kim lan? Kız Diğer arkadaşım! Murtaza Para çıkarır. İyi iyi, al! Görüyorsun, işim var, rahatsız etme beni! Kız Baaay! Çıkarlar. Murtaza Topluluğa Demek ki, yapmamız gereken şey, özellikle kızlarımızı, ehl-i namus olarak yetiştirmektir! Peki ya karılarımız? Onlar da aynı terbiye dairesinde olmak lazım gelir! Zira, kadın demek erkeğin namusu demektir? Onun için, evvela tesettürlü giyinecekler! Hiçbir tarafı görünmeyecek! Ayıptır çünkü! Ayriyeten kadın kadınlığını bilecek; öyle erkekten hesap soran, onun gibi heryere girip çıkan bir kadından hayır gelir mi? Gelmez! İçeri bir kadın girer. Oldukça rüküş giyinmiştir. Murtazaya yönelir Erkek, her zaman için kadından üstün ve de onun amiridir! Bitti! Rüküş Kadın Kocacığım, kuaföre gidecektim, birazcık para verir misin? Murtaza Yavrucuğum, daha dün gitmiştin? Hem görüyorsun sohbet toplantısındayız... Rüküş Kadın Aaaa! Sinirlendirme insanı ayol, şunun şurasında bi kuaför parası istiyoruz, bi de hesap mı verelim! Murtaza Tamam gülüm, tamam! Al! Kadın çıkar. Murtaza topluluğa Demek ki, kadınlarımıza, kızlarımıza sahip olacağız! Onların, asi ve özgür olmaları demek, namusun berhava olması demektir! Bu da, gitgide maneviyatımızı zayıflatır muhterem dinleyenlerim! Önümüzdeki ay, mutad sohbetlerimize devam edeceğiz! Görüşmek üzere, karılarınıza, kızlarınıza mukayyet olmanız temennisiyle, hoşçakalın! Dağılırlar. 2. Adam Ağzından bal damlıyor yahu; ne güzel konuşuyor, değil mi? 3. Adam E, okumuş, yazmış adam canım; neyin ne olduğunu biliyor tabii! 4. Adam Yalnız bir şey dikkatimi çekti yav; siz de dikkat ettiniz mi? 2. Adam Ne çekti dikkatini? 4. Adam Sanki, sağ gözünün beyazı biraz kızarmış gibiydi! Hayırdır, bir hastalığı mı var acaba üstadın? 1. Adam Doğru yahu, ben de ona dikkat ettim! Biraz da sesi değişmiş gibi! 2. Adam Belki buzdolabından soğuk su içmiştir! Allah şifa versin! Hepsi Amin amin! 3. Adam Velhasıl pek nurlu bir adam canım! 3. Adam İş ki, söylediklerini anlayabilelim! 4. Adam Anlamak kim, biz kim; nerdeee! 1. Adam Biz, böyle insanların tırnağı olamayız! Hepsi Doğru! Çıkarlar. Sahne 8 Sokak. Pembe, oyun oynamaktadır. Bir süre oyun. Baba girer. Baba Sert Pembe! Gir ulan içeri. Kaltak! Ne bu böyle gonsomatrisler gibi giyinmişsin! Pembe pembe! Hı? Katil mi edecen beni! Bir daha giy bak kafanı ezeceğim senin! Güleeeer! Müzik. Sahne 9 1. Ev. Pembe’nin annesi oturmuş örgü örmektedir. Anneİçeriye seslenir Pembeee! Tek başına ne yapıyorsun oralarda! Pembe Girer Deli bir rüzgar çıkmış anne! Çok korktum! Annesinin dizine başını koyar. AnneYine pencerelerdeydin değil mi; ay dedeyle neler konuştunuz bakayım? Pembe Bu gece konuşamadık! Bulutlar vardı aramızda! Durur Anne, ben bulutlardan çok korkuyorum! Anne Canım, bulutlar ne yapabilir ki, sana! Pembe Durur Babamdan da korkuyom ben! Anne Neden? PembeBizi karanlıkta dereye gönderiyo ya! Bir süreÜstelik her zaman dövüyo! Anne Babalar hem sever hem döver kızım! Pembe Ama ben sevdiğini hiç görmedim? Anne Durur Senin baban sevdiğini göstermez! Pembe Neden? Anne Şımarmayasın diye! Pembe Ama şımarmak güzel! Anne Çocuklar için evet! Pembe Ben çocuk değil miyim? Anne Sen büyüdün artık kızım. Pembe Ben ne zaman çocuktum! Anne İşte... Eskiden! Pembe Ama sen bana hep aynı şeyi söylüyorsun! Anne Üfff! Neyse; bu konuyu kapatalım. Benim kızım, yakında genç kız olacak! Şöyle endamlı, kibar, akıllı! Pembe Ben büyümek istemiyom ama! Anne Nedenmiş o! Pembe Büyüyünce bana masal anlatmazsın! Anne Bak artık! Anlatırım anlatırım. Pembe Söz mü? Anne Söz! Pembe Şimdi de anlatır mısın! Anne Fettan seniii! Tabii anlatırım. Hangisini istiyorsun? PembeDur bakayım... Pamuk Prenses’i... Anne Peki! Pamuk Prenses bir gün, ormanda dolaşırken, karşısına bir ayı çıkmış.... Homurtulu seslerle baba girer. Anne Bak kızım, baban geldi! Baba, anlaşılmaz homurtulu seslerle defolun lan’ der ve saldırır. Müzik. Sahne 10 2. Ev. 3. adam girer. Yeni uyanmış, yüzünü yıkamıştır. Baba Ulan Gülistan! Bak Gülistan diyom hiç duyuyor mu? Karııı! Anne İçerden seslenir. Geldim, geldim! Baba Havlu getir havlu! Kadın koşarak girer, bir eli hamurludur, havluyu diger eliyle uzatır. Baba Bir işi de ben söylemeden yap be, ölür müsün mendebur! Yüzünü siler Baba Kahvaltımı hazırladın mı? Anne Hazır. Baba Şu surata hele! İnsanda iştah varsa da kaçıyor! Getir! Kadın içeri seğirtir Baba Getirme getirme! İstemez! Dün niye erken döndün dereden; öyle vakitli vakitsiz? Anne Ama akşam olduydu! Baba Olsun. Gerekse ben haber salardım. Bi dahakisinde kavaklar yeşerene kadar bekleyecen oralarda! Bi koşu gidip gelmeyecen öyle! Tamam mı? Anne Tamam! Baba Oğlum uyandı mı? Anne Uyandı. Baba Çağır gelsin! Anne İçeriye seslenir. Mehmeeeet! Gel oğlum! Baba Kendi kendine Dün gece güzel bir rüya gördüm. Anne Sevinçle Ben de gördüm! Baba Sen ne gördün? Ama söyleme söyleme! Senin rüyan da sana benzer. Uğurumuz kaçar.Dalar Ben rüyamda oğlumu evlendiriyomuşum. Ona anlı şanlı bir düğün yapıyom. Nikah şahidi de Demürel oluyomuş. Kadına Dost seviniyo sen çatlıyosun! Anne Ben düşman mıyım ki! Oğlan girer. Baba Gel oğlum, gel! Mehmet sonradan damat Emret buba! Baba Seninle iki erkek, başbaşa konuşacağız! Anneyi gösterir Sen bunu adamdan sayma! Çocuk etrafına bakınır. Ne bakınıyon len! Mehmet Öbür erkek nerde buba! Baba Sensin ya salak! Kendi kendine La havle vela! Çocuğa Dinle şimdi, seni evermeye karar verdim. Mehmet Hı? BabaEvermeye diyom lan, seni evlendirecem yani! Mehmet Nasıl yani? Anne Çocuk ne bilir evlenmeyi bey, ona... Baba Sen sus! Mehmet’e Dinle şimdi, sana evliliği anlatayım Müzik. Adam jest ve mimiklerle evliliği anlatır. Kadın utanır. Çocuk, şaşkın izler. Müzik indiğinde Nasıl, evlenmek güzel bi şeymiş değil mi! Mehmet ağlamaklı, anneye sarılır. Mehmet Anneee! Baba Kolundan çekip oturtur. Gel lan buraya! Kadına Çocuğu kendine benzettin sonunda! Çocuğa dönerSus lan, sen de ağlama! Ağlama diyom bak! Sen erkek oldun artık oğlum. Askerliğine şunun şurasında az bişey kaldı... Anne Yedi yıl! Baba Askerde de böyle ağlarsan, olur mu! Demem o ki, artık büyüdün! Şöyle bü mürüvvetini görem diyom! Çocuk kalkıp pantolonunun fermuarını sıyırır. Baba Ne yapıyon lan! Mehmet Mürüvvetini dedin ya buba! Baba Salak, mürüvvetini diyom, mürüvvetini! Çek şunu! Kendi kendine La havle vela... Çocuğa Babalar oğullarının mürüvvetini ne zaman görür? Mehmet Çüş yaparken mi? Baba Değil oğlum, değil! Demin ben ne anlattım sana! Şimdi de bana, hangi kızı istiyon hıyarto! Mehmet Sen bilin buba! Anne Ben diyom ki... Baba Anneye Sen sus; erkek işine karışma! Oğluna döner Ne demek sen bilin lan, evlenecek olan ben miyim! Hergele! Sen karar verecen! Söyle bakiym, hangi kızı istiyon? Mehmet Utanır Bilmem ki buba! Baba Utanma! Utanmak karıların harcıdır! Sen erkeksin, erkekler utanmaz! Çocuk sesini çıkarmaz Baba Hı? Çocuk Sen bana bisiklet al buba, kız istemiyom! Baba Tüh, Allah cezanı versin; yıkıl karşımdan çocuk çıkar! Bi de erkek olacak! Ulan ben senin yaşındayken mahalledeki kızlar yanlarında korumayla dolaşırlardı be! Hey gidi günler hey! Hepsini kovalardım da bubam rahmetlinin göğsü kabarırdı! Ne günlere kaldık yav! Kadına yönelir.Hep senin yüzünden böyle oldu benim oğlum. Saçını kavrayıp sallar Allah bilir ben yokken çocuğa makyaj falan da yaptırıyorsundur! Anne Ne makyajı bey! Allah korusun! Baba Senden herşey umulur! Git ceketimi getir! Dikilme öyle! Kadın çıkar İş başa düştü gene! Bu karı oğlumu milenyum Bülent Ersoyu yapmadan gidip bir kız bulayım! İşüm rastgiderse akşama tamamdır. Anne Elinde ceketle dönerken Bir-iki yıl daha beklesen bey! Daha... Baba Sen sus; elinin hamuruyla işime karışma, çıkarken evlenecek diyorsam evlenecek; ben ne diyorsam o, Çıkarken ne diyorsam o, ne diyorsam o! Anne Arkasından Allah belanı versin hayvan herif! Ölümün yakındır senin! Zati rüyamda gördüm, zehir içip geberiyordun! Benim rüyalarım hep çıkar. Çıkarken Yarabbim, inşallah, inşallah! Müzik. Sahne 11 Sokak kısmında Pembe oyun oynamakta, 1. evde ise altı adam oturmaktadır. Önce sokak. Bir süre müzik eşliğinde çoyun. Sonra ev. 1. Adam Hayırlısıysa olsun, ne diyeyim ağalar! 2. Adam Sen ne istiyon onu söyle, gerisi kolay! 1. Adam Valla, ne diyeyim bilmiyom ki! Kalkıp buralara kadar gelmişsiniz. Size feda olsun! Bi tırnağınıza kurban ederim Onu! Sizden iyisini mi bulacağım! 3. Adam Sağolasın, varolasın! Anlaşırsak, senin namusun bizim namusumuz olacak Nurü ağa! Zati birbirimizin yabancısı da değiliz. Bizim yağ bizim tuluğa yani! E, bizim yağ sağlam! Biliyon! 1. Adam Bak orda dur; tuluğuma laf söyletmem! İşte ağalar burda! Bir günden bir güne, kızımı herhangi bir diskotekte yahut pavyonda gördünüz mü ağalar! Hep gidersiniz! Hepsi Tövbe görmedik! 1. Adam Kızımın adı bugüne kadar herhangi bir aşk skandalına karışmış mıdır! Hepsi Haşaaa! 1. Adam Öyle bi şey olsa, ertesi gün televolede çıkardı zaten; hepiniz görürdünüz! Hepsi Doğru! Müzik. Sokak Pembe. Bir süre. Yeniden ev. 1. Adam Kızım diye söylemiyom; elhamdülillah törelerine bağlı, namusuna düşkündür! Öyle okumuş yazmış kızlara benzemez! 3. Adam Yok yani, şimdiki kızlar töreymiş, ataymış pek kulak asmıyolar da onun için söylediydim. 1. Adam Ne demek! Ne demek! Var mı öyle! Töre bu... 2. Adam Boru mu! 1. Adam Ben kızımı ehl-i namus yetiştirmek için neler yaptım, bunu bir yukarda Allah bilir, bir de ben! Namus bu... 2. Adam Boru mu! 1. Adam Bu yaşına geldi, daha balkon nedir bilmez! Yüzüne güneş değmemiştir! 2. Adam Yapma yav! 1. Adam Onun için her hafta annesi iğneciye götürür! 5. Adam Ne iğnesiymiş bu? 1. Adam D vitamini iğnesi. Güneş görmüyo ya! 5. Adam Helal be! Etrafına Görüyon mu! Bu zamanda böyle ehl-i namus kız bulmak hakkaten zor iş! Kimin kızına baksan, ya okul okuyor, ya televizyon seyrediyor, ya da... af buyrun, erkek arkadaşı var! Hepsi Ya, ya! 3. Adam Biz de zaten o sebepten Pembe kızımıza talibiz ağa! Neyse; 1. Adama sen şimdi insafı elden bırakma da, ne vereceğiz, onu söyle! 4. Adam De hele! Müzik. Sokak Oyun. Bir süre. Yeniden Ev 1. Adam Ben söyleyeceğimi söyledim. Gidin arayın; daha ucuzunu bulursanız, ben beş kuruş üstemiyom! Alın götürün kızı! 2. Adam Yahu ağalar, birbirinizin yabancısı değilsiniz, anlaşın da bitirelüm bu işi. Uzattınız ama! 3. Adam E, çok fazla istiyor be kardeşim. Bu kadar da olmaz ki! 4. Adam 1. ve 3. Adamın ellerini toka eder Hele sen ver elini, sen de ver; tutuşun şöyle, hah! Digerleri de ellerini onların üstüne koyar. 5. Adam Ne sana, ne sana, ikibuçuk milyar. 1. Adam Dünyada olmaz! Malımı yerde mi bulmuşum ben! 5. Adam Sen de söyle! 3. Adam İkialtüyüzelli. Bak bi kuruş fazla vermem! Müzik. 1. Bölüm. Bir süre oyun. Tekrar 2. bölüm 1. Adam İkiyedüyüzelli son. Buzdolabı, fırına da karışmam! 3. Adam Tamam. 5. Adam Verdin mi? 1. Adam Verdim verdim, gidin hayrını görün! 4. Adam Hah şöyle yahu, bi kız değil mi alttarafı! Anlaşamayacak ne var bunda! Müzik. Sokak Pembe oynarken Gülten girer. Müzik iner. Gülten Heyecanlı Pembe, pembe kız! Pembe A, Gülten abla! Güzün Haberin var mı kız? Pembe Neden? Gülten Seni istemeye gelmişler, baban da vermiş! Pembe Nasıl yani! Gülten Senin anlayacağın evleniyorsun! Pembe Bizim evimiz var ki! Gülten Öyle değil. Hani sonra bebeğin oluyor ya, ondan işte! Pembe Benim bebeğim de var! Gülten Kendi kendine Bak artık! Pembe’ye Öylesi de değil kız; bak anlatayım da dinle!.... Gülten anlatmaya başlar. Pembe şaşkınlıkla dinler. Müzik. Ev 3. Adam Gayrı dünür olduk seninle Nuri ağa! 1. Adam Hadi hayırlısı! 4. Adam 1. adama Paranı bir tamam aldın mı? 1. Adam Aldım aldım. 2. Adam O zaman sarılın şöyle yahu, sizi gören de hasımsınız sanacak. Bugün en mutlu gündür. Sarılın sarılın, hatta coşun, oynayın! 4. Adam Düğün var düğün! Müzik. Çıkarlar. Yeniden sokak Pembe’nin yüzü şaşkınlıktan üzüntüye geçer. “Anneeeee” diyerek çıkar. Gülten Arkasından seğirtir Dur kız, daha hepsini anlatmadım, bi dakika beni dinle... Müzik. Sahne 12 1. Adam paraları sayarak girer. Arkasından anne Güler girer. BabaKırkdokuz, elli... hiç boşuna dırdırlanma! Altmış, altmışbeş... Anne Bari bir-iki yıl beklesen diyorum. Yavrucak daha pek cahil! Baba Altmüşsekiz. Onun cahilliği hiç geçmez. Senin geçti mi! Altmışdokuz... Niye; çünkü kadınlar hep bir mayadan. Kaderiniz bu, ben n’apiyim! Yetmiiişoynar Anne Hiç olmazsa altı ay sonra olsun! Baba Sus! Bu öyle altıaylık iş değil. Ömür sürer ömür. Yetmişbeş, evlenir, kocasından birşeyler görür, seksenoynar bir parça cahilliği geçerse ne ala! Doksaaan! Oynar Anne Kocasından ne görücek ki! O daha... Baba Yüz. Derede yüz.Oynar. Aniden durur. Sus, kafamı karıştırma! Çıkarken Ben ne diyorsam o, ne diyorsam o, ne diyorsam o! Anne Arkasından Allah belanı versin ayı! Ölümün yakındır senin; zati, rüyamda gördüm, zehir içip geberiyodun! Benim rüyalarım hep çıkar. ÇıkarkenYarabbim, inşallah, inşallah! Müzik. Sahne 13 Sokak. Gülsen ile Gülsün. Gülsen Sevinçli Gülsün, duydun mu kız, Pembe evleniyomuş! Gülsün Sahi mi? Düğün ne zamanmış düğün! Gülsen Bir haftaya kalmaz diyolar! Başlığını vermişler. Gülsün Ooooh. Canıma değsin, nihayet oynayacağız desene! Gülsen Hem nasıl. Bütün kurtlarımızı dökeriz artık!Oynamaya başlarlar Ooh oooh! Bir grup erkek girer. Bıyıklarını burarak saldırırlar. Kadınlar kaçar. Müzik. Sahne 14 Düğün. Deminki adamlar, aralarında damat/Mehmet, oynayarak girerler. Bir süre. Pembe girer. Sağında ve solunda iki kadın Annesi ve kayınvalidesi. Arkalarından Gülsün ve Gülsen girer. Erkekler kısmı kararıp çok sesli’ müzik iner. Kadınlar kısmı başlar. Burada müzik enstrümanı bir leğendir. Gülsün çalmaktadır. Pembe’yi oyuna kaldırırlar. Bu bölüm karardığında yeniden erkekler. Sonra yine kadınlar. Erkekler. Düğün biter. Gelin ve damat kalır. Sessiz ve sıkıntılı bir süre. Gelinle damat arasında alttan alta süzmeler. Damat Senin adın ne? Pembe Pembe. Damat Cebinden bir kolye çıkarır. Bak; bubam sana ne aldı! Pembe Ne? Damat Kolye. Geline takıcan, dedi bubam. Gelin sensin. Pembe Omuz silker Bana ne! Damat Bir süre Sen şimdi bana nazlanıyon değil mi? Pembe şaşkın bakar. Damat Bubam dedi ki, gelin naz ederse, ona, seni seviyom de, dedi. Pembe Ben seni sevmiyom ama! DamatÜzüntüyle Sen başka birini mi seviyon yoksa? Pembe Tabii ya, çatla patla! Seni sevmiyom ben! Damat Kimi seviyon peki! Pembe Sana ne! Damat Dışarı koşar Bubaaaa! Müzik. Sahne 15 Sokak. Gülsen’le Gülsün karşılaşırlar. Gülsen Duydun mu kııız? Gülsün Neyi? Gülsen Pembe’yi. Gülsün N’olmuş ki Pembe’ye! Gülsen Kocasını sevmiyomuş da bi başkasını seviyomuş! Gülsün Deme kız! Gülsen Ben değil, O demiş! Gülsün Hem de açık açık! Kime demiş? Gülsen Kocasına! Gülsün Ne demiş! Gülsen Seni sevmiyom, başka birini seviyom demiş! Gülsün A, aaaa! Ne demiş ne demiş? Gülsen Seni sevmiyom, hayatımda başka biri var demiş! Ben Onunla rütüklü geceler yaşıyom, bilmiş ol, demiş! Gülsün Yapma! Görüyon mu hayasızı! Kimi seviyomuş peki, onu da söylemiş mi? Gülsen Ahmet Mete Işıkara’yı seviyomuş! Gülsün Bak şırfıntıya! O evli değil miydi kız! Gülsen Evet! Evli-mevli; dinler mi yosma! Bundan önce de bi yavuklusu varmış; onu medyadan saklamış fakat! Uzatmalısıymış! Gülsün Deme? Gülsen Ya! Kocasına demiş ki, ben aslında sana varmayacaktım , bubam beni zorla everdi; yoksa sevgilim beni Mayamiye kaçıracaktı demiş. Gülsün Görüyon mu edepsizi! Hep bu televizyonlar yüzünden oluyor bunlar; ordan görüyorlar; bir de okula mokula gidiyorlar ya, ondan işte! Gülsen Allaha şükür; iyi ki bizleri okula neyin gönderen olmadı! Yoksa maazallah... Gülsün Pembe de okula gitmiyordu gerçi! Gülsen Canım, gidenlerden öğrenmiştir! Gülsün Orası doğru! Yaşına başına bakmadan, görüyon mu kız! Gülsen Biz bu yaşımızda onun yaptığını tövbeler olsun yapmadık! Gülsün Ve de yapmayız çok şükür! Gülsen Biz namusumuzla yaşıyoruz elhamdülillah! Rütük mütük bilmeyiz öyle! Gülsün Namus bu! Gülsen Boru mu! Gülsün Demek, nesil gün geçtikçe namusun ipliğini pazara çıkarıyor kız! Eyvah ki eyvah! Gülsen Bu gidişle kızlarda ar-haya kalmayacak vallahi! Allah görüyo bunları hep! Böylelerinin cezasını en kısa zamanda verir! Gülsün Verecek muhakkak! Çıkarlarken İkisi de İnşaallah, İnşaallah! Işık. Sahne 16 2. Ev. Altı adam diş bileyerek girer. 4. Adamın elinde kara kaplı bir kitap vardır. 2. Adam En kısa zamanda cezasını vermeliyiz ağalar! Hepsi Vermeliyiz, vermeliyiz! 4. Adam Bu iş bekletmeye gelmez! Allah da böyle emreder, kul da! Zira bu bir lekedir ve de hepimizin alnında durmaktadır; tez vakitte temizlenmesi gerekir! 3. Adam Namusumuza halel gelmiştir! Hepsi Yaa, yaa! 2. Adam Bir kadının kocasından başkasına gönül verdiği nerde görülmüştür! Hepsi Görülmemiştir! 1. Adam Kara kitap bu mevzuda ne der ağalar? 4. Adam Kitabı çevirir Valla buralarda olacaktı emme, şimdi bulamıyom! 5. Adam Yav bırak hele kara kitabı! Pembe bize kara çalmıştır! Hepsi Kara çalmıştır! 2. Adam İnsan içine çıkacak yüz bırakmamıştır! Hepsi Bırakmamıştır! 2. Adam Son bilgilere göre Roma’yı da kendisi yakmıştır! Hepsi Yakmıştır, yakmıştır! 5. Adam İbret-i alem için bunlardan birkaçını sallandıracaksın! Hepsi Sallandıracaksın! 3. Adam Bak bakalım kalıyor mu! 2. Adam O dediğin olmaz ağa! 3. Adam Ne yani, asmayalım da besleyelim mi! 2. Adam O hiç olmaz! Töremize uymaz! 5. Adam 2. adama En iyisi gençlerimizden birisi alsın, senin tarlaya götürsün. 2. Adam Kafasına tek kurşun. Nasıl? Hepsi Fena değil! 3. Adam Yahut da boğsun! 2. Adam Bak, bu daha iyi! Hepsi Bu daha iyi! 4. Adam Bitti. Maksat hayatı kararsın Pembe’nin! 5. Adam Kararımız karar mı ağalar? itiraz eden var mı? Bir süre 6. Adam Var! Müzik Hepsi Şaşarak Hı! 5. Adam 6. adama Ne diyon Seyfo Ağa, sen ki bizim mürşidimiz, büyüğümüzsün! 4. Adam De hele! 6. Adam Ayağa kalkar Efendiler, yazık değil mi bir hiç yüzünden gençlere kıyıyorsunuz! Göz göre göre cinayetler işliyorsunuz! Sizde hiç mi insanlık yoktur, hiç mi vicdanınız sızlamaz! Bir süre. Herkesin başı önüne düşer.Siz hangi çağda yaşıyorsunuz allahaşkına! Eloğlu aya apartman dikmek için uğraşırken siz hala töre diyorsunuz, silah diyorsunuz. Nasılsa az yatıyorlar diye eskiden de sabi gençlere cinayet işletip hapislere gönderiyordunuz bugün de! Bu yüzden hapishanelerimiz genç yaşta içeri girenlerle doldu! E, tabii; sizin tuzunuz kuru! Siz bir gün hapiste kalmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz! Nerden bileceksiniz; hiç kalmadınız ki! Nasılsa her daim elinizin altında cinayet işleyen bir masum genç bulunuyor! Daha hayatının baharını yaşamadan, siz onu kışa çeviriyorsunuz. Günah değil midir bu yaptığınız! Dünyada bunca şey değişiyor, sizde tık yok! Yahu insan biraz kendini geliştirir, uygarlaşır, ileriyi görür. Bir süre sessizlik 6. Adam Kıçı boklu Hindistan bile nükleer teknolojiye geçmiş; siz daha töredesiniz. Şu Avrupa birliğine giremezsek, bilin ki, sebep sizsiniz! Ahirette Abdullah Gül’ün iki eli yakanızda olacak! Çok acıyom size çok! Yazık size! Bir süre sessizlik 5. Adam Sen söyle o zaman Seyfo ağa, bu iş nasıl olacak! 6. Adam Ne lüzum var silaha, ne lüzum var boğmaya! Koyarsın tabağına fare zehirini, yer geberir! Bitti! Böylece kimse de bir kız yüzünden hapislerde çürümez! Bakışmalar. 3. Adam İyi, hoş da polise ne diyeceğiz peki? 6. Adam İntihar etti deriz, birader, intihar! 2. Adam Sebep? 6. Adam Yav bu memlekette intihar etmek için sebep mi yok! 4. Adam Mesela? 6. Adam Mesela, düşünür Amerikanın yürüttüğü küreselleşme politikası çok ağırına gidiyordu, dayanamayıp intihar etmiş, deriz. Yahut da... Çok kitap okuyordu, maneviyatı zayıfladı. Yazık! 4. Adam Bitti. 6. Adam Bitti. Böylece, gençlerimiz , hayatlarının baharında hapse düşmekten, sizler de mahkemelerde sürünmekten kurtulmuş olursunuz! Nasıl? 4. Adam Vay be, gördünüz mü nasıl da gençleri düşünüyor! Helal sana be Seyfo Ağa! 5. Adam Yalnız gençleri mi düşünüyor; bizi ya? Hepsi Bizi de bizi de! 3. Adam Bilgili adamın hali başka oluyor canım! 2. Adam Sen büyük adamsın Seyfo Ağa! 5. Adam Bu CHP’ye senin gibi bir genel başkan lazım, namussuzum! 2. Adam Yok yok, özelleştirmeden sorumlu devlet bakanı olmalı ki, bak gör o zaman! 6. Adam Kasıntılı Yok canım, o kadar deeel! 5. Adam Ver o mübarek elini öpem Seyfo ağam! 6. Adam Elini çeker Abartmayın lan siz de; şurda oyun gereği iki çift laf ettik, tadını kaçırmayın! 4. Adam De hadiyin bunu pavyonda kutlayalım! Hepsi Kutlayalım kutlayalım! Kalkarlar. 4. Adam Gonsomatrisleri ben ısmarlıyom! 5. Adam E, içkiler de benden o zaman! 1. Adam kızgınlıkla çıkanlara bakar. Digerleri farkedip dönerler. 1. Adam Şimdi bu yaptığınız iş mi ağalar! Şaşkınlıkla birbirlerine bakarlar. 4. Adam Hayırdır ağa, yanlış bi şey mi yaptık! 1. Adam Bundan böyük yanlış olur mu; bugün yarın benim kızım ölecek, siz neler söylüyosunuz burda! Bakışırlar 5. Adam Ne söyledik ki? 1. Adam Yok gonsomatrisler benden, yok içkiler ondan! Böyle bir şey duyulmuş, görülmüş müdür? 5. Adam Sen söyle o zaman! 1. Adam Benim kızım ölmeyecek mi? 4. Adam Tamam? 1. Adam O zaman, hem içkiler, hemi de gonsomatrisler benden! Yürür. 4. Adam Olur mu canım! Bari içkileri biz ısmarlayalım! 1. Adam Çıkarken Katiyyen olmaz! 6. Adam Tamam len Nuri, seni mi gıracağız ! Bu seferlik böyle olsun hadi! Çıkarlarken 2. Adam E, hakkı canım kız kendisinin! 3. Adam Hakkı tabii! Yukarıda Allah var! Müzik. Çıkarlar. Sahne 17 Pembe girer. Başı ve yüzü sargılar içindedir. Oturur. Gülten girer. Gülten Pembe kız, bütün mahalle seni konuşuyor, biliyon mu? Pembe Niye ki? Gülten Güya sen kocanı değil de başkasını seviyomuşsun! Pembe Seviyom tabii! Gülten Büyükler toplanmış karar vermişler. Yemeğine zehir koyup öldüreceklermiş seni! Pembe Ne yaptım ki? Gülten Sen namuslarını kirletmişsin! PembeNamus ne ki? Gülten Namus durur işte... çok önemli bi şey! Pembe Ben namuslarını kirletmedim ki, durur yalnızca altımı kirlettim. O da korkudan! Gülten güler Pembe Ne gülüyon; seni öyle dövseler sen de yapardın ama! Gülten Baban sana kimi sevdiğini sordu mu! Pembe Sormadı! Gülten Ya? Pembe Yalnızca dövdü! Bir süre. Gülten Bak Pembe; benden söylemesi, seni kesin öldürecekler! Yerinde olsam buralarda durmam giderim. Pembe Nereye? Gülten Ne bileyim, ölmeyeceğin bir yere! Pembe Ama ben gidersem yaşayamam ki! Gülten Kalırsan da yaşayamazsın! Neyse, beni senin yanında görürlerlerse olmaz! .Ben gidiyom; sonra söylemedi deme; buralardan hemen git! Kendi kendine Gerçi sonra istesen de söyleyemezsin ya! Pembe de kalkar. Ayrı yönlerden çıkarlarken Gülten Ha, az daha unutuyordum; sahi sen kimi seviyosun kız, hınzır! De hele! PembeDurur Annemi! Müzik. Gözlerini silerek çıkar. Gülten şaşkın bakar. Sahne 18 Elinde bohçasıyla Pembe girer. Sahnenin önünde seyirciye yakın ve paralel birkaç kere gider gelir. Bu arada sahneye birtakım erkekler girerler. Pembe’yi süzerler. Pembe korkar. Bir elinde tesbih, bir elinde bastonuyla sakallı ve yaşlı bir adam girer. Müzik iner. Pembe adamı durdurur. Pembe Amca, buralarda yatacak bir yer var mı? Yaşlı Adam Pembe’yi süzer. Var kızım. Şu karanlık sokağa dal. Önüne kötü bir yol çıkacak. O yolda gidersen mutlaka rastlarsın. Pembe Allah razı olsun amca! Yaşlı AdamDurdurur Dur hele! Senin kimin kimsen yok mu kızım? Pembe Yok amca! Benim hiç kimsem yok! Yaşlı Adam Pembe’nin sağını solunu yoklar Yanında gizli kamera falan da yok değil mi kızım? Pembe Yok amca. Hiç bir şeyim yok! Yaşlı Adam O zaman dur ben seni götüreyim kızım! Pembe Sağol amca, sen yorulma; ben kendim giderim. Yaşlı Adam Olur mu kızım, insanlık vazifem bu benim. Etrafına bakınarak Götüreyim götüreyim. Müzik. Sahne 19 Müzikle beraber hastane ortamı. İki hemşire ardarda girer. Biri hızlı bir şekilde karşıya geçer. Digeri ise arkasında her yanı sargılı ve bastonlu bir hasta olduğu halde girer. Hasta yalvarmakta, o ise hastayı terslemektedir. Bu halde karşıya geçerler. Pembe sedyede getirilir. Giysisi pembedir. İki hemşire tekrar geçer. Getirenlerden biri habire yardım ister. Hiçbiri bakmaz. Müzik indiğinde nihayet bir doktor girer. 1. Yardımcı Doktor bey bakar mısınız? Doktor yanındakiyle konuşmaktadır. Doktor ...Abi şu sıra parayı repo yapacaksın. İlla borsaya gireceğim dersen o zaman sağlam tüyo ara; buldun mu balıklama dal. Baktın olmadı, o vakit spekülatif oyna! Hiç korkma! Geçen gün bizim doktor İhsan bir haftada Mersedes çekti altına! Yanındaki Yapma ya! Helal olsun adama! Çıkarlar. Bir bayan doktor girer. 1. Yardımcı Doktor hanım bakar mısınız? Doktor Acelem var çabuk söyleyin, çocuğu kreşten alıcam! 2. Yardımcı Bu kız otel odasında intihar etmiş. Doktor Bakar Derdi neymiş bu dar vakitte? 2. Yardımcı Valla onu soramadık! 1. Yardımcı Bi pavyonda konsomatristlik yapıyormuş. Fare zehiri içmiş. Biz vardığımızda yanında şişesi duruyordu. Doktor İyi kazanıyor muymuş bari! Muayene eder. Sevinçle Yaşasın! 2. Yardımcı Sevinçle Yaşıyor mu? Doktor Ölmüş! İyi, uğraştırmadı beni. Hadi siz de kaldırın bunu burdan! Ben çocuğu alacağım, acelem var! Çıkar. Yardımcılar bakışırlar. 1. Yardımcı Kimse görmeden biz de sıvışalım! üstümüze kalır sonra! 2. Yardımcı He lan, şahit mahit yazarlar, neme lazım; tüyelim! Koşarak çıkarlar. Sahneye iki entel’ erkek girer. 1. Erkek Arkadaşına Biz doktor Ahmet beyle eskiden beri aşinayızdır, fakat san’at mevzuunda bir türlü mutabık kalamayız! Sen tut, büyük ressam Lütfullah beyi, Kani Olur mu Yani’ye tercih et! 2. Erkek Hayret bir şey yani! 1. Erkek Olacak iş mi yani! Pembe’yi fark eder. Bak azizim, bu kadın, belli ki, gül gibi ailesini tepip buralara şöhret olmaya gelmiş; işte hazin sonu. Ola ola bir konsomatris parçası olmuş. Hoş; bu noktaya varmasında ailesinin de kabahati vardır mutlaka; kızını sıkı disipline etse, gözünü açtırmayıp sırtından kırbacı eksik etmese bu eksik beyinli bu hallere düşmezdi. Vaktiyle böyle birinin romanını da yazmıştım. Fakat azizim, yaz yaz bitmiyor ki! Memleketimiz bu nev’i timsallerle dolu! Pembe’ye bakar Be akılsız karı; arınla, namusunla yaşamak dururken, bi konsomatris parçası olmak uğruna evden kaçılır mı! Yani hanım hanımcık evinde otursan sana zehir mi içireceklerdi. 2. Erkek Üstadım, kadın değil mi, saçı uzun aklı kısa! Geleceğini göremiyor işte! Siz yazarsınız, okumazlar, naçizane ben yazarım tınmazlar. Binaenaleyh bu netice, böyleleri için azdır bile! 1. Erkek İsabet buyurdunuz monşer, son hazırladığım makalede de bu mevzua temas eylemekteyim. Şöyle ki; kadın nam cins-i deni, diye başlıyorum... 2. Erkek Harikulade bir giriş; tebrik ediyorum üstadım! 1. Erkek Teveccüh gösteriyorsunuz mirim. 2. Erkek Devamı? 1. Erkek Kadın nam cins-i deni, hadd-i zatında erkek gibi humuslu topraktan halkedilmediğü çün... 2. Erkek Şu belagate hayran olmamak kabil mi! Sonra? 1. Erkek... her türlü çirkefe duçar olmakta ve şayan-ı hayretle müşahade olunur ki... Çıkarlar. Pembe sahnede sedye üstünde yatmaktadır. Sahnede başka kimse kalmaz. Pembe ile annesinin diyalogları kasetten verilir. Müzik. Sahne 20 Sokak. Başı önde Güler girer. Yine hamiledir. Gülsün ve Gülsen’le karşılaşır. Gülsen Hayırdır Güler, nereye böyle? Güler Başı önde yürür Dere boyuna! Gülsün Niye ki! Güler Kavaklar açmış mı ona bakıcam! Gülsen’le Gülsün üzgün; arkasından bakarlar. Müzik. Perde Mustafa Acar musar63 Paylaş Yorumlar Nedim Uslu - 11/17/2010 Çok güzel Tiyatro Kursu Başlıyor! 20 Haziran'dan itibaren her PAZARTESİ Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu! Son Eklenen Tiyatro Oyunları Güncel Yazılar 27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN Ahmet Yapar Başarılı Genç Aktör Can Öztopçu 40. Sanat Yılını Kutluyor Füsun Akmen Balkaya 'Ağaçlar Ayakta Ölür' - Nevra Serezli ve Tiyatro Kare Füsun Akmen Balkaya Süt Kardeşler - Süheyl Behzat Uygur Tiyatrosu 2020 Tuncer Cücenoğlu'nun Anısına... Ankara Devlet Tiyatrosu 70. Yıl ve 'Lüküs Hayat' Kadın Dayanışmasını Taçlandıran Şehir Tiyatrosu Oyunu Çın Sabahta Büyük Aşkların Sonuncusu ve Çankaya Sahne Uğur Kanbay ve Eylül! Fars Dokusu Üzerine Komedya Dokunuşları İle ELEŞTİRMEN OLMAK VE ELEŞTİRİ YAZMAK ! YOKLAMA LİSTESİ Skeç Şehir Tiyatroları'nda Oynanan Ayaktakımı Arasında Oyununun İncelemesi ve Eleştirisi Genel Müdür 'A. Nejat Birecik İle Devlet Tiyatrosu'na Gelen 'Bahar Havası' Şehir Tiyatroları'nda Oynanan İki Arada Bir Yerde Oyununun İncelemesi ve Eleştirisi Müthiş Bir Prodüksiyon 'Ben O İstanbul'u Çok Sevdim' ve Ustaların Ustası Özel Yula Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi adresine mail gönderebilirsiniz... Güncel Haberler Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları BÜO, Shakespeare Soruşturması ile dijital ortamda seyirci ile buluşuyor! KüçükÇiftlik Bahçe Tiyatrosu'ndan Müjde Perdeler Açılıyor, Tiyatro Sezonu Başlıyor İzmir Bağımsız Tiyatrolar İnisiyatifi'nde İkinci Yıl Başlıyor Amadeus, Zorlu PSM'de Başlıyor Sesin Görselleştiği Bir Performans Podacto Stüdyo, Yakında BluTV'de 27 Mart 2021 Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi Metin Akpınar-Müjdat Gezen 27 Mart 2021 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi Helen Mirren Şehir Tiyatroları Dünya Tiyatro Günü'nü 'Melek' ve 'Benim Güzel Pabuçlarım' ile Kutluyor 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde DasDas'tan Okuma Tiyatrosu Ankara Tiyatro Dayanışması'ndan 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Etkinliği 'İlelebet… Bir Atatürk Hikayesi' Sahneport'ta Tiyatroseverlerle Buluşuypr Şehir Tiyatroları, Özel Tiyatrolara Kasım Ayında da Sahnelerinde Yer Veriyor Tekin Deniz Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi Kavuk, Rasim Öztekin'den Şevket Çoruh'a Geçti Tiyatro Dünyası'nı takip Edin ..
yeni mezun olduğum, işsiz gezdiğim günler. sabah 6'lara kadar dizi izliyor akabinde yatıyor, akşam dört gibi kalkıyorum. bir yandan da internetten istemeye istemeye iş bakıyor kendi kafama gore eleme yapıyorum. bir iş gözüme çarptı ve bölümüm ile ilgili olduğu için gidip başvurmak istiyorum. ilk anneme söylüyorum böyle böyle bir iş var diye ertesi gün beni saat üç gibi uyandır da gidip başvurayım diyorum. bak hele bak sen ogle üçte uyanıp iş görüşmesine gidecem. kadın çıldırdı tabi doğal olarak benden adam olmazmış. haklı öğle üçte kalkıp, dörtte iş görüşmesine mi gidilir...ertesi gün üç gibi uyandım, saç sakal birbirine karışmış vaziyette iş başvurusuna gittim. annem evden çıkarken mutfaktan bağırıyor lan bir sakalını kes bari, hizbullahlar gibi iş görüşmesine gidiyon diye... onu dinlemeden kapıyı vurup, çıkıyorum...adamların ofislerine gittim ve müdürün odasına daldım. kapıyı açmam ile iki tane takım elbiseli adam ayrı masalarda bana bakıyordu. biri müdür diğeri yardımcısıymış. adamlara bakıyorum baya oturaklı, olgun kişiler. kendimi tanıttım ve başladım okuduğum okulları anlatmaya. onlar soruyor ben cevaplıyorum müdür de ajandaya hakkımda notlar alıyor. o anda çat kapı çaldı ve hurra içeriye 6-7 kişi daldı. iyiki doğdun sesleri ile bağırış çağırış ortalık karıştı. lan noluyoz demeye kalmadan müdürün o gün doğum günü olduğunu anladım. pastalar, çerezler, çikolata, viskiler ile müdürün üstüne atladılar. ben ise tamamen olayın dışında kaldım, içimden şansımı sikeyim sesleri geliyor. sırayla adamın doğum gününü kutladılar ben garip gözler ile insanlara öğrendim ki bunlar müdürün eski çalışma arkadaşlarıymış, adamı unutmamışlar ve ofisine gelip bu şekilde bir kutlama hazırlamışlar. masalar kuruldu, çerezler açıldı, çikolatalar ortaya döküldü, viskiler bardaklara dolduruldu. bir elime bir tabak antep fıstığı , diğer elime viski bardağı tutuşturdular, ağzıma ülker antep fıstıklı çikolata verdiler. lan biraz evvel çok ciddi bir ortam vardı adama eğitim hayatımdan bahsediyordum birden ben bu hale nasıl geldim diye kendimi sorguluyorum. ortamda makara on numara, biraz evvelki ciddi görünümlü adam gitti yerine belden aşağı fıkra anlatan adam geldi. bir yandan da bana dönüp olum rahat ol bak burda herkes abi kardeş, yabancı yok diyerek rahat olmam konusunda beni uyarıyor. lan daha beni göreli yarım saat olmadı ne zaman bu kadar kaynaştık. ben ise yok ben rahatım diyor muhabbeti dinliyorum. şaka maka biraz zaman geçtikçe ortama iyice alışmaya başlıyorum. müdür, önündeki bilgisayardan youtube'a girip bülent ersoy şarkısı açıyor ve bütün herkes aynı anda söylemeye başlıyoruz. baktım ortam iyice meyhane havasına döndü ben de dayanamayıp söylemeye başlıyorum. sonrasında herkes susuyor ve şarkıyı sadece ben sölüyorum. millet efkarlı bir şekilde beni bitiriyorum, millet alkolün de etkisiyle ayağa kalkıp beni alkışlıyor. lan olum diyorum ben buraya iş görüşmesine gelmedim mi bu olanlar da neyin nesi? rahmetli kemal sunal'ın filmlerinden hallice bir olaya şahitlik önce bey dediğim adama müdürüm aç şurdan ferdi'yi azcık ferdi dinleyelim ya diye istekte bulunuyorum, adam beni kırmıyor ferdi tayfur'un koparma gülleri şarkısını açıyor. ben yine başlıyorum söylemeye herkes beni dinliyor ahhh ulan ahh be diye feryatlar ile bağırmaya başlıyor. benim viski bitiyor, adamlar durmadan dolduruyor. müdür ikinci şişeyi marketten aldırmak için kapıcıya telefon açıyor. içimden ulan diyorum ben hafiften kaçayım hava karardı, ama ortama bakıyorum bırakmak istemiyorum. zaten biliyorum gitmek istesem de adamlar bırakmayacak ortamda şarkı söyleyip insanları efkarlandıran adam pozisyonundayım. o anda kendimi binlerce kişinin karşısında önünü ilikleyip uzun hava okuyan ıbrahim tatlıses gibi deli gibi akıyor, kapıcının getirdiği ikinci şişeyi açıyoruz. bir yandan da birbirimize sarılıp fotoğraflar çekiliyoruz. biraz evvel iş görüşmesi ortamında beni sorguya çeken adamla şimdilerin selfie'sini çekiyoruz. tabi saatler önce gördüğüm o müdürden eser yok, ceketini çıkarmış, kolları sıvamış, kravatını bu kadar fotoğraf çektik şunları facebook'a atalım diyorlar ve teker teker beni listelerine ekliyorlar. attıkları her fotoğrafa etiketleniyorum ve bir anda facebook arkadaş listeme 6-7 kişi olarak dahil oluyorlar. ya ben bu ofise ne diye gelmiştim, iş görüşmesi içindi sanırım. ara ara da bu gerçeği aklımdan yandan annem arıyor ama ortamda o kadar gürültü var ki telefonu açıp konuşamıyorum. sekizinci araması sonucu telefona cevap veriyorum, ortamdaki bülent ersoy şarkılarından meyhanede olduğumu zannediyor ve '' olum sen adam olmucak mısın hani iş görüşmesine gidecektin bugün, saatlerdir içiyorsun değil mi'' diyerek fırça kayıyor, susturamıyorum. tabi doğal olarak anlayamıyor, bilmiyor, aklına bile gelmiyor iş görüşmesine gittiğim yerde müdürler ile içki masasında şişenin de bitmesi sonucu müdürün hadi çorbacıya gidelim daveti ile herkes ayaklanıyor ofisten çıkarak iki taksi ile çorbacının yolunu tutuyoruz. tabi taksinin camlar açık müdür kolunu dışarı çıkarmış ''bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin'' şarkısını söylüyoruz. çorbacıya gittiğimizde iki masayı birleştiriyor ve kelle paçalara gömülüyoruz. abi ben doymadım ya diyip müdürden ikinci tabağı sölemesini istiyorum. işgörüşmesine gittiğim anda benim için bir bey olan adama önce müdürüm sonrasında abi dediğimi farkediyorum ve kafamın da kıyak olması sonucu aldırış da içtikten sonraa müdüre hesabı kitliyor ve mekandan ayrılıyoruz. taksiler çağrılıyor ve güzel bir vedalaşmanın ardından evin yolunu uyandığımda facebook'a giriyorum ve dünki yaşadıklarımı fotoğraflara bakarak hatırlamaya çalışıyorum. onlarca fotoğrafta etiketlendiğimi farkediyor ve kendi kendime tebessüm ederek lan bu adam ilk başta çok ciddi bir adamdı diyerek müdürün o fotoğraflardaki hallerine bakıyorum. sonrasında bu adamlar beni çoktan unutmuştur diyerek kafamı yastığa koyup yeniden sonraa bir telefon ile uykudan uyanıyorum ve telefonu açmam ile birlikte '' evraklarını hazırladın mı, adliyeden sicil kaydı ve sağlık raporunu yarına kadar bize ulaştır olum'' talimatı ile karşılaşıyorum. ee müdürüm ben işe alındın mı diyorum lan sen olmasan bize kim ferdi şarkıları söyleyecek diye bir cevap evrakları temin edip, ertesi gün teslim ediyorum ve işe alınıyorum...nur içinde yat müdürüm, üzerimde hakkın çok, seni çok özlüyorum... debe editi özelden gelen onlarca başsağlıgı dileklerine teşekkürler. bir insanin öldükten sonra bile güzel anılar ile hatirlanmasi harika bir olay. kendisi de sağlığında hep bundan bahsederdi. hakkinda kötu soz edeni duymadim, gormedim. harika bir adamdin guzel insan.
“Sonunu bildiğin oyunları oynama.” Çıkmaya yakın, hep bunu derdi. Sonrasında da bakışlarını öylece üzerime diker, sesini hafifçe alçaltır ve eklerdi “Kazanacağını bilsen bile!” Başımı öne eğip sessizliğe bürünür ama bir yandan da “Hadi lan oradan!” diyerek karşı çıkardım. Tabii içimden. “Kazanacağını biliyorsun ama oynamıyorsun! Peh! Saçmalığın dik alâsı!” O günlerde Baba’ya yüksek sesle itiraz edemezdik. Göt isterdi. Baba, garip adamdı. Hayatımda tanıdığım en garip adam… Aradan nereden baksan yirmi sene geçmiştir, bu durum hala değişmedi. Ondan daha ilginç birini tanımadım, bundan sonra da tanıyacağımı sanmıyorum. Namını bilmeyen duymayan yoktu. Gardiyanından mahkûmuna, iyisinden kötüsüne, gencinden ihtiyarına, bu gri ve eski yuvamızın tüm sakinleri Baba’mızdan haberdardı. Hangi koğuşa düşerse düşsün, yeni gelen, önce Baba’nın yanına bir uğrar, onun delici bakışlarına maruz kalırdı. Bu bir sınavdı. Kimlerle yakın olacağını, kimlerden uzak duracağını, kime haddini bildireceğini, kimi sevip kime söveceğini anlamak için Baba’nın uyguladığı bir sınav… Yeni gelen; toy bir kader mahkûmuysa yaprak gibi titreyerek, feleğin çemberinden geçmiş bir çakalsa sözüm ona korkusuz görünmek için gururlu bir heykel gibi dikilerek, ya da kendi çapında artistlik yaparak verirdi bu sınavı. Baba’nın soruları sabitti. Karşısındakini delip geçen bakışları da… Bana kalırsa cevapların da bir ehemmiyeti yoktu. Baba, gözlerini bir kez dikip süzmeye başladı mı adamın ciğerini okur, notunu verirdi. Sorular, bu ayini gizleyen aldatıcı bir perdeydi yalnızca. Bir teki hariç… “Allah kurtarsın gardaş, aramıza hoş geldin, geç otur bakalım şöyle,” faslından sonra sorulan o soru “Hele de bakayım, buradan sonra ne yapacaksın?” Muhataplarını afallatıp şaşkına çevirdiğine defalarca şahit olduğum soru… Genelde soruya soruyla cevap verirlerdi. “Çıkınca mı?” “Buradan sonrası var mı ki ağam?” “On sene sonra mı?” Birçoğu da umutsuz, mırıl mırıl bir şeyler gevelerdi ağzında. “Bilmiyom hiç… Düşünmedim.” “Sonrası yok, sonrası karanlık.” “Ölmez sağ kalırsak bakarız dayı, ölmez sağ kalırsak…” “Anasını siktiğimin hayatında ne yapsak boş, daha ilk günümüzde şafak saydırma bize be hacı emmi!” Baba böylelerini, kaşlarını hafiften çatarak sessizce dinler, lafı hiç uzatmadan veda mektubunu ceplerine koyup koğuşlarına yollardı. “Geçer gardaş, hepsi geçer. Bir ihtiyaç olursa ben buradayım. Hadi Allah kurtarsın.” Kalplere umut tohumları ekmek, çaresizlere çare olmak gibi bir derdi yoktu Baba’nın. Onu bilirdik bilmesine de derdi neydi, ne yapmak niyetindeydi, işte onu anlamazdık. Günler, aylar, yıllar geçtikçe saçımıza düşen aklarla beraber anlayışımız da arttı. Tıpkı korkularımız gibi… Bazıları da vardı ki tavırlarıyla, sözleriyle ya da suskunluklarıyla Baba’nın merakını celbeder, onun yakınında, yamacında bir yer edineceklerini daha ilk günden belli ederlerdi. Ben gelmeden önce yaşandığı için Profesör’ün nasıl bir sınav verdiğini görmemiştim sonra sonra anlatılanları dinlemiştim tabii ama bu gözdelerden ilki oydu. Baba’nın ateşine meftun olan ilk ateş böceği ya da hayır hayır, etrafında dönmeye başlayan ilk uydu… İkincisi de ben. İnsanın iliklerini ısıtan, o bildiğimiz, sarı, sıcak güneşten bahsetmiyorum. Kara, kapkara bir güneş varsa uzayın derinliklerinde bir yerlerde ve onun etrafında gezinen yaşamsız gezegenler, durumumuzu daha iyi ifade eder. Profesör ne diyordu O bir kara delik, biz de yuttuklarıyız! Baba’yla tanıştığım o ânı, sınavından geçtiğim o günü dün gibi hatırlıyorum. Kalbim, ellerim, ayaklarım ve dahi ruhum, zangır zangır titriyordu yanına götürüldüğümde. Koluma sımsıkı yapışmış zebella gibi bir gardiyan ki sonraki günlerde adının Hayrettin olduğunu öğrenecek ve kendisinden tüm benliğimle nefret edecektim, çelimsiz bedenimi yeşil gözlü, pos bıyıklı, kel bir adamın önüne doğru ittirirken sadece benim duyabileceğim bir sesle şöyle fısıldamış, daha doğrusu tıslamıştı “Saygıda da kusur falan edeyim deme, çizerim kestaneni!” Ben, hafifçe arkamı dönüp gardiyanın yüzüne anlamsızca bakarken o, pis pis sırıtıp bu kez yüksek sesle ve yalakalık kokan bir tavırla ekledi. Sanki bu kez söylediklerinin herkes tarafından duyulmasını istemişti. “Karı gibi titremeyi bırak lan, erkek ol biraz! Hadi bakalım, koş babanın kollarına!” Dizlerimin üzerine yığılıp kalmış bir halde kafamı kaldırdığımda ahşap iskemlesine kurulmuş kel adamın gülümseyerek bana baktığını gördüm. Bir elinde tavşankanı yarılanmış bir ince belli, öbüründe külü uzamış filtresiz bir cigara… Bıyıkları özenle düzeltilmiş tıraşlı ve köşeli bir surat, yine tıraşlı, parıldayan bir kafa, kolları sıvanmış, yakasız, beyaz gömlek ve üzerinde kolsuz lacivert bir cepken… Ön tarafından hilal çizen, gümüş renkli bir zincir sarkıyor. Cep saati var belli ki. “Demek filmlerdeki koğuş ağaları, gerçekmiş,” diye geçirdim içimden. İçim titriyor ama engel olamıyordum. Arkasında, birbirine çakılmış meyve kasalarından yapılma dört raflı, geniş ve uzun bir kitaplık vardı. İçinde de onlarca kitap… Göz ucuyla baktığım kadarıyla çoğu polisiye maceraydı. Edgar Allan Poe’lar, Agatha Christie’ler, Stephen King’ler, Sherlock Holmes’lar, Arsene Lupen’ler… Ve en üst rafta, kara, yıpranmış cildiyle tek başına duran The Godfather-Baba! Yaşıtlarım sağda solda aylaklık ederken oturup iştahla okuduğum kitapların çoğunu burada, bir koğuş ağasının rafında görünce ilk hissettiğim şey şaşkınlık oldu. Neden bilmiyorum ama sonra da garip bir ürperti… Dayak yemeyeceğimi bilsem, salardım gözyaşlarımı ama tuttum. Aklımdan geçen soruları da duymazdan gelebilirsem tamamdı. Ne olacaktı şimdi, ne yapacaktı bu kel herif bana? İki bin üç yüz küsur, evet tamı tamına iki bin üç yüz on yedi gün nasıl geçecekti Allahım? Koğuş ağası, bakışlarıyla önce gözlerimin etrafında ağlamak üzere olduğumu fark etmiş miydi acaba? sonra titreyen kalbimin derinliklerinde gezindi. Sessizce ve usulca… Dakikalar geçiyor, sessizlik cigaradan yükselen dumanın peşinde, belirsiz bir yere doğru uzayıp gidiyordu. Bir fırt daha aldı cigarasından. Sonra konuştu. “Hoş geldin evlat, geç otur hele şuraya.” Dibindeki iskemleye ilişirken “Sağ olun,” dedim. “Sağız evelallah! Amma ölümden de korkumuz yoktur.” Bunu öyle bir heybetle söyledi ki, zerrece şüphe duymadan inandım. Bu adam gerçekten ölmekten korkmuyordu. “Peki ya sen?” diye sordu, gözleri gözlerimde, merakla öne eğilerek. Merakından da şüphe duymadım. Ne sorduğunu anlamıştım. “Ben korkarım ölümden,” dedim sesim hafiften titreyerek. “Korkarım işte.” Hafifçe gülümsedi. Bıyıklarını avcunun içiyle sıvazlarken burnuma tatlı bir sabun kokusu geldi. Babam da aynı tıraş sabununu kullanırdı. Fırçayı yanaklarında gezdirdikçe, tıpkı sabunun ambalajındaki adam gibi yüzü köpük içinde kalırdı. Ben de gülümsedim. Yıllar öncesine ait bir hatıraydı ama kokusu hala burnumdaydı. “Aferin evlat! Dürüst olmak iyidir. Korkuyorsan delikanlı gibi korkuyorum’ diyecen, değil mi lan Hayrettin?” Üç beş adım gerimizde bekleyen gardiyan, adını duyunca telaşlandı. “Tabii baba, haklısın.” “Sen korkuyon mu ölümden, de bakayım?” “Ben mi baba? Yok, haşa! Sen buradayken… Yani senden öğrendik, korkmayız evelallah!” Koğuş ağası, cevap vermek şöyle dursun dönüp bakmadı bile Hayrettin’e. Bakışları yine benim üzerimdeydi. Aramızda nereden baksan yirmi yaş vardı. Ben henüz on dokuzuma yeni girmiştim, o kırkından bile fazla görünüyordu. Aslında ihtiyar falan değildi ama herkesin Baba dediği bir adam, göze ister istemez daha yaşlı görünüyordu. “Bana burada herkes Baba der evlat. Ama ben herkese evlat demem, anladın mı?” Anlamıştım. Ne anladın, derseniz anlatması zor ama ben anlamıştım işte. Kafamı evet anlamında öne arkaya sallayıp, sonra “Bana da öğretir misin peki?” diye sordum bu kez gözlerimi kaçırmadan. O da benim ne sorduğumu anlamıştı. Garip bir şekilde, anlaştığımızı fark ettim o an. Sanki hiç konuşmasak da birbirimizin ne demek istediğini anlayabilirdik. Konuşmak, adet yerini bulsun diye yapılan keyfe keder bir işti sanki. “Öğretirim evlat,” dedi ciddiyetle. “Sen yeter ki talip ol! Amma…” “Aması yok, talibim ben!” Sanki ben hiç bunu söylememişim gibi devam etti lafına. “Amma, korkunu yenmek istiyorsan önce ölümü tanıyacan! İnsan bilmediğinden korkar, anladın mı?” “Tamam, sen ne diyorsan yapmaya razıyım, tamam.” dedim ısrarla. “Zamanla evlat, zamanla… Biraz sabır…” Sessizce onayladım sözünü. Zamandan bol ne vardı ki elimde… Cigarasından derin bir nefes daha aldı, dumanı ağır ağır salarken sordu “Siktir et şimdi onu bunu da hele de bakayım, buradan sonra ne yapacaksın?” Dumanla beraber yine o sabun kokusu geldi burnuma. Yine babamı hatırladım ve yine gülümsedim. Tam cevap veriyordum ki koğuşun kapısı gürültüyle açıldı. İçeri bir adam girdi ama nasıl bir giriş! Kapıyı ardından gümbür diye kapadı, hışımla yürüdü gitti köşedeki ranzaya vardı. İki büklüm ilişti ranzanın kenarına, yarı oturur yarı çömelir halde. Ağladı ağlayacak… Sonra yine ayağa kalktı, bir yumruk koydu duvara hırsla. Bizim koğuş ağası “Dur hele evlat, şu garibin derdine bakalım” deyip adama bağırdı “Höst lan Adem! N’oluyor? Ne celallendin yine?” Adamcağız iki elini de başının üzerine koyup avare gibi gezinmeye başlamıştı. “Sorma Baba,” dedi Adem. “Benim ufak oğlan geldi az önce görüşe. Haberler çok fena. Benim dışarı çıkmam lazım. Benim bir yolunu bulup çıkmam lazım. Benim dışarı çıkıp…” “Dur lan hele bir sakin ol!”, deyip ayağa kalktı koğuş ağası. Cigarasını yere atıp üç adımda Adem’in yanına vardı hızlıca. Bir el attı omzuna. Millet haklıydı galiba. Bu adama boşuna “Baba” demiyorlardı. “Otur bakayım şöyle.” Oturmaktan çok yığıldı Adem koyu yeşil battaniyeye. Ağa da yani Baba da yanına… “Çay getirin lan Adem’e!” “Baba, çay değil çıkış bileti lazım bana, bu gece çıkayım, sonra bir daha ömür boyu göğü göremesem de gam yemem. Yalvarırım baba, bir…” Çay geldi. Babadan bile yaşlı, beyaz sakallı bir ihtiyardı çayı getiren. “İç çayını Adem. Bir yandan da tane tane anlat da anlayalım.” Bunu diyen, çayı getiren ihtiyardı. Adem’in diğer yanına da o oturdu. “Ne anlatayım, nasıl anlatayım Profesör? Siz bana bir şey sormayın, tek nasıl çıkarım bu gece onu söyleyin.” Çayı getiren beyaz sakallıya da Profesör’ diyorlardı belli ki. Sonra Baba ile Profesör dertli adamı ikna edip yatıştırmayı başardılar. Adem zor da olsa meseleyi anlatıp bitirdiğinde Profesör bir “has siktir” çekti. Koğuştaki diğer mahkûmlardan ilk kez duyduğum küfürler işittim. Hatta koğuşun en iri yarısı, yattığı yerden ranzanın demirine öyle bir tokat vurdu ki sesi her yanı çınlattı. Adem’in derdi gerçekten de büyüktü. Mahalleden itin biri, bir süredir karısına musallat olmuş. Gündüz demiyor, gece demiyor kapıya varıp naralar atıyormuş. “Senin adamın nereden baksan on senesi var, kendine yazık etme, benim ol, gül gibi yaşatayım seni…” falan diye de utanmaz laflar ediyormuş. Adem’in on bir yaşındaki küçük oğlu, annesinden gizlice gelip anlatmıştı olup biteni. Başka kimi kimsesi olmadığı için yine tek çıkar yol, babasına gelip anlatmakta bulmuştu çareyi. Ama bu nasıl bir çareydi ki zavallı adamı kor alevler içine salmıştı. Mahpustaki adama denecek şey miydi bu? Çocuğun dediği bir şey daha vardı. Şerefsiz herif, bir gün yolda görünce yanına gelmiş, elini silah gibi yapıp işaret parmağını oğlanın şakağına dayamış, zavallı küçüğü tehdit etmişti. “Annen de bana varacak, alış yavaş yavaş! Bu arada birine, hele o mahpustaki baban olacak herife bir şey dediğini duyarsam…” Sonra parmağını çocuğun şakağına iyice bastırmış ve “GÜMMM!” diye bağırmıştı. “Delerim lan küçük kafanı, anladın mı delerim!” Baba, Adem’e bir cigara uzattı. Adem yaktı. Gözünden bir damla yaş aktı ilk nefesle beraber. Kızgın bir kor parçası gibi, düştüğü yeri delip geçecekmiş gibi bir damla. Koluyla siliverdi gözünü hemen. Herkesin ortasında ağlayacak değildi. Ama başka ne yapacaktı ki? Derin sessizliği Baba bozdu. “Önce bir sakinleş koçum. Aklını başına topla, o puştu gebertmek için de sakın kaçmaya falan kalkışayım deme. Bu öfke zarardan başka bir şey getirmez sana. Bak burada bu kadar adamız, istediğine dalaş, istediğine bağır çağır. Söv, döv, kır! Bütün sinirini, hıncını buraya dök! Hele bir rahatla, sonra bir yol bulunur elbet.” “Ama baba, o şerefsiz, benim sevdiğime musallat oldukça…” “Kes! Tamam, bakacağız bir çaresine dedik işte, uzatma! Vururlar ulan seni, anlıyor musun, vururlar! Daha buradan elli metre uzaklaşamadan kıçından şişlerler! Sonra ne olacak? Karını o puştun ellerine teslim edince iyi mi olacak?” Adem, başı önde dinledi Baba’nın son sözlerini. Öfkesine gem vurmaya çalıştıkça daha da kızarıyor, bozarıyor ama ses edemiyordu. Baba elini sertçe Adem’in sırtına vurup, konuşmaya devam etti “Üç gün bekleyecek, kendine geleceksin! Biz de bu arada salim kafayla düşünüp taşınacağız.” Sigarasını sertçe yere fırlattı. Ufak kıvılcımlar saçıldı öteye beriye. Önce yanı başındaki ihtiyara, sonra da ranzayı tokatlayan iri kıyım adama emir verdi “Profesör! Kamil! Şu adama sahip çıkın! Bir delilik yapmaya kalkmasın. Yoksa…” Sustu. Bakışları bir süre adamların suratlarında gezindi. Ürkütücü bir sessizlikti bu. Sonra sözünü tamamladı Baba “Oyarım!” Ben oturduğum iskemlede kalakalmış Baba’nın estirdiği rüzgârı izliyordum. Adem’i dizginlemeyi başarmıştı. Kelli felli adamlara emirler yağdırmıştı. Kimse de gıkını çıkarmamıştı. Adem’in sırtını son kez sıvazlayıp ayağa kalktı. Bana doğru yürüyordu ki bir köşeye sinmiş gardiyanı görünce bağırdı “Hayrettin sen hala burada mısın lan?” “Şey, Baba… Çocuk kalıyor mu başka koğuşa mı gidiyor, onu demeni bekliyordum.” Beni kast ediyordu Hayrettin. “Anlamadın mı ulan hâlâ, ha? Evlat demişsem bitmiştir! Bırakır mıyım?” Hayrettin bana nefretle kıskançlık arası bir bakış fırlatıp hiçbir şey demeden döndü ve tırıs tırıs gitti. Yerim belli olmuştu. Koğuşum, yuvam artık burasıydı. Baba’nın yanı… … Üç gün boyunca Baba neredeyse hiç kimseyle konuşmadı. Arada bir kafasına esince koğuştan çıkıp gidiyor, bir iki saat sonra dönüyordu. Bir keresinde sabaha karşı avluda volta atarken gördüm, yanağımı cama dayayıp avluyu ancak böyle görebiliyorduk gizlice izledim. Hızlı hızlı bir o yana bir bu yana yürüyor, sanki yanında biri varmış da onunla konuşuyormuş gibi dudakları kıpırdıyordu. Oysa yalnızdı. Bir iki dakika sonra güneş doğmaya yüz tutunca gitti, duvarın dibine oturdu, o küçücük aralıktan gün doğumunu izledi durdu. Nereden baksan bir saate yakın, heykel gibi kıpırdamadan seyretti sabahın gelişini. Bir gün sonra gece, saat üç falan, çişe kalktığım sırada yatağına baktım, yine yoktu. Pencereye yanağımı yapıştırıp avluyu görmeye çalıştım ama gördüğüm tek şey zifiri karanlık oldu. Baba, belli ki duvarın dibine sinmiş güneşin doğuşunu bekliyordu yine. Ama bu kez ben bekleyemedim. Boynum feci ağrımaya başlayınca vaz geçip yatağıma döndüm. Sonra da uykuya bıraktım kendimi. Ertesi sabah, yani Adem’e verdiği sürenin dolduğu üçüncü sabah, Baba bana seslendi “Evlat, bir çay ver de içelim. Kendine de al.” Getirdim. Eliyle işaret etti, dibine oturdum. “Ölümden korkmaya devam mı?” “Sen sorana kadar aklımda bile yoktu, iyiydim aslında Baba.” dedim çayımı karıştırırken. Gevrek bir kahkaha attı cevabıma. Höpürdeterek ilk yudumu aldı çayından. Bu sabah keyifli görünüyordu. “De bakalım o halde, bildiğin en büyük seri katil kimdir?” Sabah sabah ölüm, seri katil falan derken gerçekten de keyfim limon olmuştu Baba’nın sayesinde. Yüzüm ekşidi biraz. Hem, okuduğu kitaplara bakılırsa bu sorunun cevabını benden çok daha iyi biliyor olmalıydı. “Karındeşen Jack galiba. En meşhur katillerden.” “Kaç kişinin canını almış bu Jack denen zibidi?” “Vallahi on on beş vardır Baba nereden baksan.” Yine güldü. “Ulan ben de bir şey sandıydım,” dedi gülmeye devam ederek. “Üç bin beş bin desen tamam da, on on beş nedir lan?” “Baba, üç beş bin nedir asıl? Savaş mı bu? Ha, onu soruyorsan Hitler derim ben de.” “O da az orospu çocuğu değil ama yok evlat. Cevap bu da değil.” Çayımdan son yudumu alıp boşu kenara koydum. Bu arada Baba da bir cigara yaktı. “Azrail!” dedi fısıltıya yakın bir sesle. Hafif bir ürperti duysam da belli etmedim. “O açıdan düşünmediydim hiç.” “Düşün işte evlat. Yeryüzünün en büyük can alıcısı. Ama kimse ona gık diyemiyor. Bin tane Hitler gelse onun aldığı can sayısına yaklaşamaz bile.” Baba, bir nefes daha aldı sigarasından. “Halbuki biz insanız, melekten daha üstünüz değil mi? Kitap öyle diyor.” “Öyle de…” diyebildim yalnızca. Bu kez lafı nereye getireceğini gerçekten de anlamamıştım. “İşte, onunla yarışan bir insan var mıdır acaba meraktayım evlat?” “Mümkünatı yok.” dedim hemen. “İmkansız Baba!” “Yahu, tabii imkânsız da ben lafın gelişi dedim. Yani akla hayale gelmeyecek kadar çok can almış bir insan var mıdır acaba? Ne dersin?” Bu muhabbet beni iyiden iyiye germişti. “Bilmem ki?” diyerek geçiştirdim. “Bir gün olur ya öyle biriyle tanışırsan evlat, bil ki ölümle tanışmış gibi olursun. Ölümü tanıyınca da korkunu yenersin. Çünkü insan…” “…İnsan tanımadığı şeyden korkar.” diye atlayıp lafını tamamlayıverdim Baba’nın. Sonra aklıma garip bir düşünce geldi oturdu. Baba da ölümden korkmuyordu. Böyle birini mi tanımıştı acaba geçmişte? “Ulan,” dedi “Öyle birini tanısaydım herhalde beni de sağ koymazdı değil mi?” Cigarasını söndürdü, gözlerini biraz kısıp sesini de alçalttı. “Ölümle tanışan ölüdür evlat, unutma!” dedi fısıltıyla. Bu kez resmen içim ürperdi. Bir titreme uğradı sırtıma. Baba da fark etmiş olacak, yine gülmeye başladı bıyıklarını titreterek. O sırada koğuşun kapısı açıldı ve gardiyanın meymenetsiz suratı göründü kapı aralığından. “Adem Bıyık. Ziyaretçin var!” … On beş dakika sonra Adem içeri girdiğinde beti benzi atmış, rengi küle dönmüştü. “Ne oldu Adem, kim geldi, hayırdır?” diye sordu Profesör. “Benim ufaklık, haber getirmiş,” dedi biraz soluklanıp, “O piç var ya, şu gebertmeyi istediğim piç, herifin cesedini bulmuşlar mahallenin ilerisinde. Tek kurşun! Şakağından! Bir de herifin işaret parmağı kesilmiş!” Bunu duyar duymaz bütün gözler önce Baba’ya sonra da yere çevrildi. Çünkü Baba, bıçak kadar keskin ve sert bir bakışla karşılık vermişti hepimize. Sonra da tok sesiyle konuştu “Allah Allah! Demek puştu gebertmek isteyen bir sen değilmişsin ha Adem? Kim bilir daha kimlerin canını yakıp ahını aldıysa şerefsiz, mıhlanmış en sonunda.” Hiç birimiz ses çıkarmadık. Başımızı da yerden kaldırmadık. Baba, her birimizi tek tek süzerken ağır hareketlerle bir cigara yaktı. Sadece Profesör’ün ağzından “Garip, çok garip…” gibi bir cümle çıktı. İleriden bir başkası sessizliği bozdu “Katili yakalamışlar mı peki?” “Yok, ne gezer… Katil kayıp. Ama mahalleli geçen gece sokakta gezinen siyah şapkalı, siyah pelerinli birinden bahsedip duruyormuş. Üç beş kişi görmüş uzaktan… Karanlıkta dolaşan yarasa gibi bir herif!” “Vay anasını!” “Adamın parmağını mı kesmiş bir de?” “Evet,” dedi Adem. “İşaret parmağı kökünden kesilmiş.” “İlginç!” diyerek fısıltılı bir tepki verdi Profesör. Sanki kendi kendine konuşur gibi… Adı Rıza olan gençten biri ağzındakini tutamayıp döktü ortaya. “Lan Adem, bu iş senin oğlanın başının altından…” Ama Baba, hışımla araya girip Rıza’nın sözünü ağzına tepiverdi “Höst! Ne diyon lan sen! Ufacık çocuktan cellat mı olurmuş! Beni dellendirme Rıza! Beni zıvanadan çıkarma Rızaa!” “Özür dilerim Baba, öyle aklıma geliverince…” “Kes lan kes! Hala konuşuyor utanmadan! Kapatın bitsin bu konuyu gardaş! Kapatın bitsin!” … Bir iki saat sonra öğle yemeği saatinde pilavlarımızı kaşıklarken yan masadan fare suratlı bir herif bağırarak isyan etti. “Ulan bir kere de et koyun şu yemeğe be! Tadını unuttuk amına koyayım!” Aynı masadan sakallı biri atladı lafa. “Tavuğa da razıyız birader!” “Tavuğu siktir et, ben köpek olsa yerim.” dedi bir başkası. Sonra bizim masadan, yanakları zayıflıktan içine çökmüş Hakkı adındaki çirkin adam ağzındaki pilavları döke saça, gülerek konuştu “Lan ben en sonunda küçük Hakkı’yı kesip yerim. Zaten bir boka yaramıyor burada.” Kaba sesler, çirkin gülüşmeler duyuldu masalardan. Neşeli bir uğultuyla doldu yemekhane. Tam karşımda oturan Adem’e ilişti gözüm gayri ihtiyari. Ne gülüyor, ne konuşuyor, ne de yiyordu. Donup kalmış bir halde, öylece önündeki tabağa bakıyordu. Ben onun bu halini cinayete yorduydum o an. Duyduklarını hala sindirememişti belli ki. Tam yanında oturan Profesör de fark etti Adem’in halini. “Siktir et koçum! Herif öldü gitti işte! Ne bu hal?” Adem Profesör’e biraz daha yanaştı. Bir sır verecekmiş gibi. Onları dinlediğimin farkında değillerdi. “Yok be Profesör, ondan değil benim halim.” “Ya neden?” “Şuna baksana bir.” dedi Adem ve tabağın kenarına ayırdığı bir parça eti gösterdi Profesöre gizlice. Çaktırmadan ben de baktım. Çok pişmekten rengi kararmış, belki inek belki de koyuna ait bir parça et. İnce, uzun bir parça. Kemikli olduğu buradan anlaşılıyor. Şekli de sanki şey gibi… Şey… Bunu kendime demeye bile dilim varmıyordu o an ama evet, şekli tıpkı bir parmağa benziyordu. Pişmiş bir parmak! Midemden yükselen öğürtüyle kendimi ele verdim. Adem de Profesör de aynı anda bana baktılar ve kendilerini dinlediğimi anladılar. Hemen bir peçete aldı Profesör ve tabaktaki “et” kaşla göz arasında o peçetenin içine girdi. Sonra da ileri doğru uzanıp sadece benim duyacağım bir sesle şöyle dedi “Bunu görmedin koçum, anlaştık mı? Görmedin, duymadın!” O sırada masanın diğer ucunda oturan Baba yemeğini bitirip kalktı sofradan. Baktım, pilavına dokunmamıştı bile. “Afiyet olsun bebeler!” “Sana da Baba, eyvallah Baba!” sesleri kapladı ortalığı. Profesör ise hala benden cevap bekliyordu. “Görmedim.” dedim sesim titreyerek. Ve ben de masadan kalkıp kusmaya gittim. … Koğuşa vardığımda Baba elinde cigarası, volta atıyordu. Beni görünce seslendi. “Evlat bir çay ver de içek!” O günden sonra Baba’ya olan saygım ve sevgim; daima korkumun bir adım gerisinde kaldı. Çayını verirken, birkaç saat önce söylediği o söz kulaklarımda uğulduyordu “Ölümle tanışan ölüdür evlat, unutma!” Yorum Bırakın yorum
hele bak kim geldi hikayesi