☃️ Çiçekte Duran Kelebek Her Gün Buraya Gelecek Şarkısı
Diziİzle - Kanal D'de yayınlanan tüm dizilerin bölümlerini HD kalitesinde seyretmek ve dizi fragmanlarını takip etmek için Kanal D'nin dizi izle kategorisine girebilirsiniz.
Ben bir tek adam (kadın) sevdim. O da sensin, o da sensin. Ben bir tek sende yandım. Alevlendim, delilendim. Ben bu sevdayı. Yemin bildim, söz bildim. Ben bu sevdayı kutsal bildim. Yüklenme Tarihi: 12 Şubat 2010 - 13:41. burcu güneş & selami Şahin - ben bir tek adam sevdim [yeni klip 2010]
Dip Not: Bugünkü yürüyüşümüzün sahilde durup denize bakma anından, grinin her tonu, Sağ baştan Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı, en solda minicik Yassıada, Heybeliada'nın önündeymiş gibi duran kürekçiler poyraza aldırmadan talim yapıyorlar. zaman: Şubat 27, 2022.
Kaygı ile tahammül birbirlerini hiç sevmeyen iki kumadır. Tahammül neyin ne olduğunu bilmek, bilinmesine rağmen elden bir şey gelmediği için maruz kalınan şeyin gadrinin bir an evvel geçmesini beklemektir. Sabır, tahammül, kaygı. Al sana ömre denk bir hülasa daha.
FikirBulmak için Her gün Yazmak: Bir ara her gün yazmak gibi bir alışkanlık edinmeye çalışmıştım. Aklıma o gün ne geliyorsa; okuduğum kitaplar hakkında, rüyalarım, hatalarım, aldığım dersler ..gibi her konuda yazıyordum. Ve bu yazdıklarım içinde bloğumda yazmak için fikir çıkıyordu.
KELEBEK (ÖYKÜ) Haziran 29, 2022 1. 1 “Özgür olmak istiyorum. ‘Halkın kanını emenler serbest, baklava çalan çocuklar tutuklu.’ Bizim de
Her şey bittikten sonra o keskin acı başlıyor. Karabağlı meyxanacılar gibi, Gafanlı (Günümüzde sözde ermenistan sınırı içindeki Türk şehri, Revan Hanlığı arazisindedir) meyxanacılar gibi. Onlar hala işgal altında bulunan vatan topraklarının derdiyle boğuşuyorlar. Her gün gülmek, birilerini güldürmek çok zor iş.
Eveeeeeeeeeeeeettt diye konuya giriyorum. Kasım ayında beni bekleyenler: 20 Kasım'a kadar bitmesi gereken 3 proje ( ki bunlardan ikisi direk dersi geçip geçmeme durumunu belirleyecek, bu ikiliye dahil olmayan 3. projemin ise 6 gün sonra sunulması gerekiyor ), 21-30 Kasım tarihleri arasında vizeler, 27 Kasım'da ALES.
Her gün birer deja vu gibi Bu makinenin geriye sıçrayıp Birden öne atılması gibi Perinin sürüşü Hızlanıyor; ve daha da zorluyor Perinin sürüşü Silinemez gözyaşları dökemiyor Ah, sabah güneşi doğuyor Karanlığı yarıp geçiyor Eğer hissedersen, görebileceksin Anlamlı yarınları Ah, sabah güneşi doğuyor Ufuklardan
Seniher şeyden çok, çok istedim Vuruldum avareyim Ne olurdu benim olsan Şu yaralarımı sarsan Bıktım artık yol almaktan Önüme çıkıp durdursan Gidiyorum buralardan Tüm rüzgarlar senin olsun Benden ayrı rüyadasın Dilerim bir gün uyanırsın Yıllar sonra bir gün yaşlandığında O ipek saçların ağardığında
Döşemeden bir tahta söktüm onun altında sakladım. O gece sabaha kadar korkudan çoluk çocuk hiç yatmadık. Ertesi gün o polislerin girdiği evden polislerin niçin geldiklerini sorduk, öğrendik te, bir nebze rahatladık." dedi. 'Suçluluk duygusu' budur işte.
HowardKelly, evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü. hissediyordu. Yıllar sonra genç kadın çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük bir kente gönderdiler.
ZHnUdK.
Gelin çiçekleri gelin adaylarının yüzyıllardan beridir taşıdığı en güzel ve vazgeçilmez aksesuarlardan olmuştur. Düğün günü için tarih belirlendi ise, düğün mekanı seçildi ve düğün konsepti oluşturuldu ise gelinliğinize göre gelin çiçeğinizi tasarlayabilirsiniz. İsterseniz kış düğünü yapın, isterseniz kır düğünü mutlaka sizi ve gelinliğinizi tamamlayacak bir gelin çiçeği ya da gelin buketiniz olmalıdır. Gelin çiçekleri gelinliğinize, düğünün yapılacağı mekana ve konsepte ya da mevsime göre seçilebileceği gibi sadece sizi anlatan ve sizinle özdeşleşmiş çiçeklerden de olabilir. Tercih sizin. Bu yazımızda düğün çiçekleri hakkında her bilgiye ulaşabileceksiniz ve düğün çiçekleri hakkında fikir edinebileceksiniz. Gelin Çiçeği Malzemeleri ve Seçimi Bir gelinin tamamlayıcı aksesuarları arasında olan gelin çiçeği malzemeleri gelinliğe, düğün konseptine, düğünün yapılacağı mevsime göre seçilmektedir. Gelinliğe Göre Gelin Çiçekleri Gelinliğiniz sade ise zarafetinize zarafet katacak bir gelin çiçeğiniz olmalıdır. Sade gelinliğinize tek renk bir gelin buketi tercih edebilirsiniz. Fakat sade gelinliğinizi canlandıracak bir ayrıntı ile de tamamlamak isteyebilirsiniz. O halde yapmanız gereken sizin ve gelinliğinizin önüne geçmeyecek ama ben burdayım diyecek bir gelin buketi olmalıdır. Sade gelinliğiniz için beyaz gül gelin çiçeği, beyaz şakayık gelin çiçeği, beyaz gala gelin çiçeği şahane bir seçim olacaktır. Sade gelinliğinizi canlandıracak bir detay istiyorsanız da rengarenk ortanca gelin çiçekleri, sarı lale gelin çiçeği aradığınız kriterlerdeki gelin çiçekleriniz olabilir. Düğün Konseptine Göre Gelin Çiçekleri Düğün mekanı belli oldu ve düğün konseptini düğün organizatörü ile kararlaştırdınız; o halde gelinliğinizin en önemli aksesuarı olan gelin çiçeğinin de konsepti yansıtması gereklidir. Bir kır düğünü konseptine karar verdiyseniz papatyalardan taçlar takabileceğiniz gibi gelin çiçekleri de yaptırabilirsiniz. Yeşilin tonlarından oluşan yapraklar ile beyaz papatyaların uyumu ile eşsiz bir gelin buketiniz olabilir. Eger deniz kenarında sahilde bir düğün konsepti oluşturmak istediyseniz mavi orkide gelin çiçeği size asil bir hava katacaktır. Ya da deniz kabukları ile süslenmiş mavi gelin çiçekleri konsepti birebir yansıtabilir. Bir salon düğünü konsepti tasarladınız ise yapay çiçeklerden de yararlanabilirsiniz. Düğününüzü saray konseptinde bir konak ya da yalıda yapacaksanız gümüş veyahut altın iğne işlemeli yapay gelin çiçekleri tercih edebilirsiniz. Mevsimine Göre Gelin Çiçeği Gelin çiçekleri mevsimine göre de seçilmelidir. Taze ve canlı çiçekler o mevsimin dokusunu taşımanıza olanak sağlar. Mevsiminde var olan çiçeklerden gelin buketi yaptırmak aynı zamanda daha az maliyetli de olacaktır. Eğer bir sonbahar düğünü yapacaksanız doğanın tüm pastel tonlarını gelin buketinizde kullanma özgürlüğüne sahip olabilirsiniz. Portakal nergisi gelin çiçeği ile turuncunun en güzel tonunu elinizde taşıyabilirsiniz. Sonbahar canlı gelin çiçeklerine örnekler renk renk orkideler, çikolata kozmosu, ortancalar, kalla zambağı, gerbera papatyası, aster çiçeği… Canlı çiçekler yanında kuru gelin çiçeklerini de bu mevsimde tercih edebilirsiniz. Bu tercihinizle sonbaharın bohem havasını da yansıtmış olursunuz. Tercihiniz kış düğününden yana ise bu mevsimde çok fazla çiçek seçeneğinizin olmaması dezavantaj olarak görülebilir. Fakat bu mevsimde en narin çiçekler yetişmektedir. Karların arasında yetişen kardelenler gelin çiçeğinizi süsleyebilir. Kış canlı çiçeklerine örnekler Atatürk çiçeği, siklamen çiçeği, açelya ve şebboy çiçeği… Sonbaharda olduğu gibi kış mevsiminde de kuru gelin çiçekleri tercih edebilirsiniz. Farklı bir hava yakalamak istiyorsanız kozalaklardan bir gelin buketi yapabilirsiniz. Bahar aylarında bir düğün düşünüyorsanız toprağın yeniden uyanmasını ve doğanın yeniden canlanmasını temsil eden bir gelin çiçeği tercih etmelisiniz. Laleler, zambaklar, nergis ve kamelyalar ilkbahar gelin adaylarının en çok tercih ettiği bahar gelin çiçekleri arasında yer alıyor. Yaz aylarında düğünler genellikle lüks bir otelin havuz başında, denize sıfır konumlanmış konak, yalı gibi düğün mekanlarında ya da yat ve teknelerde yapılmaktadır. Bu lüks düğün mekanlarında gelinlikler biraz abartılı olabilmektedir. Bu nedenle zarif bir orkide ile gelinliğinizin önüne geçmemiş olur bir yandan da asilliğinizi vurgulamış olursunuz. Yaz aylarında kır düğünü ya da kumsalda düğün yapacak olanlar ise gelinliklerini abartıdan uzak, uçuş uçuş tüllerden yana seçmektedir. Yaz aylarında gelinliğinizi tamamlayacak çiçekler de yazın sıcak tonlu renklerini taşımalıdır. Bu nedenle kır düğünü için gelin çiçeklerine Manolya, Lavanta ve Hanımeli örnek verilebilir. Kumsalda bir düğün için de deniz kabukları ve istiridyeler ile süslenmiş gelin çiçeği buketleri hazırlanabilir. Zarafetin Temsili Beyaz Gelin Çiçeği Sadeliğin yanında zariflikten yana olan gelinlerin taşıdıkları en güzel aksesuarları beyaz gelin çiçeğidir. Beyaz gelin çiçeklerini tercih eden gelinler genellikle sadelikten yana olan gelinlerdir. Bu gelinler beyazın duruluğuna gölge düşürecek başka bir renkte aksesuar taşımak istememektedir. Beyazlar içinde tüm çıplaklığı, duruluğu ve güzelliği ile görünmek isterler. Beyaz gelin çiçeklerine örnek olarak beyaz gül gelin çiçeklerini, beyaz orkide gelin çiçeklerini ve beyaz gala gelin çiçeklerini verebiliriz. Mevsim ve mekan farketmeksizin yazın veya kışın bu gelin çiçeklerinden biri ile gelinliğinizi tamamlayabilirsiniz. Bu nedenle beyaz gelin çiçeklerini kır düğünlerinde, kış düğünlerinde, deniz kenarında bir mekanda, bir konağın bahçesinde de aksesuarınız olarak seçebilirsiniz. Beyaz rengi aynı zamanda masumiyetin ve yeni başlangıçlarında temsilidir. Hayatınızda yeni bir dönem için beyaz gelin çiçekleri doğru tercih olacaktır. İhtişamın Temsili Mor Gelin Çiçeği Mor rengi asaletin ve ihtişamın rengi olarak tanımlanmaktadır. Mor aynı zamanda feminenliği de vurgulamaktadır. Bu sebeple gelinlerin tercih ettikleri gelin çiçekleri arasında mor gelin çiçekleri de fazlasıyla yer almaktadır. Mor renkli gelin çiçeklerine örnek olarak sümbüller, lavantalar, menekşeler ve mor renk orkideler verilebilir. Yazın ya da kışın, salon düğünü ya da kır düğünü dilediğiniz her konsepte feminenliğinizi yansıtabilirsiniz; ihtişamınızı ve asaletinizi sunabilirsiniz. Sizin düğününüz ve bu sebeple bütün görkeminiz ile mor renk gelin çiçeğini taşıyabilirsiniz. Aşkın Temsili Kırmızı Gelin Çiçeği Aşkı temsil eden her şey dünyanın her yerinde kırmızı rengi ile ilişkilendirilmektedir. Tutkunun ve arzunun rengi olarak yorumlanan kırmızı rengi, iddialı olmayı seven gelinler tarafından gelin çiçeği rengi olarak seçilebilmektedir. Özellikle kırmızı güller gelinlerin ellerinde adeta göz doldurmaktadır. Kırmızı gül gelin çiçeklerini ya da başka kırmızı gelin çiçeklerini aksesuar olarak düşünen gelin adaylarına gelinliklerini sade seçmelerini önerilmektedir. Bunun nedeni ise beyaz ile kırmızı arasında var olan dengeyi korumaktır. Kırmızı gelin çiçeklerine kırmızı güller dışında laleler, karanfiller, nilüferler ve menekşeler örnek verilebilir. Tasavvufi yönden manevi değer taşıyan kırmızı güller tesettürlü gelinlerin tercih ettikleri gelin çiçekleri arasında öncelikli yer almaktadır. Islak Lale Gelin Çiçeği Laleler genellikle sade gelinlerin tercih ettikleri gelin çiçekleri arasında yer almaktadır. Rengarenk laleler gelinlerin taşıyabileceği en güzel gelin çiçekleri arasındadır. Genellikle kır düğünlerinde tercih edilen ıslak lale gelin çiçekleri, laleyi seven her gelin için her mevsim de taşınabilecek aksesuarlar arasında yer almaktadır. Ülkemizde de yetişen rengarenk lalelere ulaşmak çok kolay olmaktadır. Bu sayede laleyi gelin çiçeği olarak seçecek olan gelin adayları dilediği renkte lale ile gelin buketini hazırlamakta özgürdür. Tasavvufi yönden manevi değer taşıyan kırmızı güller gibi laleler de tesettürlü gelinlerin tercih ettikleri gelin çiçekleri arasında yer almaktadır. Masumiyetin Temsili Papatya Gelin Çiçeği Papatyalar masumiyetin, naifliğin ve hassasiyetin temsili çiçekler olması ile nam salmışlardır. Doğada en kolay bulunan ve yetişmesi için bir bireye ihtiyacı olmayan papatyalar, bahar mevsiminde yüzlerini güneşe açarlar ve doğayı selamlar. Zarafetine ve sadeliğine gölge düşürmek istemeyen gelin adayları için papatyalar özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında kurtarıcı gelin çiçeği oluyor. Bu sebeple ilkbahar aylarında ve kır gününü yapan gelin adaylarının tercih ettikleri gelin çiçeklerini papatyalar süslemektedir. Aynı zamanda düğün konseptini bohem bir hava olarak kurgulayan gelin adayları sonbahar aylarında kurutulmuş papatyalarla hazırlanmış gelin çiçeklerini çokça beğenmekte ve gelinliğine aksesuar olarak gelin çiçeğinde istemektedir. Orkide Gelin Çiçeği Orkideler genellikle beyaz renk olarak bilinselerde aslında binbir çeşit renk ile donatılmış olanları vardır. Zarifliğini ve zenginliğini konuşturmak isteyen gelin adayları için orkide her zaman tek seçenek olmuştur. Yetiştirilmesi ve beslenmesi emek isteyen orkideler, hayatlarında yeni bir döneme girecek olan çiftlere ilişkilerine emek harcaması gerektiği sinyalini de verir. İsterseniz detaylı isterseniz sade, balık model bir gelinlik giymiş olun orkide sizi tamamlayacak ve görkeminize görkem katacaktır. Hatta gelinliğiniz sade ise renkli bir orkide seçebilirsiniz ya da beyaz orkideyi inciler ile süslediğiniz bir gelin buketine dönüştürebilirsiniz. Ortanca Gelin Çiçeği Japonya yerlisi bir çiçek olan ortancalar ülkemizde de yetiştirilmiş, beğenilmiş ve hatta gelin çiçeği olarak bile tercih edilmiş çiçeklerdir. Görüntülerinin güzelliği yanında çevreye yaydıkları o muhteşem kokuları ile de her zaman taze kalacaklarını gösterir gibidirler. Bu nedenle gelinlerin yeni hayatlarına tazelenmiş bir şekilde gireceklerinin sembolü olarak ortanca, gelin çiçekleri arasında yerini almıştır. Daha çok bahar aylarında gelinlerin ellerinde gördüğümüz orkide gelin çiçekleri, kış gelinlerinin de tercih ettikleri gelin çiçekleri arasında yer almaktadır. Ortancalar damat adayları için de güzel yaka süsü olabilmektedir. Eşleri ile uyumu yakalamak isteyen damat adaylarının yakasında taşıyabilecekleri güzel bir ayrıntı olarak dikkat çekmektedir. Başak Gelin Çiçeği Başak gelin çiçekleri bohem düğün konsepti isteyen sonbahar ve kış gelinlerinin son yıllarda tercih ettikleri gelin çiçekleri arasında yer almaktadır. Elbise tarzında sade gelinlik modelleri ile tercih edilen başak gelin çiçekleri aynı zamanda gelinlerin taçlarını süslerken, damatların da yakalarını süslemektedir. Özellikle düğün fotoğraf çekimlerini doğada yapmak isteyen çiftler için tercih sebebi olmaktadır. Modaya uygun ama bohem konseptli bir aksesuar isterseniz başak gelin çiçekleri ilk seçeneğiniz olabilir. Hassasiyeti temsil eden başak gelin çiçekleri, çiftlerin birbirine her zaman hassas davranacaklarının da sembolü olarak gösterilmektedir. Başak gelin çiçekleri tercih eden çiftler konsept olarak masa süslemelerinde de başak süslemeleri tercih ederek mekan ile uyumu yakalamış olurlar. İğne Oyası Gelin Çiçeği Canlı çiçeklerin gün boyu taze ve ilk hali ile kalabileceğini düşünmüyor olabilirsiniz. Yapay çiçeklerden de farklı bir gelin çiçeği arıyor iseniz o halde iğne oyası gelin çiçekleri tam da sizlerin tercihi olacaktır. El emeği göz nuru olan bu iğne oyası gelin çiçekleri ile evliliğinizde her daim özverili olacağınızın sinyalini verebilirsiniz. Farklı bir tarz yakalamak isteyen gelinler iğne oyası gelin çiçeklerine göz atmalıdır. İğne oyası taçları da incelemelidir. Eşleriniz ile uyumlu olmak için damat yakasına iliştirilecek küçük bir iğne oyası çiçeği hoş bir ayrıntı olacaktır. İğne oyası gelin çiçeklerini merak ettiyseniz instagramda birçok gelin temalı sayfada görebilirsiniz. Gelin çiçeği satan butikler de geniş yelpazeleri ile sizlere bu anlamda yardımcı olacak diğer seçenektir. Canlı Gelin Çiçekleri Gelin çiçekleri ne kadar farklı konsept belirlenmiş olursa olsun her gelinin taşımak isteyeceği aksesuar olmuştur. Özellikle canlı çiçekler gelin adaylarını her zaman cezbetmiştir. Fakat canlı gelin çiçeklerin gün boyu elde tutulması onların yapısını bozacak korkusu da gelin adaylarını endişelendirmiştir. Canlı gelin çiçeği tercih etmek isteyen gelin adaylarının bilmesi gereken küçük nüanslar vardır. Çiçekçinizden canlı ciçeğinize sprey sıkmasını isteyebilirsiniz. Böylece canlı gelin çiçeğiniz ilk elinize aldığınız an gibi düğün sonuna kadar korunmuş olacaktır. Yine çiçekçinizden çiçekleri canlı tutmaya yarayan sprey sıkmasını isteyebilirsiniz. Bu spreylerin az miktarda ve bir kere sıkılması bile canlı gelin çiçeğinizi gün boyu taze tutmaya yetecektir. Bir diğer isteyeceğiniz şey de parlatıcı spreyler olacaktır. Bu spreyler sayesinde çiçekleriniz her an parlak ve taze görünecektir. Yapay Gelin Çiçekleri Canlı gelin çiçeklerinin gün boyunca tazeliğini koruyamayacağını düşünen gelinler yapay gelin çiçeklerini arzu ettikleri buketlere dönüştürebiliyor. Yaz aylarında sıcaktan etkilenebileceklerini düşündükleri için yaz gelinleri yapay çiçekleri seçmektedir. Yapay gelin çiçeklerinin tercih edilmesinin bir diğer sebebi de ömür boyu saklanabilecek hatıralar olmasıdır. Ayrıca yapay gelin çiçekleri canlı gelin çiçeklerine göre daha masrafsız olduğu için gelinlerin başka bir tercih sebebi olmaktadır. İstediğiniz arzu ettiğiniz her çiçeğin yapay gelin çiçeğini bulabileceğiniz gibi farklı çiçeklerden gelin çiçeği buketi de yapabilirsiniz. Gelinliğinize, konseptinize ve düğün mekanına uygun bir yapay gelin çiçeği ile muhteşem görünebilirsiniz. Aynı zamanda gelin taçlarını ve damat yaka aksesuarlarını da yapay gelin çiçeğiniz de olan çiçeklerden tasarlayabilirsiniz. Gelin Çiçekleri Nereden Alınır? Gelin çiçekleriyle ilgili instagram gelin çiçekleri, n11 gelin çiçekleri, gittigidiyor gelin çiçeği ve çiçeksepeti gelin çiçeği başlıklarını aratabilirsiniz. Çeşit çeşit gelin çiçekleri görüntüleyebilir, sizin için en uygun gelin çiçeğini seçebilirsiniz. İnstagram üzerinden gelin’ temalı tüm sayfaları takip edebilir, butiklerin sayfalarından düğün çiçekleri sipariş verebilirsiniz. İnstagram üzerinden daha önce alışveriş yapmamış olabilirsiniz. Bu nedenle bu butiklere güven duymayabilirsiniz. Fakat çiçeksepeti, n11 ve gittigidiyor gibi sitelerden güvenli bir şekilde beğendiğiniz gelin çiçeğini sipariş edebilirsiniz. Ben gelin çiçeğimin her aşamasına şahit olmak istiyorum da diyebilir, bir çiçekçi ile anlaşabilirsiniz. Böylece gelin çiçeğiniz ile ilgili her detayı titizlikle takip edebilir, dilediğiniz gelin buketini görerek daha rahat tasarlayabilirsiniz. Gelin Çiçeği Fiyatları Gelin çiçekleri canlı gelin çiçekleri, yapay gelin çiçekleri ve kurutulmuş gelin çiçekleri olarak kategorize edilebilir. Lükse, ihtişama önem veren gelinler gelin çiçeklerinde de lüks ve ihtişam arayacaktır. Canlı çiçeklerden orkideler ya da ithal çiçekler bu gelin adaylarının önceliği olacaktır. Fakat canlı çiçeklerinin canlılıklarını koruyamayacağını düşünenen lüksü seven gelin adayları yapay gelin çiçekleri de tercih edebilir. Yapay gelin çiçekleri altın yaldızlarla işleyebilir, gümüş inciler ile süsletebilirler. İhtişamdan biraz daha uzak sadeliği benimseyen gelin adayları ise canlı çiçeklerden mevsimine göre çiçekleri seçebilir. Mevsiminde yetişen çiçekler her zaman daha masrafsız olmaktadır. Çiçeğini hatıra olarak saklamak isteyen gelinler ise yine yapay çiçekleri tercih edebilir. Daha pastel tonları tercih edebilir, süslemelerde abartıdan uzak durabilir. Kurutulmuş gelin çiçekleri ise özellikle konsept düğün hayal eden gelinlerin tercihleri arasında ve uygun fiyatlı gelin çiçekleridir. Yine gelin çiçeği fiyatları hakkında bilgi edinmek istiyorsanız n11, çiçeksepeti ve gittigidiyor gibi sitelere göz atabilirsiniz; ya da instagram üzerinden gelin çiçeği satışı yapan butikler ile iletişime geçebilirsiniz. 2019 Gelin Çiçeği Modelleri Düşlediğiniz düğün konseptine, düğün mekanına ve gelinliğinize göre gelin çiçeğinizi seçecek olsanız dahi bizce trendleri de takip etmelisiniz. Aşağı doğru akan çiçek buketleri bu yıl gelinlerin tercih edeceği gelin çiçekleri arasında olacak gibi görünüyor. Beyaz laleler, şakayıklar ve orkideler 2019 yılında da gelinlerin vazgeçemeyeceği gelin çiçeklerinin arasında yer alacak. Kır düğünlerinde papatyalar , menekşeler ve ortancalar yerini koruyacak. Lavanta ve başak gelin çiçekleri de yine bohem bir hava yaratmak isteyen gelin adaylarının tercihi olacak. Tüm bunların yanında marsala rengi 2019 gelin çiçeği modellerinde yer alacak. Özellikle romantik bir hava yaratmak isteyenler kurutulmuş çiçekler tercih etmeye devam edecekler. İddialı ve farklı olmayı seven gelinler turuncu ve sarı gelin çiçeklerine yönelebilirler. Yeşil yaprakları ile beyaz güller gelin adaylarına güzel bir gelin buketi olabilir. Beyaz gelin çiçeği modellerini incelemek için buraya tıklayabilirsiniz. olarak düğün mekanı, düğün konsepti, düğün fotoğrafçısı ve düğün organizatörleri gibi her alanda sizlere hizmet sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu nedenle sitemiz üzerinden düğün mekanları, düğün fotoğrafçıları ile iletişime geçebilir, fiyat bilgisi edinebilirsiniz. Yine sitemiz içerisinde yer alan blog sayfamızdan da gelin çiçeği başlıklı bloğumuz gibi daha birçok merak edilen başlıkta paylaşım yapıyoruz. Her sorunuza cevap verebilmek bizleri mutlu ediyor. Aynı zamanda sizleri mutlu etmek bizleri onurlandırıyor. Ayrıca gelin çiçekleriniz ile uyumlu birbirinden güzel tektaş yüzük modellerini incelemek için buraya tıklayabilirsiniz. Gelin çiçeğinizi arkadaşlarınıza hangi müzik eşliğinde atmak isterdiniz? Düğün orkestraları, müzik grupları ve en iyi DJ’leri buradan inceleyebilirsiniz.
Türkçe Öğretimi Bu blog Medya Okuryazarlığı ve Türkçe eğitimi dersi kapsamında hazırlanmış bir ödev blogudur. içerikler Ana Sayfa DERS SUNUMLARI GAZİ'DE YAŞAM HER GÜN YENİ BİR KELİME ETKİLEŞİMLİ GÖRSEL SUNUM PREZİ KENDİMİZİ ÖLÇELİM TAVSİYE KİTAPLAR REKLAMLARI OKUMAK UYGULAMALAR KARİKATÜRLER ÇİZGİ FİLMLERİ OKUMAK KELİME BULUTU KONU ANLATIMI SCREEN YAZMA BECERİSİ 8. SINIF HER GÜN YENİ BİR KELİME Hayat yeni şeyler öğrendikçe güzel... Gel beraber her gün yeni bir kelimenin anlamını öğrenelim. Hiç yorum yok Yorum Gönder Ana Sayfa Kaydol Kayıtlar Atom
KELOĞLAN İLE BALIKBir gün Keloğlan odun kesmek için ormanın yolunu tutar. Giderken “imdaat, beni kurtarın!” diye bir ses duyar. Sağına bakar soluna bakar kimseyi göremez. Aynı sesi tekrar duyar. Bakınırken bir de ne görsün! Toprağın üstünde bir balık “imdaat beni kurtarın!” diye bağırıyor. Meğerse balığı sudan çıkarmışlar. Kendini suya atacak birisi duysun diye bağırıyormuş, Keloğlan balığı suya Keloğlan benim hayatımı kurtardın. Sana minnet borçluyum. Sana hediye vermek istiyorum. Dağdan dönüşte bana uğra sana bir şey söyleyeceğim, der. Keloğlan dağdan döner. Suyun yanına gelir. Balık suyun kenarındadır. Balığa– Dönüşte bana uğra demiştin. Geldim, söyle ne diyeceksin?– Şu dağı görüyor musun?– Evet görüyorum?– O dağın arkasında bir torba var. Falan yerde, git onu al, ihtiyacın olunca Açıl susam açıl! dersin açılır. İhtiyacını karşılarsın. İhtiyacını karşılayınca Kapan susam kapan! dersin kapanır. Fakat bu sırrı kimseye söyleme ki çaldırırsın, dağın arkasındaki torbayı alır. Eve getirir. Eve gelince anasına– Ana, ana! Bana bir balık bunu verdi, der. Anası– Keloğlum, keleşoğlum! bir balıktan ne beklenir. Nedir onun içindeki diye merak – Açıl susam açıl dersin açılır. Her istediğini verir. Kapan susam kapan deyince kapanır der. Keloğlan anasının yanında bunları söyler ve kocaman bir sofra açılır. Görmediklerini ve yemediklerini yerler. Karınlarını iyice anasına– Ana ben bunu komşulara göstereceğim, Keloğlum, bundan kimsenin haberi olmasın. Sır saklamasını bilmelisin. Yoksa çalarlar anasını dinlemez, gider komşuları çağırır, olanları anlatır. Torbayı gösterir açıl susam açıl der her istedikleri gelir. Komşularla birlikte yerler içerler. Kötü komşulardan birisi Keloğlan’ı kıskanır ve torbanın aynısını yapar, Keloğlanın sihirli torbası ile yer gün Keloğlan karnı acıkınca torbaya– Açıl susam açıl! der torba açılmaz. İki kere daha der yine açılmaz. Keloğlan tekrar ormanın yolunu tutar. Suyun kenarına gelir. Balığa der ki– Balık, balık! Senin verdiğin torba birinci gün çalıştı. İkinci gün pıss… sana bir torba daha var, aynı yerde git onu al. Ama kimseye gösterme, sırrını söyleme der. Keloğlan gider aynı yerden ikinci torbayı da alır eve getirir. Anasına– Ana ana! Balık bana bir torba daha verdi, der. Keloğlan ikinci torbayı da açar bakar ki bir de ne görsün? Sihirli bir değirmen. Çevirdikçe para çıkarıyor. Anası– Keloğlum, bunu bari kimseye gösterme, çalarlar yine parasız kalırız der. Keloğlan balığın da anasının da sözünü dinlemez yine komşuları çağırır. Sihirli değirmenin hünerlerini gösterir. Kötü komşu kötü bir değirmen yaparak, sihirli değirmeni ile yer değiştirir. Ertesi gün Keloğlan değirmeni çevirir çevirir para çıkmaz. Yine ormanın yolunu tutar. Balığa– Balık, balık ! Senin verdiğin değirmen birinci gün iyiydi, ikinci gün pıs…. Balık bu sefer kızar– Bak Keloğlan, bu son şans. Yine aynı yerde bir torba daha var. Git onu al. Dediklerimi yap der. Keloğlan eve gelir anasına– Ana ana! Bak bana balık bir şans daha tanıdı der. Keloğlan üçüncü torbayı da açar ve içine bakarlar ki bir tokmak. Bu tokmak, vur tokmadığım vur! deyince çalışır. Dur dokmağım dur deyince durur. Balık bu tokmağı hırsızları cezalandırmak için vermişti. Keloğlan tokmağı anlatmak için komşularına gösterir. Vur tokmağım vur deyince tokmak kötü komşunun başına vurmaya başlar. Onu eşek sudan gelinceye kadar döver. Keloğlan– Demek bütün sihirli torbalarımı sen çaldın? ha! Der. Kötü komşu– Hayır ben çalmadım, dedikçe tokmak ben çaldım, toprağın altına gömdüm. Gider bakarlar ki sofra çürümüş, değirmen sırada tokmak Keloğlan’ın başına da vurmaya başlamış. Keloğlan acısından tokmağı nasıl durduracağını unutmuş. Eşek sudan gelinceye kadar dayak yer. Sır tutmamanın ve anasının, büyüklerin sözünü dinlemememin cezasını sizde büyük sözü dinlemez ve gerekli yerde sır tutmazsanız başarılı VE SAZIBir varmış, Bir yokmuş Evvel zamanların birinde bir Keloğlan, keleş Oğlan varmış.. Anasıyla beraber köyde fakirane bir hayat sürerlermiş..Fakirlik adeta yıl, anası bu fakirlikten kurtulmak için çok uğraşmış, ama, bir türlü ne mi yaparmış?Birkaç keçi ile bir de eşeği varmış. işte her gün, gün doğarken eski püskü evinden çıkar, meralara, çayırlara uzanır, eşeği ve keçilerini bir güzel doyurduktan sonra, türkülerle, şarkılarla evine arkadaşları, kendisini her gördükle rinde– Yaşlı kadının Keloğlan’ı, eşeğinin bile yoktur palanı, diyerek dalga geçerler, bir de kahkahalarla kendilerinden keresinde, şikayet dilli olarak, bütün bunları anasına aktarınca, işittiği sözler ekseriya şöyle olur muş– A benim biricik oğulcuğum, ne yapalım? Bizim de kaderimiz böyleymiş. Gelen giden ne olsa söyler. İnsanların ağzı torba değil ki büzeyim. Üzme tatlı canını, hem de bu ihtiyar bu sözlere itiraz etmiş– Hayır ana, arkadaşlarımın lafları çok dokunu yor bana. Yarından tezi yok ineceğim kasabaya. iş bulacağım kendime, çok para kazanıp döneceğim evime. Görsünler neymiş Keloğlan…Ne yapsın, ne desin anası– Peki oğlum, madem öyle düşündün. Bildiğin gibi yap, ama, beni de unutma. Yolun açık kasabaya Keloğlan. Tuvalete gitmiş, bekçinin yerinde olmadığını görmüş. Fırsatı değerlendirmiş. Gelenlerden aldığı parayı cebine atmış. On beş kuruş, para kazanmış. Bir miktar yiyecek ve yün almış. Evine gelmiş.– Ana, demiş, işte yiyecekler. Şu da yün. Eğir, çorap yap, anası– Gözlerim görmez oldu Keloğlanım. Yapamam, anla nihayet anası. arkadaşları takılırlarmış.– Yaşlı ködının Keloğlan’ı, eşeğinin bile yoktur gibi laflara, artık daha Fazla dayanamayan Keloğlan, ne yapıp edip, şu fakirlik belasından kurtulmaya yemin etmiş. Birçok plan, program yapmış, amma bunların hemen hepsi kocaman birer akşam köyde bir düğün anasından izin alıp düğüne delikanlı, elinde sazı çok güzel türküler söylermiş. Halk adeta keyfinden yerlere yatarmış. Türküler bitmiş, herkes delikanlıya bahşiş vermiş. Bir bohçayı dolduran delikanlı, bu türkülerin üstüne bir türkü da ha bayılmış bu sazcı gibi saz çalıp türkü söylemeye çok bahşiş atıp anası ile birlikte fukaralığa son vermek istermiş. Önce, bir saz gerekiyor tabii. Parası yokmuş ki, gidip bir saz alsın. Arkadaşı yokmuş ki ödünç istesin. Dedesinden kalma bir dut ağacı varmış. En kalın dalını kesmiş, götürmüş bir saz ustasına.– Ustam, demiş, büyük hayır alırsın, bana bir saz yap, işte dut dalı.– Önce para, önce para Keloğlan, diye söylenmiş adam.– Yok, karşılığını vermiş bizimki.– Öyleyse, benden de saz yok, hadi yaylan bakalım, diyerek, sözünü bağlamış kafayı bir kere takmış ya Keloğlan, üstelemiş.– Bir sazlık dal getireyim sana, olur mu?– Hah demiş, kelini şimdi çalıştırdın, beni de razı ettin. Sazını üç gün sonra gel ol. Ama gelirken de bir sazlık dut dalı getirmeyi unutma, yoksa avucunu zıplaya çıkıp gitmiş Keloğlan, şimdiden eline aldığı değneklerle saz çalma provaları yaparmış. Üç gün sonra, dut dalını da alıp saz ustasının dükkanına varmış. Ama saz çalmayı bilmediği için, yalvarmış.– Ey ünlü sazcı, gel de bana acı. Budur derdimin ilacı, hem de başımın tacı. Kurbanın olam senin, şu sazı öğret…Usta– Ulan Keloğlan, iyi günüme denk geldin, illaki beni mecbur ettin… Otur bakayım şuraya, demiş ve tarif çalmayı kısa sürede öğrenen Keloğlan, her sabah önüne kattığı keçileri ve eşeğiyle akşamlara kadar saz çalıp, türkü söylermiş. Tın tın tellere vurur, hop oturur hop henüz köylüleri, onun ne güzel saz çalıp, türkü söylediğini bilmezlermiş. Bu nedenle hep alay böyle söyleyenlere şöyle dermişGülün ey insanlar siz gülünNe getireceği belli olmaz yarınki gününGülün ey insanlar siz gülünİyi bir saz ustası olayım da elinden ne kaçabilir!.Keloğlan, artık yavaş yavaş düğünlere gitmeye, saz çalıp türkü söylemeye ciddiye almayanlar varmış. Onlara da şöyle demişAlay etmeyin öyle benimleİşim olmaz artık sizinleSazımı alacağım bakın elimeParaları atacaksınız kahkahalar, köyün semalarında dalgalanmış. Buna sinirlenen keloğlan, almış sazı eline, vurmuş yanık bir garip KeloğlanımEşeğimin yok palanıVarım yoğum doğrulukturHiç de sevmem ben bir süre sonra bahşişler gelmeye başlamış. Cepleri almaz anasına koşmuş. Anası nasıl sevinmesin ki…Böyle düğünlere gide gide, artık ünlü bir türkücü ve sazcı olmuş bir gün,– Ah Keloğlanım, görüyorsun artık perişanım, demiş. Gözlerim görmez, ellerim tutmaz oldu. Ocağımızda bir gelin olsa da, ben bir kenara çekilsem. Ha! Ne dersin dazlak kafalı oğlum?Keloğlan acımış anasına.– Benim öyle biri aklımda yok ana, senin varsa söyle, bir kızı önermiş– Küpçü Ali’nin kızı tam bize göre…– Olmaz ana, diye karşı çıkmış oğlu, olmaz. Küpçü Ali çulsuzun biri. O dediğin kızı kendime karı, sana gelin boynunu bükmüş– Ah saf oğlanım, vah Keloğlanım! Zengin kapısı bize açılmaz. Bırak bu ham hayali, görüyorsun işte bu yapsın Keloğlan, anasından geçememiş.– Peki, sırf seni kırmamak için, ses çıkarmıyorum. Nasıl biliyorsan öyle belini tuta tuta gitmiş, Küpçü Ali’nin kapısını tıklatmış.– Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kızını oğluma eş, kendime gelin yapmaya geldim, Ali, kötü kötü sırıtmış.– Bak sen bizim Keloğlan’ın anasına. Var git işine be kadın. Yemeye ekmeğiniz yok, bir de gelmişsin kapıma kız sözleri kapı aralığından dinleyen kız, çok üzülmüş. Çünkü bir düğünde saz çalıp türkü söylerken gördüğü Keloğlan’a aşıkmış. Ama, hiçbir şey diyememiş, çünkü babasından çok evine dönünce halinden anlamış oğlu ve konuşmuş.– Ana ne bu halin, vermedi mi yoksa kızını Küpçü Ali?Ağlamış ihtiyar kadın– Kovdu beni, sen önce yemeye ekmek bul, bu olaya üzülmemiş doğal olarak. Fakat, zenginlik neymiş, nasıl olurmuş, gösterecekmiş Küpçü Ali’ çıkarmış ahırdan, sazını vurmuş omzuna, öpüp anasının ellerinden, duasını binip yollara TUZBir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Tıngır elek, tıngır felek demişler, bu masalı şöyle varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış. Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş. En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar, küçük kızı da tuz kadar severim küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş. Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş. Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş. Kocası da olur demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım AĞAÇÇok, ama çok eskiden, güzel bir yaz günü kadı efendinin kapısı vuruldu. Gelenler iki kişiydiler. Hallerinde telaş ve heyecan vardı. Yaşlıca olanı söze başladı..“- Ey kadı efendi, ey adalet dağıtmakla görevlendirilmiş hâkim! Lütfen beni dinleyiniz. Bir yıl kadar önce Hacca gitmeye niyetlendim. Yol hazırlıklarına başladım. Değeri yüksek, kıymetli bir yüzüğüm vardı. Yolda kaybolmasın diye getirip bu arkadaşa verdim. Çünkü hem kapı komşumuzdu, hem de ona çok güveniyordum. “Al dedim, bu yüzük sende emanet olarak kalsın. Dönersem alırım.” Sözü fazla uzatmaya gerek görmüyorum efendim..Üç gün önce memleketime döndüm. Yüzüğümü istediğimde “Ne yüzüğü, ben senden hiçbir şey almadım” diye inkar etti. “Şahidin yok, senedin yok…” diyor. Böyle müslümanlık olur mu kadı efendi.. yalan yere yemin etmek, emanete hıyanetlikte bulunmak münafıklık değilse nedir?..”Kadı efendi yaşlı adamın sözlerini dikkatle dinledikten sonra genç olana döndü“- Peki dedi, sen ne diyorsun bu iddiaya? Yüzüğü aldın mı gerçekten?” Genç adam şaşırmış gibi gözükerek– Ne diyeyim kadı efendi dedi. Yalan söylüyor. Maksadı sizi aldatmak. Ben yüzük filan almadım. İftiranın böylesi de görülmüş değil. Tek delili yok. Tek şahidi yok!”Kadı efendi bir süre düşündükten sonra yaşlı adama döndü. Zavallı neredeyse ağlayacak gibiydi..– Beni dinle dedi. Senin yüzük havaya gitti galiba. Şahidin ve delilin yok. Söyle bakalım yüzüğü nerede verdin?” Yaşlı adam – Güneşli bir gündü diye şöze başladı. Yolun kenarında bir ağaç vardı. Çevremizde de kimseler yoktu. Orada vermiştim. Ne bileyim böyle inkar edeceğini.” – Yaa, diye mırıldandı kadı. Öyleyse git ve o ağaçtan bana bir dal getir. Kimbilir, belki Allah o dalları konuşturur da kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkar. Sen gidip gelene kadar bu adam da yanımda beklesin…”Yaşlı adam emri yerine getirmek için hemen çıktı. Ne var ki aradan çok uzun bir zaman geçtiği halde dönmedi. Kadı efendi de, genç adam da beklemekten sıkıldılar. Sonunda kadı-Nerede bu adam diye mırıldandı..Gideli iki saat oldu ama hâlâ dönmedi?” Genç adam tedbirsiz davranıp söze karıştı“- Kanât taksa bile hemen dönemez efendim dedi. Çünkü o ağaç epeyce uzakta…” Kadı bunları duyunca öfkeyle ayağa fırlayıp bağırdı– İşte dedi, yalan söylediğin ve yüzüğü al- dığın ortaya çıktı. Kurduğun tuzaklar boşa yüzüğü almamış olsaydın, o ağacın ne kadar uzakta olduğunu da bilmezdin. Gördün değil mi, ağaçlar nasıl konuşuyormuş… Hiç duymadın mı sen, yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Hemen yüzüğü getirip teslim et…”KURT İLE TİLKİBir leylek geçiyormuş bereket versin,Allem kallem anlatmış derdini;Koşmuş imdadına değil cerrah mübarek;Gaga dersen makastan gibi gırtlağına,Çıkarıvermiş deyip ücretini ücreti? Demiş mı ediyorsun babalık?Canını kurtardığım yetmiyor daBir de ücret ha?Ağzıma girmişken kafan,Bir kapsam ne olurdun?Bu ne nankörlük be!Çekil git, bir daha da elime düşmeKÜÇÜK BEYAZ BULUTKüçük beyaz bulut dağların üzerinde gülümsedi. Armut ağacının gölgesinde yatmakta olan Hasan, gözlerini küçük beyaz buluttan ayırmadan kardeşi Esma’ya seslendi– “Esma bak, buluta bak buluta.”Esma, buluta baktığında; onun, küçük, tekerlekli bir bisiklete benzediğini şaşarak izledi.– “Benim de öyle bir bisikletim olacak.” dedi Hasan.“Benim de uzun saçlı, kocaman bir bebeğim olur mu?” diye düşündü Esma. Küçük beyaz bulut, o anda upuzun saçlı kocaman bir bebek oluverdi. Esma’nın minicik beyninde büyüdükçe büyüdü, kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Alır mıydı babası?“Yağmur yağar, iyi ürün alırsak alacağım” demişti. Ama alır mıydı? Elindeki çapayı cılız pamuk saplarının dibinde birkaç defa gezdiren Cemal doğruldu, belini tutarak. Yüzünü armut ağacına çevirdiğinde; çocuklarının gökyüzünü izlediklerini gözledi. Küçük beyaz bir buluttu gözledikleri. Bu mevsimde bir pamuk yumağı gibi gökyüzünde belirir, sonra yitip giderlerdi. Ne gölge verirler, ne de yağmur olup bereket sunarlardı. Yarı eğildi, çapayı yavaşça kaldırıp, ümitsizce indirdi susuzluktan çatlamış kuru toprağa. Birkaç güne kalmaz bu pamuklar kuruyup giderlerdi… Hacer, kovanın ipini saldıkça saldı kuyuya. Yetmedi ip, eğilip uzandı kuyunun taşına, kolunu uzatabildiği kadar uzattı. Güç bela doldurabildi kovayı. Nereye gitmişti bu sular? Akarsular kurumuş, kuyularda su bitmişti… Hasan, tekrar bulutu göstererek– “Esma bak, dedi. Şimdi de kamyon oldu.”Hafiften gülümsedi çocuklara küçük beyaz bulut, sonra kendisini belli belirsiz esen rüzgara bıraktı. Dede oldu, koyun oldu, uçurtma, tren, umut oldu, umutsuzluk oldu. Kendisine katılmak isteyen su tanecilerinden özenle uzaklaştı. Büyük kara bulutlara hiç yaklaşmadı. Kaç zaman geçmişti hatırlayamadı, tekrar rastladığında başı öne eğilmiş, gözleri dolmuştu Hasan’ın. Cemal, tarlanın bir köşesinde acı acı çekiyordu sigarasını. İçinde Hasan’a vurduğu tokadın burukluğu… Küçük beyaz bulut bisiklet oldu, uzun saçlı kocaman bir bebek oldu, kamyon oldu ama ne Hasan’ın, ne de Esma’nın öne eğilmiş başlarını yukarıya damla yaş süzüldü Esma’nın gözlerinden, içinde uzun saçlı kocaman bir bebek olan, iki damla yaş ıslattı beyaz bulut, birden bire karardı, ağladıkça ağladı… Bereket DENİZ KIZIBir zamanlar denizin derinliklerinde, garip bitkiler, yosunlar, irili ufaklı balıklarla birlikte altı deniz kızı yaşarmış. içlerinden en küçüğü ve en güzeli olan deniz kızının en büyük dileği suyun üstüne çıkabilmekmiş. Ama, bunun için on beş yaşına gelmesi gerekiyormuş. işte o zaman mercan kayaların üstüne oturup, gemileri,ormanları, şehirleri görebilecekmiş. Yaşını dolduran ablası, suyun üzerine çıkıyormuş. Ama hiçbiri yeryüzünü görmek için onun kadar deniz kızının dünyayı görmesi için daha beş yılı varmış. Ama yeryüzü hakkında söylenenler onun aklından hiç çıkmıyormuş. On beş yaşına giren ablaları suyun yüzünde rahatça dolaşabiliyorlarmış. Gördüklerini küçük deniz kızına anlatıyorlarmış. Ah ! Küçük kız kardeş nasıl da onları dinliyormuş. Büyük şehirleri, ormanları, şatoları, gemileri gözünde canlandırmaya çalışıyormuş. Kardeşlerden biri, bir gün suda oynayan çocuklara rastlamış. Onlarla oynamak istemiş. Ama çocuklar korkup, kaçmışlar. Sonunda beklenen gün gelmiş! Küçük deniz kızı, {`}{`}Hoşça kalın!{`}{`} demiş ve su yüzüne çıkmış. Hava serin ama deniz sakinmiş. Büyük bir yelkenli de hemen oracıktaymış. Denizciler şarkılar söylüyormuş. Rengârenk ışıklar gemiyi kız, gemiye yaklaşmış. Dalgalar onu yükseltince de yuvarlak pencerelerden içerisini güzel giyimli bir sürü insan varmış. Ama içlerinden en güzeli genç bir prensmiş. Prens, gülen gözleriyle herkesin elini sıkıyormuş. Vakit iyice geç olmuş. Küçük deniz kızı hala prensi seyrediyormuş. Birden uzaklarda şimşekler çakmaya başlamış. Gemiciler bağrışıyormuş-Fırtına çıktı! Fırtına!..Gemi dalgalı sularda batıp çıkmaya başlamış. Küçük deniz kızı tehlikeyi sezmiş. O anda da gemi batmış. Prens dalgalarda kaybolmuş. Hayır ! Prens ölmemeli denizin derinliklerine dalmış. Prensi bulunca suyun yüzüne kopan kalaslar ve direkler azgın dalgalara karışıyor küçük deniz kızına zor anlar çarpabilir hatta bunların hiç birini düşünecek durumda düşüncesi prensi azgın dalgalardan kurtarmakmış. Prensin yavaş yavaş bütün gücü tükeniyormuş. Kolları ve bacakları cansız gözleri kapalıymış. Eğer küçük deniz kızı onu kurtarmasa azgın sularda kaybolup gidecekmiş. Prensin başını devamlı suyun üstünde tutmaya çalışmış. Kendini onunla birlikte suyun akışına bırakmış. Epeyce bu şekilde gitmişler. Nihayet kara görünmüş. Gecenin bir vaktinde karaya çıkmışlar. Küçük deniz kızı geceyi prensin başından ayrılmadan hava aydınlanmış. Yemyeşil kıyıların önünde büyük bir bina eski bir şatoymuş. Bahçesinde portakal ağaçlarıyla palmiyeler küçük bir koydan içerilere uzanıyormuş. Su sanki ama küçük deniz kızın azgın dalgalarla boğuştuğu gecenin, sonunda prensi böyle bir yere getirmeyi kızı, prensi kıyıya yatırmış. Prens biraz kendine gelir gibi olmuş. Ama gözleri hala kapalı, yüzü ise solgunmuş. Küçük kız onun güzel ve geniş alnını bir gonk sesiyle birçok genç kız bahçeye çıkmış. Küçük deniz kızı, hemen kayanın arkasına saklanmış. Genç kızlar prense yaklaşmışlar. Prens etrafındaki kızlara gülümsüyor, kendisini azgın dalgalardan onların kurtardığını sanıyormuş. Onlara teşekkür etmiş. Deniz kızı, üzüntü içinde denizin derinliklerine geri küçük kız mutsuz ve düşünceliymiş Sabah akşam prensi bıraktığı koya gidiyormuş. Fakat prensi göremiyor, eve üzgün dönüyormuş. Tek tesellisi, çiçekli bahçesindeki prense benzeyen mermer heykele bakmakmış. Sonunda dayanamamış. Ablalarına olanları anlatmış. Beş prenses onu prensin şatosuna götürmüşler. Artık deniz kızı, prensin nerede yaşadığını biliyormuş. Her gün onu gizlice görmeye akşam küçük bahçesinde otururken aklına deniz büyücüsüne gitmek gelmiş. “Belki bana yardım eder, akıl verir.” Diye düşünmüş. Büyücünün yaşadığı mağaraya kadar yüzmüş. Burası korkunç bir yermiş. Suyun içinde uzun ve iri su yılanları yüzüyormuş. Büyücü onu görünce korkunç sesiyle demiş ki-Ne istediğini biliyorum . Balık kuyruğunu iki bacakla değiştirmek istiyorsun? Tam bir insan olabilmen için sihirli bir şurup hazırlayacağım . Onu kıyıya götürüp, gün doğmadan içeceksin . Kuyruğun eriyecek ve bacak şekline dönüşecek. İnsan kılığına girince de tekrar deniz kızı olamayacaksın, demiş.— Eğer prens seni sevmez, başkasıyla evlenirse parçalanıp bir köpük haline geleceksin, diye de kızı yakışıklı prensi düşünerek– Kabul ediyorum, demiş.— Ama bu sihrime karşılık bana güzel sesini vereceksin. Kabul ediyorsan dilini uzat, onu keseceğim, demiş..-Kabul, demiş, deniz sihirli şişeyi almış. Şişe, küçük deniz kızının elinde bir yıldız gibi parlıyormuş. Korkunç ve karanlık mağaradan hızla uzaklaşmış. Uzaklarda babasının şatosunu görmüş. Şatonun ışıkları sönükmüş. İçeriye girmeye cesaret edememiş. Oysa babasıyla vedalaşmayı çok istiyormuş, ama konuşamazmış. Bir daha görmemek üzere onlardan olduğu tarafa gitmiş. Kız kardeşlerinin bahçelerinden birer çiçek koparmış. Sonra kardeşlerine binlerce öpücük yollamış. Tüm sevdikleriyle bu şekilde sessizce vedalaşmış. Ve prensine kavuşmak için oradan ayrılmış. . Kıyıya doğru hızla yüzmüş, yüzmüş. Güneş doğmadan kıyıya çıkmış. Büyücünün verdiği sihirli şurubu bir kayanın üzerine oturarak içmiş. Kısa sürede sihirli şurup etkisini göstermeye başlamış. Vücudu bir bıçakla kesilir gibi olmuş. Her tarafında dayanılmaz ağrılar başlamış. Öyle şiddetli acı çekmeye başlamış ki dayanılır gibi değilmiş. Bu acılara daha fazla dayanamamış. Bayılmış. Uzun zaman hareketsiz kalmış. Güneş yavaş yavaş yükselmeye başlarken, küçük deniz kızı uyanmış. Hala bütün vücudunda dayanılmaz acılar duyuyormuş. . Fakat o da ne? Prens orada, yanı başında kara kara gözleriyle kendisine olarak ayılamadığı için balık kuyruğunun kaybolup yerine bacaklarının geldiğini fark edememiş. Prens, üşümesin diye küçük kızın üzerini peleriniyle örtmüş. Küçük deniz kızı yavaş yavaş kendine gelmeye başlamış. Prens ona kim olduğunu, neden burada bulunduğunu sormuş. Fakat küçük deniz kızı o kederli gözleriyle konuşamadan bakmış. Prens, kızı elinden tutup sarayına kadar götürmüş. Küçük deniz kızı, yürürken acı çekiyormuş. Sanki keskin bıçaklar üzerinde yürüyor gibiymiş. Küçük kız, büyük bir sabırla bu işkenceye dayanıyormuş. Ona bu dayanma gücünü prense olan sevgisi veriyormuş. Prensin yanındaki herkes, küçük kızın uçar gibi uyumlu yürüyüşünü hayranlıkla izliyormuş. Çok acı çekse bile, bir tüy gibi hafif adımlarla dolaşıyor, merdivenleri uçar gibi çıkıyormuş. Gittiği her yerde ondan güzeli yokmuş. Ama o, ne konuşabiliyor ne de şarkı söyleyebiliyormuş. Prens heyecanla haykırmış– Bu sensin! Hayatımı kurtaran genç kız! Prens yanılıyormuş. Ama neye yarar! Küçük deniz kızı yüreğinin sızladığını kurtaranın küçük deniz kızı olabileceği hiç aklına gelmiyormuş. Prens, küçük deniz kızına -Ne kadar mutluyum. Onu bulduğuma inanamıyorum. Benim mutluluğum seni de sevindirsin , demiş. Bu durumda küçük deniz kızı, düğün gecesinin sabahı ölecek ve sonsuza dek köpük olarak kalacakmış. Düğün büyük bir törenle yapılmış. Küçük deniz kızı gelinin eteğini tutuyormuş. Kulakları müziği duymuyor, hiçbir şeyi de görmüyormuş. Orada bulunan diğer kızlar prensin ve kral ailesinin önünde şarkı söylemişler. İçlerinden biri diğerlerinden daha güzel şarkı söylüyormuş. Prens de onu gülümseyerek alkışlıyormuş. Küçük deniz kızının içine bir hüzün çökmüş. “Prensin yanında olabilmek için sesimi verdim. Ah! Bunu bir bilse” diye düşünüyormuş. Prens ise onu bir kardeş gibi seviyormuş. Onunla evlenmeyi aklına bile getirmiyormuş. O sırada, prensin komşu ülkenin kralının kızı ile evleneceği söylentileri çıkmış. Kralın kızını istemeye gitmek için de büyük bir gemi hazırlanmış. Herkes gemiye binmiş, komşu ülke gitmeye hazırlanıyorlarmış. Küçük deniz kızı da prensle birlikte gemiye binmek üzere hazırlanmış. Yolda prens ona komşu kralın kızını asla sevemeyeceğini söylemiş. “Aslında, beni kurtaran kızı arıyorum,” diyormuş. Ertesi sabah gemi limana girmiş. Çanlar çalmış, askerler selam durmuş. Günlerce eğlenceler düzenlenmiş. Prenses bir süre sonra ortaya çıkmış. Güzel yüzlü ve zarifmiş. Cana yakın, gözleri gülümsüyormuş. Sadece ölüm saatini ve kaybettiği şeyleri düşünüyormuş. Yeni evliler akşam gemiye gelmişler. Geminin ortasına altın işlemeli bir çadır kuruluymuş. Prens ve prenses burada dinlenecekmiş. Küçük deniz kızı da güvertedeymiş. Düşünüyormuş. Prens için sesini, kaybetmiş, dayanılmaz acılar çekmiş. O ise bütün bunları, çektiği acıları bilmiyormuş. Güvertenin parmaklıklarına dayanmış ağlamaya başlamış. Birden ablalarını görmüş. Ablaları saçlarını görünüyorlarmış.—Saçlarınızı sabah olunca ölmemen için büyücüye verdik, ablalarına bir hançer vermiş. Ablaları hançeri küçük kıza uzatıp Bu hançeri güneş doğmadan prensin kalbine sapla. Kanı senin ayaklarını ıslatınca tekrar deniz kızı olabileceksin. Köpük haline gelmeden üç yüz yıl yaşayacaksın. Aman acele et! Gün doğmadan önce ikinizden birinin ölmesi gerek. Prensi öldür ve çabuk gel ! etmesi için-Unutma güneşin doğmasına bir kaç dakika kaldı. Acele etmelisin . Yoksa sen öleceksin ! Diye iç çekerek dalgalar içinde kaybolmuşlar. Küçük deniz kızı çadırın kapısını açmış. Prensle prensesin derin uyuduklarını görmüş. Eğilmiş, prensi alnından öpmüş. Önce hançere, sonra prense bakmış. Kıyamamış. .. Derken vakit kızın elindeki hançer titremeye başlamış. Kızı hızla, uzaklara, dalgalara fırlatmış. Güneş ışınları dalgaları aydınlatıyormuş. Vücudu hemen eriyivermiş. Köpük haline gelmiş. Köpükler üzerindeki , minik baloncuklardan biriymiş artık. Bütün baloncuklar havada uçuşuyorlarmış. Küçük deniz kızı yükseğe hep daha yükseğe çıkmış. Köpükten ve diğer baloncuklardan uzaklaşmış.—Nereye gideceğim şimdi? Diye sormuş, kendi kendine.—Gök kızlarının yanına, demiş baloncuklardan biri .Gök kızlarının yanında üç yüz yıl insanlar için iyilik yapabilirsen tekrar insan olabilirsin. Gök kızlarının yanına doğru yükselirken doya doya ağlamış. Prense son kez bakıp gülümseniş. Diğer baloncuklarla birlikte, geminin üstünden geçen bulutlara doğru hızla İLE PERİBir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel ülkelerden birinde, bir padişah yaşarmış üç erkek evladıyla birlikte. Evlatları büyümüş, yakışıklı birer delikanlı olmuş yıllar geçince. Derken, padişah oğullarının mürüvvetini görmek istemiş“-Hadi evlatlar, buyrun evlenin” demiş. Demiş de, üç delikanlı, evlenecek kız görememiş çevrelerinde. .“-Hani padişah babamız, kısmetimiz nerede?” diye sormuşlar, evlenecek kimsecikler bulamayacakları endişesiyle. Padişah bu, bütün düğümleri çözmek onun görevi. Düşünmüş nerede, nasıl bulabilir evlatlarının kısmetini. Sonunda karar vermiş, üçünü de çağırtmış yanına. Birer ok ile yay uzatmış onlara“-Atın bu okları. Okunuz kimin avlusuna düşerse, size o adamın . kızını alacağım” demiş. Delikanlılar arasında bir heyecan rüzgarı esmiş. Ama delikanlı değiller mi? Yayı gererken elleri titrer mi?…Titrememiş atışı büyük oğlan yapmış. Oku bir atmış, pir atmış. Ok gitmiş gitmiş, vezirin evinin avlusuna hemen vezire adamlarını göndermiş, kızını istetmiş. Vezirin kızı pek olduğu kadar elinden iş de gelirmiş. Kırk gün kırk gece süren düğün dernek ile büyük oğlan ile vezirin kızı, mutlu mesut dünya evine sıra ortanca oğlana oğlan da okunu atmış. Ok yaydan bir fırlamış, kaşla göz arasında vekilin evinin avlusunu boylamış. Padişah hemen oraya da adamlarını salmış. . Vekilin kızı da alınmış. Vekilin kızı da vezirin kızını aratmıyormuş hani. O kapkara ceylan bakışlı gözleri, o kapkara kıvrım kıvrım zülüfleri. Bir bakan bir daha dönüp bakar, bakışları çok can yakarmış. Kırk gün kırk gece düğün dernek,ortanca oğlan ve vekilin kızı için de yapılmış, düğünün güzelliği de . dillerde sıra küçük oğlana gelmiş. Küçük oğlan almış okunu, şöyle güzelce germiş yayını. Gerilen yayı değil, gönül teliymiş bırakacak, oku, kaçıp kısmetini bulacak, güneş bulutların arasından başını uzatmış, küçük oğlanın gözünü almış. Oğlan bir an ne olduğunu anlamamış, gözleri kamaşmış, tam o sırada ok yaydan kurtulmuş, almış başını, taa ormana doğru fırlamış. Sonra ağaçların arasına düşmüş kalmış. Küçük oğlan hemen ormana koşmuş, okunu bir maymunun elinde bulmuş. Maymun bir yandan oku kemiriyor, bir yandan da küçük oğlana o sırada büyük ve ortanca oğlanlar gelmişler kardeşlerinin peşi sıra. Bir maymun görüverince karşılarında, gülmeye başlamışlar. Bu maymun senin kısmetin, bu maymunla evlenmek zorundasın diye, kardeşlerini maymunla evlenmek zorunda bırakmışlar. Küçük oğlan kimselere gösterememiş eşini. Ormanda maymunla birlikte yaşamaya başlamış. Ama ağabeyleri rahat durmamış“-Babamız evinize gelmek istiyor” diye küçük oğlanı kandırmış. Bunu duyan küçük oğlan, karısı maymunun yanına varmış“-Babam evimize gelmek istiyormuş, ne yapacağız?” diye dert yanmış. Maymun hiç telaşlanmamış“-Babana, istediğin adamlarını al ve filan dağa git de” demiş. Padişah, söylenen dağa gitmiş. Beraberinde adamlarını da de bakmışlar dağda, her birinin atı için bir altın kazık çakılı. Yemek vakti sofra ise, kurulabilecek bütün sofralardan farklı. . Yemekler altın tabaklarda, altın çatallar kaşıklar yanlarında. Böyle yemek yemek pek de keyifliymiş ya, yemek bittikten sonra da herkesin yediği tabak, atını bağladığı kazık kendine kalınca keyifler katlanmış, ağabeyler şaşırmış.“-O zaman” demişler “babamızın, eşlerimizi de çağırmasını isteyelim. Maymun geldiğinde biraz gülelim.”Gerçekten de çok geçmemiş, padişah oğullarını eşleriyle birlikte saraya davet etmiş. Küçük oğlanın paçaları tutuşmuş bu davet karşısında. Yine soluğu almış maymun karısının yanında“-Şimdi ne yapacağız, babam çağırıyor” demiş. Maymun sonunda beklediği gün geldiği için heyecanlı ama görünüşte oldukça soğukkanlı, kocasının , misafir ağırladıkları dağa çıkıp “Gülnar” diye bağırmasını istemiş. Küçük oğlan, denileni yapmış;“-Gülnaar” diye bağırmış. Karşısına öyle bir peri çıkmış ki, dayanamamış, bayılmış. Bir süre sonra ayılınca peri“-Ben senin karın Gülnar’ım” deyip postunu oğlana vermiş sonra devam etmiş “Yıllardır bu postu çıkarmak için senin gibi bir şehzade ile evlenmeyi ve padişahın sarayına davet edilmeyi bekliyordum. Hadi gidelim. Ama bu postuma sahip ol. Onu sakın çaldırma. Çaldırırsan beni bulamazsın.” gitmişler, Padişah’ın huzuruna gelmişler. Padişah, ağabey, ağabeylerinin karıları, görüverince küçük oğlanın eşsiz benzersiz karısını, düşüp bayılmışlar. Ayıldıklarında, yeyip içip postunu sıkı sıkı saklayan küçük oğlan ile eşsiz benzersiz güzellikteki maymun perinin kırk gün kırk gece süren düğünleri yapılmış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım üç elma düştü biri bana, biri sana, biri kısmetine inananlaraMELEK ANNEMBir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan bir bebek varmış. Bir gün Tanrı’ya sormuş-Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?-Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana hergün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu İnsanlar bana birşeyler söylediklerinde, dillerini bilmeden söylenenleri nasıl anlayacağım?-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı dikkatle ve sevgiyle Tanrım, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?-Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de kötü adamlar olduğunu duydum, beni kim koruyacak?-Meleğin seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima ben, seni bir daha göremeyeceğim için çok sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarını sana sırada Cennette bir sessizlik olur ve düyanın sesleri cennete kadar ulaşır. Bebek gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorarTanrım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen çabuk söyle, benim meleğimin adı ne?-Meleğinin adının önemi yok yavrum, sen onu ANNE diye çağıracaksın …MERAKLI ÇİÇEKYıllardan bir yıl ama hangi yıl unuttum kış uzadıkça uzamış. Çocuklar burunlarını cama dayamış, ağaçlarda yaprak yerlerde çiçek havada kuş görebilmek için boş yere bakmış durmuşlar. Her yerde buvv’ diye esen rüzgardan bem beyaz kardan başka birşey görememişler. Toprağın altındada ikbaharı bekleyen çiçekler ha tamamladı ha tamamlayacaklarmış ama kökler yoluyla gelen haberler hep aynıymış. Kış biraz daha uzayacakmış. İlk bahar güneşi yol hazırlığını bitiremedi. O zaman gelincik kırmızı tuvaletinin üstündeki yeşil mantosuna biraz daha sarılıp bu gidişle giysim buruş buruş olacak diye dertleniyor. Mini mini mineler mavi başlarını sallayıp bizde bu gidişle daha yukarı çıkamadan donup kalacağız diye üzülüyorlarmış. Öteki çiçeklerdde üzülüyorlarmış ama daha renklerini seçemedikleri tuvaletlerini tamamlayamadıklarıkları için o kadar mor renkte tarla çiçeği mavi papatya ortası sarı etekleri beyaz giysilerini yeni yeni bitiriyorlarmış. İçerlerinden yalnız biri ne toprak anadan renk seçiyor nede giysisini ütülüyormuş. Bu çiçeğin bütün düşüncesi bir an önce yer yüzüne çıkmak çiçek masallarında anlatılan çocukları görmekmiş. Ah bir yer yüzüne çıksam diyormuşta başka bir şey demiyormuş. Kış uzadıkça onunda sabrı tükeniyormuş tabi o yüzden bir gece herkes uyurken yavaşça yerinden kalkmış bir ağacın köklerini izleye izleye toprağın üstüne çıkmaya başlamış. Bütün gece soluk almadan tırmanmışta tırmanmış. Güneşin sarı başı dağın tepesinden görünürken o da başını toraktan dışarı uzatmış koca güneş. Bembeyaz karlar üstünde bir çiçek görünce şaşırmış, kalmış daha uyanamadım galiba diye gözlerin ovuşturmuş. Daha fazla parlamaya başlamış bütün gece karları savuran rüzgarında şaşkınlığı ondan az değilmiş yani olacak şey mi bu karların ortasında bir çiçek yorgunluktan serap görmeye başladım,Galiba en iyisi gidip biraz dinleniyim diyip esmekten vaz geçmiş o zamanda güneş bunda bir iş var rüzgar çekildi gitti her halde ilk bahar geliyormuş zaten bu çiçekte bunu daha ısıtmalı çevreyi diye bunlar olurken yaramaz çiçek soğuktan tir tir titriyor ah ben ne yaptım soğuktan nerdeyse ölücem ne diye herkesi beklemedim sanki diye sesini duyan saka kuşu hey şuraya bakın bir çiçek kalkın kalkın hepiniz bahar gelmiş diye sevinçli haberi duyan ağaçlar dururmu artık hemen dallarını gererek uyanmaya başlamışlar bir anda her şey değişmeye baharı getiren yaramaz çiçek aceleciliği yüzünden kendine renkli bir uvalet yapmayıda unuttuğu için karların üstünde çıkan ilk çiçek olduğu için insanlar ona kar çiçeği gün bu gündür kar çiçeği hiç acelecilik huyundan yüzdende hep beyaz bir giysi giymiş onu görenlerde hıh işte kar çiçeği açmış bahar geliyor TAVŞANZıpzıp, küçücük, şeker gibi bir tavşancıktı. Fakat kötü bir huyu vardı. Çok meraklıydı. O küçücük, simsiyah burnunu, Her şeye sokardı. Gün geçmezdi ki, birisi ona bağırmasın. Çalılıklar arasında dolaştığı bir gün, Bayan Sülün— Çekil oradan Zıpzıp der. Yumurtalarımdan birini kırarsan, seni döverim. Onlardan yavrularım meydana oradan hızla kaçtı. Geniş bir meydanlığa geldi. Burası, onun için çok meraklı bir yerdi. Oya ile Kaya, yeşillikler içinde pinpon oynuyorlardı. Anne ve babaları da, yeşilliklerde dinleniyorlardı. Zıpzıp, kocaman sepete yanaştı. Bu sepete, acaba ne vardı çok merak ediyordu. Ah, bir açabilse… Yandaki ağaçtan, Zıpzıp’ ı izleyen Sincap— Sakın sepete dokunma, diye seslendi. Fakat Zıpzıp, Sincabı dinlemedi. Yavaşça sepeti bakmaya başladı. Sepetin içine bakayım derken, birden dengesini yitirdi. GÜM… Diye sepetin dibini boyladı. Arkasından kapak da kapandı. Meraklı Zıpzıp, sepetin içinde kalmıştı… Arkadaşı Sincap, çaresiz kalmıştı. Zıpzıp sepetin içinde kalışına Sincap arkadaşı çok üzülmüştü. Arkadaşı Sincap çaresiz kalmıştı. Bir süre sonra toplandılar.— Haydi, çocuklar… Artık eve dönme zamanı geldi. Eşyaları toplayalım arabanın bagajına yerleştirelim. Hep birlikte öteberi topladılar. Babası da, sepeti bagaja yerleştirdi. Sincap, zavallı arkadaşı Zıpzıp’ın çok uzaklara götürüleceğini anlayınca, çok üzüldü. Koşa koşa yardımcı aramaya gitti. Sincap, ağaçtaki, Baykuş’un bulunduğu yere kadar geldi. Çok bilgili Baykuş’a, gördüklerini heyecanla anlatı Zavallı Zıpzıp’ı kurtarmasını, ondan rica etti. Baykuş– Zıpzıp meraklı olmak yüzünden, kötü durumlarla karşılaşıyor. Fakat onu kurtarmalıyız. Ben Zıpzıp’ı aramaya gidiyorum. Sen annesine haber ver, beni beklesinler. Baykuş havalandı. Ormanın üzerinde uçmaya başladı. Zıpzıp’ın içinde bulunduğu kırmızı arabayı aramaya koyuldu. Çok geçmeden, kırmızı arabayı gördü. Baykuş, evin yerini iyice öğrendikten sonra, hızla ormana yollandı. Sepeti açınca, hepsi büyük bir hayret içinde kaldılar. Sepetten, mini bir tavşancık çıkmış. Tavşancığı eline alan Kaya-Ah … Ne kadar tatlı şey… Bizimle kalabilir mi? Pek çok şaşırmış olan babası-Tabii kalabilir. Fakat ona bahçede bir kafes yapmak gerek. Kaya, büyük bir sevinç içinde, bahçede kafeslerden birini onardı. Kapısına kafes teli çaktı. Şaşkın şaşkın olanları izleyen Zıpzıp’ı, kafese yerleştirildi. Kaya-Korkma minik tavşan. Sana kötülük yapmayacağız dedi. Zıpzıp, kafesin içinden nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. Baykuş, Zıpzıpın anne ve babasına, gördüklerini anlattı. Gece bastırınca, birlikte yola koyuldular. Baykuş, alçaklardan uçarak, onlara yolu gösterdi. Bahçedekiler kafeste, Zıpzıp’ı buldular. Zıpzıp ağlamalı bir sesle-Beni bağışla anneciğim, dedi. Bir daha her şeyle ilgilenmeyeceğim. Kardeşlerimden ayrılmayacağım dedi. Hiç ayrılmadı bir HOCA İLE ACEMİ BÜLBÜLNasrettin Hoca bir gün komşusunun bahçesine armutları görünce tane yer,dayanamaz bir daha,bir daha derken armut ağacına bu sırada bahçenin sahibi şaşkınlıkla başlar bülbül gibi sahibi şaşkın şaşkın Hocanın olduğu ağacın yanına varıp,— Ne yapıyorsun burada, diye sakince cevap verir.— Ben bülbülüm yuvam da burada, cırlak sesiyle ötmeye sahibi öfkeyle— Bülbül böylemi öter be adam, diye bağırınca,Hoca— Ben acemi bülbülüm. Acemi bülbül ancak böyle öter..NASRETTİN HOCA BİRBİRİNE KARIŞAN AYAKLARBir gün çocuklar dere boyuna dizilmiş oturuyorlar, değneklerin ucundaki oltalarla sözüm ona balık avlıyorlardı. Amaç serinlemek. Hepsi de ayaklarını suya doğru, terlerini silerek Hocanın yaklaştığını görünce onu biraz “gırgıra almayı” tasarladılar. Hoca yaklaşınca bastılar çocuklara yaklaşarak, “Ne var? Nedir bu yasınız?” diye elebaşı burnunu çekerek;”Sorma Hocam” diye hıçkırdı. “Suyun içinde ayaklarımız birbirine dolanıp karıştı. Hangisi kimin ayağıdır, bulup ayıramıyoruz.”Hoca tatlı tatlı gülümseyerek, “Aa, tasalandığınız şeye bakın, evlatlarım” diye çocuklara yaklaştı. “Ben sizin ayaklarınızı şimdi bulurum.”Elindeki değneği, daha çocuklar ne olduğunu anlamadan yıldırım gibi kaldırıp suya vurmasıyla, “Ayyyyy” diye haykırış değneği yiyen çocuklar can acısıyla apar topar zaman Hoca, “Gelin elimi öpün, bakayım” dedi. “Bakın, sayemde herkes ayağına nasıl İLE ASLANUstalığıyla bilinen bir okçu, avlanmak üzere dağa çıkmış. Onu gören bütün hayvanlar korkuyla kaçışmışlar. Yalnızca aslan kaçmamış, üstelik okçuya meydan okumuş. Okçu okunu yerleştirdikten sonra yayını germiş ve “Habercimin sana bir haberi var!” diye bağırıp oku aslana yaralanan aslan, acıyla kıvranarak çalıların içine kaçmış. Orada gizlenmiş olan bir tilkiye rastlamış. Tilki, aslanın avcıdan kaçtığını görünce, dönüp düşmanıyla yüz yüze mücâdele etmesi için onu yüreklendirip kışkırtmaya çalışmış.“Hayır!” demiş aslan, “Beni kandıramazsın. Düşünsene… sıradan bir haberci beni bu duruma getirebildiyse, o haberciyi bana gönderen avcıyla nasıl başa çıkarım?”Sizden zayıfların sizi kışkırtması, yalnızca kendi çıkarları içindir…!ORMAN PERİSİYemyeşil ağaçlarla kaplı ormanın birinde genç bir peri yaşarmış. Bu peri çiçeklerden en çok gülleri severmiş. Evinin bahçesinde renk renk güller yetiştirirmiş. Bu güller o kadar taze ve güzellermiş ki gören herkes perinin güllerine hayran de güllerini çok sever, her sabah onları hem sular hem de onlarla konuşurmuş. Genç peri gülleriyle çok mutluymuş, ama onu üzen bir durum varmış. Peri güllerini çok sevdiği için onların solmalarına dayanamazmış. Güllerin bir süre sonra solması çok doğalmış, fakat genç peri güllerinin solmasına çok üzülüyor, güllerinin hep ilk günkü gibi taze ve diri kalmalarını istiyormuş. Kendi kendine “güllerim hep böyle güzel kalsa! O zaman hiç mutsuz olmam.” diyormuş. Bir sabah çiçeklerini yine sularken perinin dikkatini sarı renkte bir gül tomurcuğu çekmiş. Bu tomurcuk da diğer gül tomurcukları gibi pek güzelmiş. Fakat rengi diğerlerinden apayrıymış. Çok daha güzel ve değişik bir tondaymış tomurcuğun rengi. Bu yüzden, genç peri sarı tomurcuğa daha özenli bakmaya başlamış. Her sabah ona “küçük sarı tomurcuk büyüyecek, kocaman güzel bir gül olacak” diye güzel sözler söylüyormuş. Tomurcuk da bunu anlıyormuş gibi günden güne daha da güzelleşerek büyümüş. Kocaman bir gül olduğunda ise bahçedeki diğer güllerin arasında tıpkı gökyüzündeki güneş gibi ışıldıyormuş. O kadar güzelmiş ki onu görenler sarı güle bakmaya doyamıyorlarmış. Peri de bunun farkındaymış ve çok mutluymuş. Fakat sarı gülün de bir gün solacağını bildiği için, içten içe bir üzüntü duyuyormuş. Aradan bir gün geçmiş, bir hafta geçmiş, bir ay geçmiş. Bu süre içinde bahçedeki bütün güller solmuş, yerlerini yeni tomurcuklara bırakmışlar güzel, sarı gül dışında! Bir ay geçmesine rağmen sarı gül solmamış, benzersiz güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Peri ilk başta bu işe çok şaşırmış fakat yine de sevinçliymiş. Çünkü güllerinin en güzeli solmamışmış. İyi yürekli peri, her gün onu evinin penceresinden seyrediyor, onu özenle suluyor, ona güzel sözler söylüyormuş. Gel zaman git zaman; peri, bu işten sıkılmaya başlamış. Sarı gül hiç solmuyormuş, fakat bu periye artık mutluluk vermemeye başlamış. Çünkü peri sarı güle dair hiçbir umut taşımıyormuş içinde. Önceden gülleri solduğu vakit, yeni tomurcukların ne zaman çıkacağını merak ederek onlarla sabırla ilgilenir, umutla güllerinin açılacağı zamanı beklermiş. Fakat şimdi sarı gül hiç solmadığı için böyle düşünceleri kalmamış. Bu da periyi bir zaman sonra mutsuz etmiş. Yetiştirdiği güllerinin solmamasını isteyerek ne kadar yanlış düşündüğünü anlamış. Her şeyi doğal haliyle sevmek en güzeliymiş. Bu yüzden o günden sonra orman perisi, doğadaki her şeyi olduğu gibi kabul etmeye karar vermiş. Orman perisi uzun yıllar, bahçesinde yetiştirdiği güllerle beraber evinde mutlu bir hayat PRENSES VE YEDİ CÜCELERHer yerin karla kaplı olduğu bir kış günüymüş. Bir kraliçe, sarayının pencerelerinden birinin arkasında bir yandan nakış işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Derken birden parmağına iğne batmış ve gergefin üstüne üç damla kan kan damlalarına bakar bakmaz, “Çocuğum kız olursa, teni kar gibi ak, yanakları kan gibi al, saçları da pencerenin çerçevesi giib kapkara olsun,” diye geçirmiş olaydan kısa bir süre sonra bir kız çocuğu getirmiş dünyaya. Kızı tıpkı içinden geçirdiği gibi bir kızmış. Ona Pamuk Prenses adını vermişler. Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra yıl sonra Kral yeniden evlenmiş. Yeni Kraliçe çok güzel bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş, ama bir o kadar da kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında sahirli bir aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına geçer, saatlerce kendisini seyreder ve sonunda,“Ayna, ayna söyle banaEn güzel kim bu dünyada,”Diye sorarmış. Ayna da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,” Pamuk Prenses on dört yaşına geldiğinde, bir gün ayna şöle demişGüzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına,Ama Pamuk Prenses sizden daha güzel.”Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne, ne de bir lokma yemek yiyebilmiş. Ne yapmalı, ne etmeli?’ diye düşünüp durmuş günlerce. Sonra kararını vermiş ve sarayın avcısını çağırmış huzuruna.“Pamuk Prenses’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt olarak da kalbiyle ciğerini sök, bana getir.”Avcı Pamuk Prenses’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat Pamuk Prenses’in ağladığını görünce onu öldürmeye kıyamamış. Pamuk Prenses ağaçların arasına dalıp gözden kaybolurken, “Ben yapamadım, ama hava kararıncaya kadar bir ayı veya bir kurt benim yapamadığımı yapar nasıl olsa,” genç bir yabandomuzu çıkmış avcının karşısına. O da hayvanı oracıkta öldürmüş, kalbiyle ciğerini söküp Kraliçe’ye Pamuk Prenses’i avcının düşündüğü gibi ne bir ayı ne de bir kurt yemiş. Akşam olup hava kararınca dağların ardında küçük bir eve gelmiş. Kapısını çalmış, açan olmamış. Cesaretini toplayıp içeri üzeri yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük tabağın bulunduğu yedi küçük sandalyeli uzun bir masa varmış, duvar dibinde de yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama kimsecikler gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için daha fazla bekleyememiş ve her tabaktan bir kaşık yemek almış, yedi yataktan yedincisine yatıp uykuya sonra evin sahipleri eve dönmüşler. Dağların derinliklerinde bulunan bir gümüş madeninde çalışan yedi cücelermiş Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir kız!” olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar olduklarını anlamış. Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten evlerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul etmiş.“Hoşça kal,” demişler yedi cüceler işe giderlerken.“Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra.”Bir gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan şu cevabı alınca suratının aldığı şekli varın siz düşünün artık“Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sizsinizAma ne var ki, yüksek dağların ardındaCücelerin küçük, şirin evindekiPamuk Prenses dünyalar güzeli.”Bunu duyar duymaz Kraliçe hemen kolları sıvamış. Yaşlı bir satıcı kadın kılığına bürünmüş ve elinde içi kurdele dolu bir tablayla dağlara doğru çıkmış evine varınca, “Kurdelelerim var, harika kurdeleler!” diye seslenerek kapıyı çalmış. Kimin geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prenses kurdeleleri görünce içi gitmiş. Bunda ne kötülür olabilir ki!’ dye düşünerek kapıyı açmış.“Bunu mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe kurdeleyi Pamuk Prenses’in boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça sıkmış, ta ki Pamuk Prenses ölü gibi boylu boyunca yere uzanana gece yedi cüceler Pamuk Prenses’i o halde bulmuşlar. Kurdeleyi kesmişler ve Pamuk Prenses hayata dönmüş tekrar. Böylece Kraliçe’nin elinden ikinci kez kurtulmuş Pamuk sabah Kraliçe anasının karşısına geçmiş yeniden. Aynadan Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığı haberini alır almaz hemen kılık değiştirmiş ve bir kez daha dağların yolunu tutmuş.“Taraklarım var, harika taraklar!” diye seslenmiş cücelerin evinin kapısında. Pamuk Prenses yaşlı kadının elinde tuttuğu tarafı görünce başına gelenleri unutuvermiş. Kapıyı açmış.“Saçların ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe. Ama tarak zehirliymiş, başına değer değmez Pamuk Prenses ölü gibi yere uzanmış. O gece yedi cüceler saçından tarağı almışlar ve Pamuk Prenses yeniden hayata dönmüş. Böylece Kraliçe’nin elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk gün Kraliçe aynasının karşısına geçince, Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu kez en büyülü iksirini hazırlayıp bir elmanın yarısına sürmüş. Sonra da yaşlı bir dilenci kılığına girip yola koyulmuş.“Güzel kızıma tatlı bir elma benden, armağan,” demiş Kraliçe, pencereden bakan Pamuk Prenses’e. “Pencereden de verebilirim, kapıyı açmana gerek yok.”“Kötü diye mi almıyorsun yoksa,” demiş Kraliçe, Pamuk Prenses’in kararsız olduğunu görünce. Sonra da zehirsiz tarafından ısırmış ve, “Al bak harika!” diyerek uzatmış, yanakları gibi al al elmayı Pamuk Prenses’ Prenses elmayı zehirli tarafından ısırır ısırmaz cansız yere pencereden içeri, Pamuk Prenses’e bakmış. “Nihayet senden kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş. Oradan doğruca saraya gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prenses’i uyandıramamış ölüm uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prenses hiç de ölü gibi durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Prens oradan geçerken cmadan tabutun içinde Pamuk Prenses’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş.“Onu sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Prens’in uşakları tabutu kaldırırken Pamuk Prenses’in boğazına takılmış olan zehirli elma parçası pat düşmüş ağzından. Pamuk Prenses doğrulmuş nerede olduğunu anlamadan, gözünü açmış, yakışıklı Prensi karşısında görmüş. Görür görmez ona âşık olmuş. Birkaç hafta sonra düğün günü gelip çatmış. Düğüne çağrılanlar arasında Pamuk Prenses’in üvey annesi de varmış. Üvey annesi sarayın salonuna girer girmez Pamuk Prenses’i tanımış, ama bu sefer bir şey yapmaya fırsat bulamamış. Çünkü Prens’in adamları Kraliçe’yi hemen yakalamış, Prens de onu artık kötülük yapamayacağı uzak bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra Pamuk Prenses, güzeliğinin yanı sıra mutluluğuyla da ün ÇOCUKBir varmış bir yokmuş evvel zamanların birinde Fakir bir terzinin bir oğlu varmış. Bu çocuk o kadar küçük kalmış ki, boyu bir başparmaktan fazla uzamamış. Bunun için ona “Parmak Çocuk” çocuğun cesareti pek fazlaymış. Bir gün babasına demiş kiBabacığım, ne olursa olsun ben uzaklara gideceğim!Babası– Pekâlâ oğlum, demiş. Uzun bir iğne almış, lambaya tutarak ucuna balmumundan bir topak yapmış– İşte yol için sana bir de kılıç! terzi, kendileriyle birlikte son kez bir daha yemek yemek istemiş. Annesinin bu son yemek için neler pişirdiğini görmek üzere fırlayıp mutfağa gitmiş. O sırada yemek hazırmış. Tencere ocağın üzerinde duruyormuş. Oğlan demiş ki– Ne yemekler var anne?Annesi– Git, kendin bak işte! çocuk ocağa sıçramış. Tencerenin içine bakmış. Fakat boynunu pek fazla uzattığı için yemeğin buğusu onu almış, yukarı doğru uçurmuş. Bacadan dışarı çıkarmış. Çocuk buğuyla bir süre havada dolaştıktan sonra yine yere inmiş. Artık başka ülkelerdeymiş. Şurada burada dolaşmış. Bir ustanın yanında iş bulup girmiş, ama yiyecekleri pek beğenmemiş. Ustasının karısına demiş ki– Bayan, bize daha iyi yemek vermezseniz çıkıp giderim. Hem de yarın sabah erkenden evinizin kapısına tebeşirle yazarımBol patates, bir parça et,Kalın burda sağ selametUstanın karısı çok kızmış– Daha ne istiyorsun sanki bücür?.. bez parçası kapmış, çocuğa vurmak istemiş. Fakat minik terzi hemen yüksüğün altına kaçmış. Oradan dışarıya bakar, kadına dilini çıkarırmış. Kadın yüksüğü kaldırmış; çocuğu tutmak istemiş ama Parmak Çocuk bez parçasının arasına sokulmuş. Kadın bezin kıvrımlarını açıp onu ararken oğlan masanın yarığına girmiş. Başını dışarı çıkarıp– Ce… e… e… ustanın bayanı! diye başına vurmaya uğraşırken Parmak Çocuk çekmecenin altına kaçmış, ama sonunda kadın onu ele geçirmiş, kapı dışarı terzi yola çıkmış, büyük bir ormana varmış. Burada bir sürü haydutla karşılaşmış. Bunlar kralın hazinesini soymak istiyorlarmış. Minik terziyi görüne şöyle düşünmüşler “Bu küçücük herif anahtar deliğinden girebilir. Bize kapıları açar.” İçlerinden biri seslenmiş– Hey bana bak pehlivan! Bizimle birlikte Hazine’ye gider misin? Sürünerek içeri dalıp paraları dışarı atabilirsin!Parmak Çocuk düşünmüş, taşınmış; sonunda– Peki! birlikte Hazine’ye gitmiş. Orada kapının altını, üstünü gözden geçirmiş. Aralık bir yeri olup olmadığını araştırmış. Az sonra, geçebileceği kadar genişlikte bir aralık bulmuş. Hemen içeri dalmak istemiş, ama kapının önünde duran nöbetçilerden biri onu görmüş. Arkadaşına seslenmiş– Şurada sürünüp duran çirkin örümcek ne? Dur şunu Bırak zavallı hayvanı! demiş, sana bir zararı yok ki…Bunun üzerine Parmak Çocuk kapının aralığından sağ ve esen Hazine’ye girmiş. Pencereyi açmış. Haydutlar bu pencerenin altında bekliyorlarmış. Paraları birer birer atmaya başlamış. Minik terzi işin en tatlı yerindeyken, kralın hazinesini görmek için gelmekte olduğunu duymuş. Hemen sürüne sürüne bir yere paralardan birçoğunun eksildiğini anlamış; fakat bunları kimin çalabileceğine akıl erdirememiş. Çünkü kilitlerle sürgüler yerli yerinde duruyorlarmış. Sonra her şeyin çok iyi korunduğu da görülüyormuş. Bunun üzerine kral çıkıp giderken iki nöbetçiye– Dikkat edin! Paranın peşinde biri var! Çocuk yeniden işe koyulunca, nöbetçiler içerdeki paraların kıpırdadığını tiring, tiring tiring, tiring diye sesler geldiğini duymuşlar. Hırsızı yakalamak için hemen içeri dalmışlar. Fakat bunların geldiğini işiten minik terzi daha atik davranıp bir köşeye fırlamış, üstüne altın bir para örtmüş. Hiçbir yanı görülmez olmuş. Bir yandan da nöbetçilerle alay olsun diye “buradayım!” diye seslenirmiş. Nöbetçiler sesin geldiği yana koşarken o da başka bir köşeye kaçıp, başka bir paranın altına saklanır “Hey… Buradayım ben!” diye bağırırmış. Bu kez nöbetçiler oraya seğirtirlermiş. Oysa Parmak Çocuk üçüncü bir köşeden seslenirmiş “Hey… burdayım, burda!” Böylece onları deliye çevirmiş, yorulup gidinceye kadar adamları Hazine’nin içinde oradan oraya koşturmuş, durmuş. Sonra da paraların hepsini birer birer dışarı atmış. Sonuncuyu olanca gücüyle fırlatmış, kendisi de daha atik davranarak bu paranın üzerine sıçramış; onunla birlikte pencereden aşağı inmiş. Haydutlar kendisinden pek hoşnut kaldıklarını söylemişler– Sen pek müthiş bir kahramansın, bizim elebaşımız olur musun? Çocuk onlara teşekkür etmiş, fakat önce dünyayı görmek istediğini söylemiş. Paraları bölüşmüşler. Minik terzi bunlardan bir tek metelik istemiş. Çünkü daha fazlasını kılıcını yine beline bağlamış; haydutlara “iyi günler” demiş, yola koyulmuş. Birkaç ustanın yanında işe girmiş. Fakat bu işleri beğenmemiş. Sonunda bir hana uşak olmuş ama hizmetçi kızlar ondan hoşlanmamışlar. Çünkü onlar kendisini göremedikleri halde, Parmak Çocuk onların gizlice yaptığı her şeyi görüyormuş. Tabaklardan aldıkları şeyleri, kilerden aşırdıklarını hancıya haber verirmiş. Bunun üzerine kızlar– Alacağın olsun, sana gösteririz! demişler. Ona bir oyun oynamaya karar süre sonra hizmetçilerden biri bahçede otları biçerken parmak çocuğu otların yanında hoplayıp zıplar görünce, onu da birlikte biçmiş, otlarla birlikte büyük bir beze bağlamış, gizlice ineklerin önüne atmış. Bu hayvanlar arasında iri, kara bir tanesi varmış. Parmak çocuğu incitmeksizin otlarla birlikte yutmuş. İçerisi çocuğun hoşuna gitmemiş. Çünkü burası kapkaranlıkmış. Işık da yanmıyormuş. İnek sağılırken Parmak Çocuk içerden seslenmişFıştık fıştık fişte,Doldu kova işte!Ama süt sağılırken çıkan gürültüden bu ses duyulmamış. Sonra ev sahibi ahıra girmiş– Yarın şuradaki inek kesilecek! duyunca Parmak Çocuk korkmuş. Avazı çıktğı kadar bağırmış– Önce beni çıkarın… İçinde ben varım!Adam bu sesi duymuş ama nereden geldiğini anlayamamış– Neredesin? Çocuk– Karanın içindeyim! bundan bir şey anlayamamış, çıkıp sabah inek kesilmiş. Bereket versin hayvan parçalanırken satır parmak çocuğa dokunmamış ama sucukluk etlerin arasına karışmış. Kasap gelip işe başlarken oğlan avazı çıktığı kadar bağırmış– Pek fazla kıyma… O kadar çok kıyma… Etlerin arasında ben varım!Kıyma bıçaklarının gürültüsü içinde bu sesi duyan olmamış. Zavallı Parmak Çocuk büyük bir tehlike içinde kalmış. Fakat tehlike insanların gücünü artırır, derler. Çocuk kıyma bıçaklarının arasından öyle bir fırlayış fırlamış ki kendisine bir şey olmamış. Sapsağlam kalmış ama kaçıp gidememiş. Yağlarla birlikte bir sucuğun içine tıkılmaktan başka kurtuluş yolu bulamamış. Burası biraz darcaymış. Sonra islenip kurumak üzere sucuğu bacanın içine asmışlar. Burada bir türlü vakit geçiremiyormuş. Sonunda kış gelince bacadan indirmişler. Çünkü müşterilerden birine sucuk verilecekmiş. Hancı kadın sucuğu dilerken Parmak Çocuk, boynu kesilmesin diye başını fazla uzatmayarak kendini korumuş. Sonunda biçimine getirmiş, dışarı türlü yıkımlar gelen bu evde minik terzi daha fazla kalmak istememiş. Hemen yola çıkmış ama bu özgürlüğü uzun sürmemiş. Boş kırlarda yoluna bir tilki çıkmış. Onu bir solukta yutuvermiş. Minik terzi– Aman bay tilki! diye seslenmiş, boğazınızda takılı kalan benim işte… Beni özgür bırakın ne olur?Tilki– Hakkın var, demiş? Senden ne olacak ki… Babanın evindeki tavuklar için bana söz verirsen seni salıveririm!Parmak Çocuk– Seve seve demiş, tavukların hepsi senin olsun. Ant içiyorum işte!..Bunun üzerine tilki onu salıvermiş; hem de evine kadar götürmüş. Babası sevgili minik oğlunu yeniden görünce bütün tavuklarını seve seve tilkiye vermiş. Parmak Çocuk– Hem sana güzel bir para da getirdim!diye yolculukta eline geçirdiği meteliği babasına uzatmış.– Peki ama, yesin diye zavallı tavuklar tilkiye niçin verildi sanki?..– Hay budala hay… Babana çocuğu, evdeki tavuklardan daha değerlidir de ondan!PİNOKYOZamanın birinde, küçük bir kasabada Geppetto adında ihtiyar bir oyuncakçı yaşarmış. Bu oyuncakçı yaptığı tahtadan oyuncakları satarak geçimini sağlarmış. İhtiyar oyuncakçının hayatta üzüldüğü tek şey bir çocuğunun olmamasıymış. Bir gün yeni bir oyuncak yapmak için ormana gidip kütük aramaya başlamış. Derken tam aradığı gibi bir kütüğü bulmuş.– İşte tam aradığım gibi bir kütük. Bununla çok güzel bir kukla yapacağım, diye sevinerek kütüğü sırtladığı gibi dükkânına taşımış. Tezgâhın üzerine koymuş ve başlamış yontmaya. Geppetto kütüğü yonttukça kütükten “ah ah!” diye sesler geliyormuş. Geppetto usta “Nereden geliyor bu ses” diye düşünmüş. “Herhalde bana öyle geldi” diye içinden geçirmiş. Derken kuklanın önce kafası sonra da vücudu daha sonra da kolları ile bacakları şekillenmeye başlamış. Geppetto usta en sonunda kuklayı bitirmiş. Onu sandalyenin üzerine oturtmuş ve ortalığı temizlemeye başlamış. O ortalığı temizlerken, “Merhaba” diye bir ses duymuş. Sesin nereden geldiğini anlamak için başını çevirmiş. Ortalıkta sandalyenin üzerinde oturmakta olan kukladan başka kimsecikler yokmuş. Yine yanıldığını düşünerek işine devam etmiş. Az sonra kukla oturduğu sandalyeden hopladığı gibi odanın içinde dans etmeye başlamış. Olanları gören Geppetto ustanın şaşkınlıktan ağzı bir karış açılmış.– Aman Allahım! Bu kukla canlı. Tam da benim istediğim gibi bir kemikten değilmiş ama tıpkı bir çocuk gibi gülüyor, koşuyor, oynuyormuş. Kukla çocuğu kucağına alıp;– Sen gerçek bir çocuk gibisin. Senin adın Pinokyo olsun, demiş. Artık Geppetto ustanın hiç canı sıkılmıyor, günlerini Pinokyo ile ilgilenerek geçiriyormuş. Bir süre sonra Pinokyo’nun okula gitmesi gerektiğini düşünmüş. Ancak Pinokyo’nun ne defteri varmış, ne kalemi. Geppetto ustada da hiç para olmadığından paltosunu satarak, aldığı parayı Pinokyo’ya vermiş.– Al oğlum bu parayla kendine defter kalem al. Güzelce okuluna git, demiş. Pinokyo parayı avucuna almış yola koyulmuş. Neşe içinde yürüyormuş. Merakla etrafına bakınıp, yol üzerindeki dükkânları, pazar tezgâhlarını, bağıran insanları arada yolun başındaki kalabalık dikkatini çekmiş. Kalabalığın arasına dalıp ne olduğunu öğrenmeye çalışmış. Kalabalığın önünde kocaman renkli bir çadır duruyormuş. Bu şehre yeni gelen sirkin çadırıymış. Çadırın önündeki palyaço bağırarak müşteri topluyormuş. Pinokyo çadırın içerisinde ne olduğunu merak edip, kalabalığın arasından geçip çadıra girmek istemiş. Palyaço, Pinokyo’ya içeri parasız girilemeyeceğini içeride olanları çok merak ettiğinden, Geppetto ustanın okula gitmesi için verdiği parayı uzatmış. İçeriye girince çadırın ortasına kurulan sahnede oynayan kuklaları görmüş.– Hey! Bunlar da benim gibi tahtadan, diyerek sahneye kuklaların arasına izleyen kalabalık Pinokyo’ya kızmış. – Çekil oradan sahneyi görmemizi engelliyorsun, diyerek azarlamışlar Pinokyo’yu. Ancak sahnenin yukarısında kuklalara bağlı olan ipleri tutan sirk sahibi canlı bir kukla gördüğü için çok sevinmiş.“Böyle ipleri olmadan hareket edebilen bir kukla bana çok para kazandıracak” diye düşünmüş. Oyun biter bitmez Pinokyo’yu yakaladığı gibi kafese kapatmış. Pinokyo başına gelenlerin kendi suçu olduğunu Geppetto ustanın sözünü dinleyip okula gitse bunların hiçbirinin olmayacağını düşünerek, ağlamaya pişman olduğunu gören iyilik perisi hemen onun yanına giderek;– Babanın sözünden çıkmamalıydın! Ama pişman olduğunu görüyorum. Bunun için seni kurtaracağım. Ama bir daha yaramazlık yapma! Bu da sirke verdiğin para. Onu sakın boş yere harcama. Doğru okuluna git, diyerek Pinokyo’yu sirkin dışına paralar elinde okula doğru yol almaya başlamış. Bir yandan da şarkı şarkı söyleyerek yürüdüğünü gören kurnaz tilki ve arkadaşı kedi “Bu kukla ne kadar da neşeli, şunun bir yanına gidelim” diyerek Pinokyo’nun önüne çıkmışlar.– Hayrola Pinokyo? Böyle neşeli neşeli nereye gidiyorsun? diye sormuşlar. Pinokyo da– Kendime defter kalem alıp okula gideceğim, demiş. Kurnaz Tilki– Defter, kalem alacak paran var mı? diye sormuş. Pinokyo, büyükbabasının verdiği paraları göstermiş. Paraları gören kurnaz tilki ve kedi bir oyun oynayıp bu paraları almaya karar vermişler. Pinokyo’ya– Okula gidip de ne yapacaksın? Bizim dediklerimizi yaparsan zengin olursun. Sen o paraları bize ver, biz de götürüp sihirli tarlaya ekelim. Senin de bir para ağacın olur, ihtiyacın oldukça bu ağaca gider, meyveleri olan paraları toplarsın, demişler. Hiç böyle şey olur mu? Ama Pinokyo söylenenlere inanmış elindeki paraları kurnaz tilkiye teslim etmiş. Paraları alan kurnaz tilki ve kedi hemen oradan uzaklaşmışlar. Tek başına kalan Pinokyo’nun yanında iyilik perisi belirivermiş. Pinokyo’ya– Defter kalem aldın mı Pinokyo? diye sormuş. Oysa peri paraları kurnaz tilkiye kaptırdığını biliyormuş. Sakın yalan söyleme yoksa seni cezalandırırım, diye uyarıya aldırmadan yalan söylemiş.– Defter, kalem aldım. Onları okula bıraktım, deyince yalan söylediğinden dolayı burnu uzamaya başlamış. Peri, Pinokyo’nun doğru söylemesi gerektiğini söyledikçe, Pinokyo başka yalanlar uyduruyor, burnu da uzadıkça uzuyormuş. Artık öyle bir hale gelmiş ki kafasını hiç bir tarafa çeviremez sonunda yaptığı hatayı anlamış, işin doğrusunu periye anlatmış, peri de akıllanan Pinokyo’nun burnunu eski haline döndürmüş. Bir sihir yaparak kurnaz tilkiye kaptırdığı paraların, Pinokyo’nun eline geri gelmesini sağlamış. Pinokyo’yu uyararak;– Bu paraları boş yere harcama, doğru okuluna git, diyerek ortadan kaybolmuş. Pinokyo paralar elinde yine şarkı söyleyerek yürümeye başlamış. Tenha bir yerden geçerken birisinin yüksek sesle güldüğünü işitmiş. Aynı anda karşısına kendisini hapseden sirk sahibi çıkıvermiş.– Gel bakalım buraya seni yaramaz. Geçen sefer elimden nasıl kaçtın bilmiyorum ama şimdi senin cezanı vereceğim, diyerek Pinokyo’yu kollarından tuttuğu gibi denize denize düşünce, suyun üzerinde kalmış. Dibe batmıyormuş, çünkü Pinokyo tahtadan bir kukla olduğu için su kendisini kaldırıyormuş. Suyun üzerinde böyle batmadan kalmak Pinokyo’nun hoşuna gitmiş. Kollarıyla bacaklarını oynatarak yüzmeye başlamış. Kıyıya doğru yüzerken birden ne olduysa olmuş. Pinokyo kendisini karanlık bir yerde buluvermiş. Meğerse Pinokyo’yu kocaman bir balık yutmuş. Şimdi Pinokyo balığın midesinde balığın midesinde bekleye dursun, biz gelelim Geppetto ustaya. Geppetto usta eve gelmeyen Pinokyo’yu çok merak etmiş. Paltosunu da Pinokyo’yu okula göndermek için sattığından hasta Pinokyo’yu aramak için hasta hasta yollara düşmüş. En sonunda Pinokyo’nun denize atıldığı yere varmış. Buradaki balıkçılara oğlunu görüp görmediklerini sormuş. Balıkçılar da sirk sahibinin, Pinokyo’yu denize attığını gördüklerini söylemişler. Geppetto usta balıkçılardan birisine, kayığıyla denize açılıp oğlunu bulmaya yardım etmesi için ustayı tanıyan ve onun ne kadar iyi bir insan olduğunu bilen balıkçı, bu isteği geri çevirmemiş. Birlikte kayığa binip denize açılmışlar. Kayık bir süre yol aldıktan sonra şiddetli bir rüzgâr çıkmış. Büyüyen dalgalara kayık daha fazla dayanamamış, birdenbire devrilivermiş. Balıkçıyla, Geppetto usta kendilerini bir anda dalgaların arasında buluvermişler. Geppetto usta hem yaşlı olduğundan hem de yüzmeyi bilmediğinden denizin dibine doğru batmaya sırada Pinokyo’yu yutan balık, Geppetto ustayı da yutmuş. Geppetto usta da balığın boğazından kayıp midesine girivermiş. Balığın midesinde ağlayan bir çocuğun sesini duymuş. Bu sesi hemen tanımış. Bu, oğlu Pinokyo’nun sesiymiş. Geppetto usta oğlunu bulduğu için çok Pinokyo, oğlum ben baban, Geppetto. Hayatta olduğuna çok sevindim. Seni o kadar çok merak ettim ki. Babasının sesini işiten Pinokyo gözyaşları içerisinde boynuna sarılmış.– Senin sözünü dinlemediğim için çok özür dilerim babacığım, beni affet bir daha sözünden hiç çıkmayacağım, diyerek gözyaşı dökmüş. Pinokyo’nun gerçekten de pişman olduğunu gören peri kızı onları kurtarmaya karar vermiş. Geppetto ustayla, Pinokyo’yu balığın midesinden çıkarıp karaya çıkartmış. Kurtulduklarına çok sevinen Pinokyo, babasının elinden tuttuğu gibi evlerinin yolunu o günden sonra o kadar akıllı bir çocuk olmuş ki babasının sözünden hiç çıkmamış. Her gün okuluna gitmiş. Okul çıkışı ise babasının yanına koşarak ona işlerinde yardım etmiş. Peri kızı da Pinokyo’nun çok iyi bir çocuk olduğunu görüp onu ödüllendirmeye karar artık tahtadan değil de etten kemikten normal bir çocuk olması için büyü gerçekleşmiş. Pinokyo gece yatağında, uyumak üzereyken birdenbire normal bir çocuğa döndüğünün farkına varmış. Artık tahtadan değil, etten kemikten bir çocukmuş. Sevinçle yatağından fırlayarak babasının yanına usta, karşısında Pinokyo’yu bu şekilde görünce dünyalar onun olmuş. “En sonunda benimde gerçek bir oğlum oldu” diyerek sevinç gözyaşları içerisinde oğluna sarılmış. Baba oğul ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşamışlarRAPUNZELBir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark gün pncereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıfladıkça kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Ancak, o bahçeye girmek büyük cesaret istiyormuş, çünkü orası güçlü bir cadıya kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi günün akşamı çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş.“Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı. “Bunun hesabını vereceksin!”Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları nasıl canının çektiğini, onlar yüzünden nasıl yemeden içmeden kesildiğini bir bir anlatmış.“O zaman,” demiş cadı sesini biraz daha alçaltarak, “alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.” Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı hemen kabul haftasonra bebek doğmuş. Daha hemen o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe Rapunzel adını vermiş. Çünkü annesinin ne yapıp edip yemek istediği bahçedeki marul türünün adı da Rapunzel’ küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel oniki yaşına gelince, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş, sadece en tepesinde küçük bir penceresi onu ziyarete geldiğinde, aşağıdan “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü saçlarını percereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı yıllarca böyle sürüp gitmiş. Bir gün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha çok uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye nasıl çıktığını görüp öğrenene kadar hergün oraya uğrar olmuş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı biraz korkmuş, çünkü o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık olduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme teklif etmiş, Rapunzel’de kabul etmiş, yüzü hafifce Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına imkan yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bunları birbirine ekleyerek bir merdiven şey yolunda gitmiş ve cadı olanları hiç farketmemiş. Fakat bir gün Rapunzel boş bulunup da. “Anne, Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca herşey ortaya çıkmış.“Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu gibi saçlarını kesmiş ve sonrada onu çok uzaklara bir çöle gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenince. cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini bilmeden yukarıya kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere düşünce ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki dikenler gözlerine batmış. Yıllarca gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda dolaşıp durmuş ve sadece bitki kökü ve yabani yemiş yiyerek bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş kulaklarına.“Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensini görünce sevinçten bir çığlık atmış ve Rapunzel’in iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve Prens görmeye mutlu bir şekilde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları ömür boyu hiç İLE GÜNEŞGüneş ve rüzgâr kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış. Rüzgâr-Ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun ? Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerimDemiş. Güneş bir bulutun arkasına çekilmiş ve rüzgâr kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe ihtiyar adam paltosuna daha sıkı rüzgâr pes edip durmuş. Güneş bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu , rüzgâra dönmüş nazik ve dostça davranışın, şiddet ve güç gösterisinden daha etkili olduğunu VE EVİSalyangozları bilir misiniz? Onlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarında taşır. Bir zamanlar evini sırtında taşımaktan haşlanmayan sevimli bir salyangoz yaşarmış. Üstelik evinin rengini de hiç beğenmezmiş. Bizim sümüklü böcek kelebek ve uğur böceğini çok severmiş. Arada bir onlarla dertleşir evini şikayet edermiş. “Ah keşke evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım. Hadi taşıyorum bari sizin elbiseleriniz gibi bol desenli ve renkli olsaydı.”Kelebek ve uğur böceği bir gün sümüklü böceğe “Sevimli arkadaşımız hani evim renkli olsun diyorsun ya biz onun bir çaresini bulduk. Ressam olan bir tırtır var. Seni ona götürürsek evini rengarenk boyar.”Sümüklü böcek buna çok sevinmiş. “Ne duruyoruz. Hemen gidelim.” Demiş. Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar. Gelen misafirleri dinleyen tırtıl boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış. Sonunda tırtıl sümüklünün evini çok güzel desenlerle bezemiş. Sümüklü böcek yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olmasına çok yolunda üç arkadaş şiddetli bir yağmura yakalanmış. Kelebek ve uğur böceği öyle ıslanmışlar ki sele kapılmaktan son anda kurtulmuşlar. Oysa sümüklü böcek hemencecik evine girmiş. Yağmur dinip de evinden dışarı çıkınca arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş. Sonra da kendi kendine şöyle düşünmüş. “İyi ki saklana ileceğim bir evim var. Rengi olmasa da beni yağmurdan koruyor ya.” Sevimli sümüklü böcek bu olaydan sonra bir daha evini sırtında taşımaktan şikayetçi FASULYEBir zamanlar yoksul ve dul bir kadın varmış. Oğlu çok tembel bir delikanlı olduğu için paraları yok denecek kadar azmış. Bir gün o kadar zor bir duruma düşmüşler ki, kadıncağız ellerinde kalan tek mal varlığını, Süt Beyazı isimli ineklerini satmaya karar vermiş. Oğluna ineği pazara götürüp satabileceği en iyi fiyata satmasını pazara giderken yolda tuhaf bir yaşlı adama rastlamış. Yaşlı adam ineğe bir göz atmış ve delikanlıya, “Bak çocuğum, bana bu ineği verirsen karşılığında sana çok değerli şeyler veririm,” demiş. Sonra cebinden beş fasulye tanesi çıkarmış.“Fasulye tanesi mi?” demiş delikanlı tereddütle.”“Ama bunlar sihirli,” demiş yaşlı adam. Adam öyle deyince bu iş delikanlının aklına yatmış ve fasulyeler karşılığında Süt Beyazı’nı yaşlı adama vererek yaptığı değiş tokuştan memnun, eve dönmüş.“Anne! Bak elimde ne var!” diye seslenip olanları anlatmış delikanlı eve dönünce. Ama annesi ona çok kızmış. Fasulye tanelerini dışarı, eline geçirdiği tavayı da delikanlıya fırlatmış. Sonra da ceza olsun diye onu odasına yollamış ve ona yemek olunca delikanlı gözlerine inanamamış. Yatak odasının penceresinden, dışarıda bir bitkinin hızla büyüdüğünü görmüş. Bu ne bir ağaç, ne de dev bir ayçiçeğiymiş; göğe doğru büyümüş sihirli bir sırık fasulyesiymiş. Delikanlı hemen pencereden sarkıp sihirli fasulyeye tutunmuş ve tırmanmaya saat sonra kendini, her şeyin normalden daha büyük olduğu garip bir ülkede bulmuş. Tarlaların ötesinde çok büyük bir ev varmış. Delikanlı evin yanına gidip kapıyı çalmış. Kapıyı bir kadın açmış.“Yiyecek bir şeyiniz var mı?” diye sormuş delikanlı.“Var,” demiş kadın. “Ama dev kocam gelince ortadan kaybolman gerek. Çünkü çocuklara hiç dayanamaz, onları hemen yer.”Delikanlı tam bir şeyler yemek üzere sofraya otururken dışarıdan birinin gür bir sesle şunları söylediğini duymuş“Fee-fi-fo-fum,işte bir çocuk kokusu de olsa, diri de olsa güzeldir onları öğütür, yaparım kendime ekmek.”“Fırına saklan. Hemen!” demiş kadın delikanlıya. Sonra da kocasına, “Ne çocuğu hayatım, dün kediye verdiğim et parçalarının kokusunu aldın herhalde,” diye sonra dev kese kese altınlarını saymaya başlamış. Kısa bir süre sonra altın saymaktan yorulup uykuya dalmış. Deliknalı saklandığı yerden çıkıp bir kese altın almış. Keseyi sihirli fasulyesinden aşağıya atmış, ardından fasulyenin sırığına tutuna tutuna aşağıya inmiş. Annesi artık şanslarının döndüğüne bir türlü birkaç ay sonra ellerindeki tüm altınlar bitmiş. Delikanlı tekrar sihirli fasulyesine tırmanarak devin yaşadığı ülkeye gitmiş. Devin karısı bu kez ona kuşkucu bir şekilde davranıyormuş.“Geçen gelişinde bir kese altınımız kayboldu,” diye iğnelemiş onu. Ama yine de delikanlıyı içeri geçmeden dev çıkagelmiş. “Fee-fi-fo-fum,” diye bir şarkı söylüyormuş. Bunu duyan delikanlı hemen yine fırına saklanmış.“Ne çocuğu, hayatım,” demiş devin karısı. “Dün yediğin piliç haşlamanın kokusunu duydun herhalde. Sen etli böreğini yemene bak!”Yemeğini bitirdikten sonra dev, karısına, “Kadın, bana tavuğumu getir,” demiş. Karısı hemen tavuğu getirmiş. “Yumurtla!” diye emretmiş dev ve delikanlının hayret dolu bakışları altında tavuk altın bir yumurta yumurtlamış. Tabii delikanlı tavuğu da alıp evine ile annesi böylece zengin olmuşlar. Ama bir yıl sonra çocuk şansını bir kez daha denemeye karar vermiş ve tekrar sihirli fasulyesine tırmanmış. Bu sefer eve, devin karısına görünmeden girip, bir bakır tencerenin içine girmiş içeri. “Fee-fi-fo-fum,” diye başlamış yine tekerlemesine.“Eğer bu yine o lanet olası çocuksa, fırına bak hayatım, kesin oradadır,” demiş orada değilmiş tabii ki.“Buralarda bir yerde, eminim,” diye gürlemiş dev, ama karısıyla birlikte evin altını üstüne getirmelerine rağmen onu sefer dev yemekten sonra altın bir harp çıkarmış ortaya. “Söyle!” diye emretmiş ve harp ninniler söyleyip onu uyutmuş. O an delikanlı bu harpı her şeyden çok istediğini anlamış. Horlamakta olan devin dizine tırmanmış, masaya atlamış ve harpı kapmış.“İmdat!” diye bağırmış harp. Delikanlı, sırtında harp, masadan aşağıya atlamış. Dev peşine takılmış. Delikanlı sihirli fasulyesini yarıladığında harp, “İmdat!” diye bağırmış yine. Dev delikanlının peşinden sırık fasulyesine aşağıya ulaşınca, “Anne! Çabuk bir balta getir,” diye bağırmış. İkisi birlikte sihirli fasulyeyi baltayla kesmeye başlamışlar. Bir süre sonra sihirli fasulyeyle birlikte dev de yere düşmüş ve anında ölmüş.“Üf!” demiş çocuk. “Az kalsın gidiyorduk!”O günden sora delikanlıyla annesi zenginler gibi yaşamışlar. Onlar söyledikçe tavuk altın yumurta yumurtluyormuş. İnsanlar altın harpı dinlemek için onlara para ödüyorlarmış. Delikanlının güzel bir prensesle evlendiği de söyleniyor. Kim bilir belki de gerçekten KUŞU VE YAVRULARIBir tarla kuşu yeşerirken kendisine bir yuva gün birer yumurta yapıp üzerine süre sonra yavruları yumurtadan bir türlü uçmayı kuşu bundan dolayı çok aramaya giderken yavrularını sık sık uyarırmış. Aman yavrularım gözünüzü dört tarla sahibi gelince kulak verip konuştuklarını de ona göre davranalım..Tarla kuşu gidince, tıpki söylediği gibi tarla sahibi ve oğlu dönüp ` Tamam , buğdaylar git komşulara haber ekinleri biçmek için sizleri imeceye çağırıyor, de .Yarın erkenden orakları alsın gelsinler.` yuvasına dönünce yavrularının telaş içinde olduğunu . görmüş. ` Ne oldu? Çiftçi . neler söyledi ` diye sormuş. ` Komşularına haber sabah yardıma gelmelerini söyledi.`Tarlakuşu ` Öyleyse hiç korkmayın ` demiş.` Yer değiştirmemiz için daha vakit var .Yarın gene dinleyin bakalım ne konuşacaklar?`Ertesi gün tarla kuşu gene yiyecek toplamaya . sahibi gene oğluyla birlikte gelmiş. ` Ekinler çok bu halde mü komşuların bize ettiğini? Git bari akrabalara haber ver , yarın sabah erkenden burada olsunlar.`Yavrular bu defa daha çok gelince herşeyi gene aldırmamış.` Siz rahatınıza bakın` yiyip uyumuşlar..Ertesi gün tarlakuşu gene gün doğmadan yiyecek toplamak için yola süre sonra çiftçi oğlu ile gidenin . olmadığını görünce oğluna dönmüş` Biz hata ettik oğlum, ` demiş. ` Komşuya, akrabaya akrabanın da en iyisi insanın kendisidir oğlum, bunu hiç çoluk çocuk orakları alıp işe kendimiz zaman biterse en iyisi bu.` yuvasına dönen tarlakuşu bu haberi alınca ` Şimdi iş açalım kanatları,` peşine takıp terketmiş ne derler insanın dostu da kendisidir, düşmanı da. İnsan önce kendine güvenmeli..TEMBEL KIZEvvel zaman içinde, kalbur saman içinde;pireler berber,develer tellal iken,ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca karı kocanın bir kızı bebek gül bebek büyütülmüş, ama hiç iş için adına Tembel Kız kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi da oturduğu yerden işini gelberiyle evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla ava gitmiş, bir ördek gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile uzunca bir zaman eve Kıza,hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını mutfağa ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş,tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları…Gelmiş,Tembel Kız’ın hanımcığım demiş,ekmeği aldım Allah razı sana bir türkü söyleyeyim de ben şöyle söylemiş;Senin gaga benim torba içinde,Benim çarık senin çorba içinde,Sen yat kaba yatak yorgan içinde,Ben yiyecem gagayı orman türküyü böyle söylemiş,çekip bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? olan biteni anlatmış,bak bana bir de türkü söyledi,sana deyiverem demiş,türküyü zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp sonra Tembel Kız, tembelliği ermiş muradına, biz çıkalım İLE LEYLEKTilki hocanın iyiliği tutmuş bir günHacı leyleği yemeğe buyur etmiş– Ama, demiş tilki, bizde misafirUmduğunu değil bulduğunu tilkinin cimrisi hepsinden betermişBir çorba çıkarmış topu topuO da sulu mu suluHem nerden getirse beğenirsiniz? gagasıyla uğraşadursunTilki bitirmiş hepsini bir . kızmış, ama çekmiş zaman sonraO da tilkiyi buyur etmiş yemeğe.– Hay hay, demiş tilki, nasıl gelmem?Ben dostlara naz etmesini saatinde türlü diller güzel bu güzel,Hele yemeğin kokusuGel iştahım gel!Gerçi tilkilerin iştahıPek nazlı değilmiş amaEt kokusu başka şeymiş.– Kuşbaşı galiba, demişBayılırmış etin böylesineHele kıvamında yemek sofraya gelmiş,Gelmiş ama nasıl?Kokusunu al, eti arada bul!Dar boğazlı upuzun bir çömlek içindeTam leyleğin gagasına göreTilki burnunu burgu etse kuyruğunu evine kaldığına mı yansınBir kuşa rezil olduğuna mı?El alemi aldatanlarBu masal sizeBir gün sizi de sokarlarKurduğunuz kafese ….TİLKİ İLE ÜZÜMLERÇok acıkmış olan bir tilki, gizlice bir bağa girmiş; çok yüksek bir çardaktan sarkan olgunlaşmış üzüm salkımları aklını çelmiş. Bu pek lezzetli ve tatlı salkımlardan bir kaç tane yiyebilmek için var gücüyle sıçramış, zıplamış, ama hiç bir salkıma yetişememiş. Sonunda yenilgiyi kabul etmek zorunda kalmış; vazgeçerek kendi kendisine mırıldanmış “Ne fark eder ki? Bu üzümlerin hepsi de koruk zâten; ekşidir bunlar!”Elde edemediğimiz bir şeyi kötülemek, çok kolaydırTİTREK TAVŞANOrmanda her gün kurulmakta olan tavşanlar pazarı, havanın kararmasıyla birlikte, dağılıyordu. Sergisini toplayan tavşan pazar yerini terk edip gidiyordu. Vakit geç olup da pazar yerinde tavşan kalmayınca bir tavşan pazara gelirdi. Sırtında boş çuvalıyla ve bu boş çuval tezgah altlarında kalmış, kıyıya köşeye atılmış, satılmamış havuçlarla ve bazı yiyeceklerle dolacaktı. Daima gölgelerden, acaba bir gören olur mu korkusuyla, yorgun ve titrek adımlarla. İşte bu tavşan yoksul, yetim, garip bir tavşandı. Adı Titrek Tavşan’dı. O, böylesine bir düşkünlük içinde olmanın çıkar yol olmadığını biliyordu. Fakat çaresizdi. Bir yuvası vardı, bu yuvada iki de oda. Bu odalardan birinde çok sevdiği Pembe Tavşan ve iki yavrusuyla birlikte kalıyordu. Diğer odada ise havuç yetiştiriyordu. Artık ne kadar havuç yetiştirebilir bunu tahmin etmek zor olmasa olgunlaşınca Titrek Tavşan bunları satacak ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya gün Titrek Tavşan ormanın karşısındaki tepeye doğru yürüyüşe gerisinde deniz görünüyordu. Sahil yakındaydı. Birden kumların üzerinde bir martı dikkatini çekti. Bu martı, kanadı kırık, yaralı bir martıydı. Uçamıyordu. Oldukça zor durumdaydı. Çünkü çevresi sekiz tane yengeç tarafından kuşatılmıştı. Kanadı kırık, yaralı martı, yengeçlerle amansız bir ölüm kalım savaşına girmişti. Kurtulmak için ileri atıldıkça önü bir yengeç tarafından kesiliyor ve yengeç korkunç kıskacıyla martıyı yakalamak istiyor, fakat martı, canhıraş feryatlarla karşı koyuyor, gitgide tükenmekte olan gücüyle hayatını Tavşan, bu durumu görmezden gelemezdi. Tüm cesaretini toplayıp martının yardımına daha ne olduğunun farkına varamadan, martıyı kucağına aldığı gibi, bir keklik gibi sekerek, onların aralarından sıyrıldı. Hızla koşarak olayı ilk gördüğü tepeye çıkan Titrek Tavşan, kucağındaki martının bayılmış olduğunu fark edince, onun iyi bir bakıcıya ihtiyacı olduğunu düşünerek, balıkçı Ziya Kaptan’ın yaşadığı deniz kıyısındaki kulübeye geldi. Martıyı Ziya Kaptan’a teslim eden Titrek Tavşan yuvasına geri bir ay geçti. Geçen zamanla birlikte havuçlar olgunlaşmıştı. Titrek Tavşan, havuçları pazarda sattı. Kendine, Pembe Tavşan’a ve yavrularına elbise aldı. Ne zamandır hep aynı elbiseleri giymekten bıkmıştı, rengi solmuş, yamalı elbiseleri…Yoksulluk ömür boyu mu sürecekti? Hep böyle yoksul mu kalacaklardı? Yoksulluğun bir çaresi yok muydu? Eğer varsa bu çare neydi? Hani Titrek Tavşan yuvasının bir odasında havuç yetiştiriyordu ya şimdi o odada havuç kalmamıştı. Çünkü, havuçlar satılmıştı. Titrek Tavşan, buradaki toprağı şöyle bir alt-üst etti. Havuç tohumu attı. Suladı. Artık iş zamana kalmıştı. Nasılsa zaman bir gün gelir bu havuçlar da Tavşan bir sabah havuç yetiştirdiği odaya girince hayretler içinde kaldı. Gördüklerine inanamıyordu. Toprağın üstündeki olgun havuç yaprağıydı. Ama nasıl olurdu daha tohum atalı on gün bile olmamıştı. Bu kadar kısa sürede havuç yetişmesi olanaksızdı. Yaprak olgunlaşmıştı tamam da bakalım toprağın içinde havuç var mıydı? Orayı eşeledi, burayı havucun birini dişledi, aldı bir başka havucu daha dişledi, tuttu bu iki havucu yedi, bitirdi. Enfesti havuçlar, tatlıydı. Titrek Tavşan bu havuçları da pazarda sattı. Memnundu yuvasına dönerken, çünkü iyi kazanmıştı. Daha sonraki günler de birbirinin tıpatıp benzeri şekilde geçti. Titrek Tavşan havuçları pazarda satıyor, ertesi gün yine oda havuç dolu akşamüstü Titrek Tavşan’ın kafası bu konuya takıldı. Nasıl oluyordu da, tohum atmadığı halde toprakta havuç bitiyordu ve bu havuçlar bir gecede olgunlaşıyordu? Bu soruların bir açıklaması olmalıydı ve ne oluyorsa gece oluyordu. Demek ki, geceleri bir şeyler dönüyordu havuç yetiştirdiği odada. Titrek Tavşan hemen kararını verdi. O gece odada sabaha kadar bekleyecek ve ne olup bittiğini anlayacaktı. Akşam yemeğini yedikten sonra, havuç yetiştirdiği odaya geçti. Kapıyı kapadı. Kapının yan tarafına koyduğu sandığın içine girdi. Sandığın tahtaları arasındaki deliklerden, odanın her tarafı rahatça görünüyordu. Titrek Tavşan dikkatini tam karşıdaki pencereye verdi. Yerden oldukça yüksekte olan bu küçük pencere odanın havalandırılması için gece yarısı olmuştu. Aniden dışarıdan kanat sesleri duyuldu. Bir martı pencereden odaya arasında küçük bir torba vardı. Martı, bu torbadaki havuç tohumlarını toprağa bitirdikten sonra pencereden uçup, gitti. Zamana karşı şartlandırılmış tohumları toprak hemen kabul edecek ve her geçecek bir saatte bu tohumlar on gün geçirmiş Tavşan vefakar martıyı hemen tanıdı. Bu martı, birkaç ay önce, yengeçlerin parçalamak istedikleri kanadı kırık, yaralı martıydı. Demek ki, Ziya Kaptan yaralı martıyı iyileştirmiş ve kurtarıcısının kim olduğunu söylemişti. Martının Titrek Tavşan’a can borcu vardı ve bu borcunu cana can katarak Tavşan birkaç gün sonra bir kamyonet satın aldı ve yetiştirdiği havuçları bu kamyonetle pazara götürmeye başladı. İki yavrusu da zamanla büyümüşler, genç birer tavşan olmuşlardı. Onlar da babaları Titrek Tavşan’la birlikte pazara gidiyorlardı. Titrek Tavşan yol boyunca şu şarkıyı söylüyordu“ Benim adım Titrek TavşanBen pazarda havuç satarımİşte yanımda şimdi yavrularımBen onlarla gurur duyarımHer gün pazara gideriz bizTavşanlara havuç satarız..”Bazı günler kamyonetin peşi sıra bir martıyı uçarken görüyordu ve yavaşlıyordu. Az sonra kamyonetle martı bir hizaya geliyor ve martı ile Titrek Tavşan selamlaşıyordu. Daha sonra martı hızını arttırıyor ve ileri doğru uçup Tavşan ile martı böyle uzaktan uzağa bir birlikteliği uzun süre sürdürdüler. Fakat bir kez olsun bir araya gelip konuşamadılar. Bunun nedenini biz bilemeyiz. Belki de böylesi daha iyi oluyordu. Onlar gönüllerince mutluydular, huzur doluydular. Onların mutluluğunu engellemek bize yakışık KARINCAVakti zamanda karıncalar arasında topal bir karınca varmış. Topallığına karşın gece gündüz demez çalışırmış. Havanın çok sıcak olduğu bir gün, çok ağır olan bir yiyeceği bulduğu yerden alıp yuvasına taşımaya başlamış. Yolu da uzunmuş. Uzun yolculuk ederken, şura senin bura benim derken, günün o kavurucu sıcaklığı da yerini tatlı tatlı esen serin bir rüzgâra bırakmış. Derken her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir su kaynağının başına varmış. Çiçekler nazlı nazlı sallanıp birbirleriyle yarenlik karınca biraz nefes alıp dinlenmek için, sırtındaki yükü bir karanfil çiçeğinin yanına bırakmış. Biraz dinlenmek için buradan daha iyi yer olmayacağını düşünmüş. Gümüş parıltısında akan suyun içinde baş aşağı akseden güzelliği izlemiş bir zaman. Sonrada yükünün üstüne oturarak dinlenmeye çiçeği şöyle boynunu büküp topal karıncaya bakmış, taşıdığı yüke bakmış, hayretler içinde-Amma da tuhaf! Diye söylenmiş kendi kendine. O küçücük boyunla bu kadar yükü taşıyorsun demek. Üstelik ayağının biri de topal. Taşıyabildiğin kadarını yüklensen olmaz mı? karınca başını kaldırıp karanfil çiçeğine bakmış. Sonra da kendi kendine-Hey gidi dünya, herkesi başka türlü yaratmış. Bak sen benim ile karanfil çiçeğinin arasındaki farka!.. Bu güzelim yerde, şırıl şırıl akan güzelim suyun başında böyle keyif çatmak için ne yapmış acaba? Ya ben bu kadar çetin doğa koşulları ile uğraşıp bir dilim yiyecek için bu kadar çile çekmek için ne günah işledim peki?..O arada gelincik çiçeği söze filan işlemedin akıllım, herkesin bir yaşamı var. Senin yaşamında öyle. Bizim ki de böyle. Bizim yaşamımızın iyi olduğunu sanıyorsun, hiçte öyle değil. Her gün korku içinde yaşıyoruz. Gün yok ki yüreğimizi korku sarmasın. Her an ölümle burun burunayız. Ya bir ot oburun dişleri arasında, ya da birinin ayakları altında ezilip gideriz her an. Hiç olmazsa sen kendini koruyabiliyorsun. Senin durumunda olmak için neler vermezdim, karınca, gelincik çiçeğine uzun uzun bakmış ilkin. Sonra da kalkıp derede akan soğuk suyu yüzüne çarpıp kana kana bee! Bu su her şeye değer doğrusu, diyerek geçip gelincik çiçeğinin dallarının dibine oturup yiyecek çıkınını açmış. Çıkınında çıkardığı bir bezi olduğu yere sermiş. Yiyeceklerini bir bir bezin üstüne bıraktıktan sonra, karanfil ve gelincik çiçeğine-Buyurun birlikte yemek yiyelim, çiçeği“afiyet olsun biz o işi biraz önce yaptık”, çiçeği“gideceğin yolun daha çok mu,” karınca-Evet uzak, daha iki günlük yolum var, çiçeği“o zaman bu gece bizim konuğumuz ol, bir iyice yorgunluk atarsın, birlikte dertleşir söyleşiriz.”Karanfil çiçeği“ Evet gelincik doğru söylüyor, bu gece konuğumuz ol. Uzun zamandır kimseler bize konuk olmadı.”Topal karınca“Haklısınız gün boyu durmadan yürüdüm. Yorgunluktan keyfim kaçtı zaten. Elimden olmayarak size karşı kaba bir söz söylediysem bağışlayın. Ben kötü biri değilim çiçeği“biz halden anlarız arkadaş üzülme sen,”Karanfil çiçeği“yok canım hiçte söylediğin gibi değil, kimse kimseye kaba laf söylemedi, keyfine bak sen.”Topal karınca yemeğini yedikten sonra, yere düşen kırıntıları toplamış, yeşillikler arasında hiçbir çöp bırakmadan her tarafı temizlemiş. Yere serdiği bezi güzelce toplayıp kaldırmış. Geçip derede ellerini bir iyice yıkamış, dişlerini çiçeği ve gelincik çiçeği, topal karıncanın bu temizliğine hayranlıkla bakmışlar ilkin sonra da kendi çiçeği“bak görüyor musun yerde tek çöp bırakmadı. Doğayı ve çevreyi temiz tutmaya özen gösteriyor.”Karanfil çiçeği“evet haklısın ama bunu yapmak zorunda. Çevresini temiz tutmayanların hastalıklardan kurtulması olası değil. Sağlıklı yaşamanın birinci kuralı temizlik ve çevreyi korumaktır. Yeşilliği korumaktır.”Gelincik çiçeği“ama birileri her tarafı kirletiyor, hatta daha da ileri giderek yerlere tükürüyorlar, çöplerini rasgele yerlere atıyorlar.”Karanfil çiçeği“haklısın öyle davrananlar o kadar çok ki.”Gelincik çiçeği“Peki bunlara okulda öğretmiyorlar mı? Örneğin yerleri kirletmeyin, çevrenizi temiz tutun, pikniklerde yerleri kirletmeyin, çöplerinizi toplayın, sigara yanıklarını kurumuş otların arasına atmayın demiyorlar mı?”Karanfil çiçeği“Diyorlar demesine diyorlar da, ama anlayan kim, insanın kendisinden olmalı. Geçenlerde bana biri söyledi, yeni okula gidenler okuyan gençler çok akıllıymış biliyor musun? Çevre temizliğine çok önem veriyorlarmış. Birisi yerlere bir şey attı mı hemen onu ikaz ederek çöp bidonlarını gösteriyorlarmış ya!..”Gelincik çiçeği“Çok güzel ya!.. Desene artık kirlilikten kurtulacağız.”Karanfil çiçeği“Evet, birkaç yıla kadar her taraf pırıl pırıl olacak göreceksin.”Gelincik çiçeği,“Umarım,”UYUYAN GÜZELBir zamanlar bir Kral ile Kraliçe bir kız çocukları olunca bu mutlu günün şerefine bir ziyafet vermişler. Ziyafetten sonra Kral çevresindeki insanlara baba olmanın kendisini nasıl mutlu ettiğini anlatmış, zira yıllar yılı karısıyla birlikte hep bir çocuk sahibi olmayı beklemiş durmuş. Sonra bebeğin altını değiştirmeyi yeni öğrendiği sıralarda başına gelenleri anlatırken konukların hepsini güldürmüş. Derken konukların bebek Prenses’e hediyelerini verme zamanı hediyelerini verdikten sonra sıra on iki periye gelmiş. “Benim Prenses’e hediyem Mutluluk,” demiş birinci peri. Konuklar sevinçle alkışlamışlar, Kral’ın ağzı kulaklarına varmış.“Benim hediyem Güzellik,” demiş ikinci peki. “Benim hediyem Akıl,” demiş üçüncüsü. Böylece on bir peri hediyelerini tek tek ikinci peri tam hediyesini vermek üzereymiş ki, bir gökgürültüsüyle sarsılmış bütün saray. Kapılar ardına kadar açılmış, içeriye yaşlı bir kadın girmiş ayaklarını sürüye sürüye. Onu gören herkes korkudan gözlerini kapatmış.“On üçüncü peri!” diye bağırmışlar hep bir ağızdan.“Bana davetiye yok mu Kral?” demiş on üçüncü peri korkun sesiyle kapı ağzından.“Sana davetiye yollamayı unutmuş olmalılar,” demiş Kral kem küm ederek. “Hizmetkârlar! Sofrada hemen bir yer daha açın! Çabuk!” Aslında Kral onu bile bile davet etmemiş, çünkü sarayda periler için sadece on iki altın tabak varmış. O da düşünmüş taşınmış, çareyi birini davet etmemekte üçüncü peri minik Prenses’in kundağının yanına gitmiş. Bebek agu deyip minik elini ona doğru uzatmış. Derken peri birden, “Benim de prensese hediyem, on beşinci yaş gününde parmağına iğ batar batmaz ölmesi,” demiş iğrenç bir kahkaha bir gökgürültüsüyle, kötü peri kaybolup gitmiş. Sarayın kapıları gürültüyle kapanmış ardından. Korkunç bir sessizlik kalmış geriye. Sonra Kraliçe ağlamaya ikinci peri öne atılmış. “Ben hediyemi vermedim daha,” demiş yumuşak bir sesle. “Kötü büyüyü bozamam belki, ama onu değiştirebilirim. Benim hediyem de büyüyü, Prenses’in parmağına iğ battığında ölmesi yerine, yüz yıl uyuması şeklinde değiştirmek olsun o zaman.”Yıllar geçmiş aradan. Bebek büyümüş, sağlıklı, güzel, mutlu ve akıllı bir genç kız olmuş. Kral’la Kraliçe kötü büyüyü çoktan unutmuşlar. Zaten ülke içinde ne kadar iğ varsa, daha Prenses bebekken yok edilmiş. Prenses uzun yıllar tam da on beşinci yaşına bastığı gün Prenses daha önce hiç fark etmediği bir kapı keşfetmiş. Kapıyı açmış, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan bir merdivenle karşılaşmış. Merdiveni çıkınca üzerinde altın bir anahtar bulunan bir kapıya varmış. Kapıyı açınca, içerdeki küçük odada tekerlekli bir şeyi çalıştıran yaşlı bir kadın görmüş. “Ne yapıyorsunuz öyle?” diye sormuş prenses. Yaşlı kadın gülümsemiş. “İplik eğiriyorum!” demiş. “Orada öyle bakıp durma. Gel, bir de sen dene, hadi.” İği Prenses’e doğru anda olanlar olmuş. İğin sivri ucu Prenses’in parmağına batmış, Prenses hemen yere yığılıp kalmış. Dışarıda, avluda tavuklar gıdaklamayı kesmiş. Prenses’in köpeği, aşçının kedisini kovalamaz olmuş. Çalışma odasında kızının doğum günü davetiyesini yazmakta olan Kral’ın elinden kalem düşmüş. Mutfaktaki ocaklar yanmaz olmuş. Tüm saray uykuya yavaş yavaş akıp geçmiş. Saray unutulmuş. Ama olaydan yüz yıl kadar sonra bir gün yakışıklı bir Prens o civardan geçiyormuş. Uzaklarda dikenli çalılarla kaplı bir yer gözüne ilişmiş. Adamları gülerek bu büyülenmiş sarayla içindeki uyuyan güzel hakkında duydukları bir hikâyeyi aktarmışlar ona. Ya doğruysa,’ diye düşünmüş prens ve atını dikenli çalılarla kaplı yola çalılardan geçilecek hiç yol bulamamış. Çalılar hem çok sıkmış ve hem de üstüne tırmanılamayacak kadar dikenliymiş. Bakmış olacak gibi değil, çekmiş kılıcını ve yolunu açmak için çalıları kesmeye başlamış. Çalılıkları aşan Prens gördüklerine inanamamış. Her yer bir heykel gibi kıpırdamadan duran hayvalar ve insanlarla doluymuş. Sarayın içinde dolaşmış. Güneşle aydınlanan pencerelerde tek bir sinek bile vızıldamıyormuş. Hiç kimse kımıldamıyor, hiç kimse cevap vermiyormuş kapısı yarı açık bir kuleye varmış. İçeri girmiş, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzanan bir merdivenle karşılaşmış. Prens, merdivenlerin bittiği yerde, tepede altına benzer bir şeyin parladığını görür gibi olmuş. Merdivenleri çıkmış ve kendini Prenses’in önünde bulmuş. “Uyuyan Güzel,” demiş fısıltılı bir sesle. Kızın güzelliğine dayanamamış, eğilip dudaklarından onu öper öpmez Prenses gözlerini açmış. Onun uyanmasıyla birlikte sarayın mutfağında ocak tekrar yanmaya başlamış. Çalışma odasında Kral leinden düşürdüğü kalemi almış ve kızının doğum günü davetiyesini yazmaya devam etmiş. Tavuklar yerdeki buğday tanelerini gagalamaya en üst katındaki odada Prenses karşısında Prensi görmüş. Yüz yıldan sonra ilk defa dudaklarında bir tebessüm belirmiş. “Benimle evlenir misin?” diye sormuş Prens fısıltıyla. “Evet!” demiş Prenses ve Prensi öpmüş. Kral bu güzel haberi alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış. Prens ile Prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde FALCIGünün birinde Keloğlan gurbete çıkmaya karar vermiş. Heybesini hazırlamış, anasıyla helallaşmış, çıkmış torbası, elinde değneğiyle yürümeye başlamış. Evden çok uzaklara köye yaklaşırken hava iyiden iyiye kararmış. Çalılıkların ardında da bir karaltı hemen bir ağacın arkasına gizlenip, adamı gözetlemiş. Adam koynundan çıkardığını, oradaki bir çalının dibine gömmüş. Sonrada oradan bir süre bekledikten sonra oraya varmış. Yerlere dikkatlice bakmış. Adamın kazdığı yeri bulmuş. Toprağı kazmağa başlamış. Biraz kazdıktan sonra gözlerine inanamamış. Çünkü toprağın altında bir torba dolusu altın düşünmüş, taşınmış. Bu altının çalıntı olduğuna karar vermiş. Hem onu sahibine vermek, hem de bundan yararlanmak için bir plan kurmuş kendi başka bir yere gömmüş. Düşmüş yola. Değneğini vura vura yürümüş, köye köy odasına gitmiş. Kapıyı açıp “Selamünaleyküm ağalar” diyerek içeriye bir yabancının geldiğini görünce onunla buyur deyip konuğa yer göstermişler. Eline bir bardak çay verip halini hatırını ne iş yaptığını sorduklarında, keloğlan onlara-Ben fal bakarım ağalar, demiş. Fal bakaar yitikleri bulur, geleceği duyan köylüler Keloğlana daha saygılı davranmışlar. Köylerine onur verdiğini söyleyerek onu birkaç gün misafir etmeğe karar önüne büyük bir sini içinde yemek vermişler. Keloğlan buna çok sevinmiş. Çünkü sabahtan beri hiç bir şey yememiş. Karnı açlıktan zil konan yağı, balı, peyniri, sıcak gözlemeyi indirmiş mideye. Üstüne de okkalı bir kahve içmiş. Bir köşeye serdikleri yatağa uzanmış. Sabaha kadar deliksiz bir uyku gün, sabah olunca köyden bir kese altının çalındığını söylemişler tas içinde su getirin, hemen bir tas bulup içine de su doldurup Keloğlanın önüne koymuşlar. Keloğlanın ne yapacağını görmek içinde etrafına toplanmışlar. Keloğlanda anlamsız anlamsız mırıldanarak ellerini suya batırmış. Sonra ıslak ellerini yüzüne sürmüş. Bir an düşünür gibi yapmış. Sonra da köylülere altın dolu torbayı gömdüğü yeri tarif koşup gitmişler Keloğlanın tarif ettiği yere. Altın torbasını elleriyle koymuş gibi kolayca olay Keloğlan’ın saygınlığını artırmış. Onu yere göğe koymamışlar. Namı da çevre köylere kadar birinde eşeğini kaybeden bir köylü içinde suya bakmış. Sonra adamı başından savmak için-Senin eşeğin ne yerde ne de gökte. Ortaada bir yerde aranıp dururken, eşeğini küçük bir tahta köprüde bulunca sevinç içinde köye olanları olay da Keloğlanın ününe ün katmış. Keloğlanın ünü köyden köye, köyden kasabaya yayılmış. Eşeğini bulan adam bir gün padişahın bulunduğu kente gitmiş. Keloğlan’ın yitik eşeği nasıl bulduğunu anlatınca bu haber padişaha kadar da ne zamandır bir falcı ararmış meğer. Babasının emanet ettiği kılıncın sırrını çözdürmek için. Kılınçın sırrının çözülmesi için o güne dek denemediği falcı, bilgin, büyücü kalmamış. Kılıncın sırrını bir türlü adamları Keloğlanı bulunduğu köyden apar topar aldıkları gibi yaka paça padişahın huzuruna çıkarmışlar. Keloğlan çok korkmuş. Padişahın derdini çözümleyemezse, kellesinin gideceğini biliyormuş. Bu nedenle padişaha “Ben falcı falan değilim” demiş ise de padişah kılıcı Keloğlana göstermişBen çok küçükken babam bu kılıcı bana verirken, büyüyünce sırrını çözmemi vasiyet etmişti. Ama bugüne kadar bu kılıncın sırrını hiç kimse çözemedi, Keloğlan bu sırrı çözecek, padişah da ona “Ne dilersen dile benden” diyecekti. iyi hoş ama, keloğlan bunca bilginin, falcının, büyücünün çözemediği sırrı nasıl içinde “bir atlarsın çegirme, iki atlarsın çeğirge…” diye Keloğlana bugüne kadar kılıncın sırrını çözmek için ortaya çıkıp da başaramayan kırk kişinin kafasının nasıl vurulduğunu anlatmış. Bu sözleri duyan Keloğlanın korkusu daha da artmış. Bu beladan nasıl kurtulacağını düşünmeye yarına dek müsaade, demiş. Bu sırrrı çözersen senin için yokluk yok artık. Ama sırrı çözemezsen kel kafan da yok. Bunu iyi bilesin Keloğlan….Keloğlan bakmış bir kaçamak yol bulamamış. Zamandan kazanmak için padişah’a-Bana kırk gün izin verin, kırk gün sonrra bu işi bitmiş bilin hay, demiş. Bu iş için kırk yıldır bekliyorum. Ne yapalım kırk gün daha bekleriz, demiş. Keloğlan’ı bir odaya kapamışlar. Kılıcı önüne koymuşlar. İstediği cevizi, inciri, çuval çuval yığmışlar. Her öğün en güzel yemeklerden kırk gün kırk gece düşünmüş. kılınçın sırrını çözememiş. Kırkıncı gün sabah erkenden uyanmış. Düşünmeye başlamış ama nafile. Sırrı çözememiş. Kellesi gideceği için öfkelenmiş. Kılıcı eline alarak “Lanet olsun senin altının da elmasın da” diye söylenmiş. Sonra o öfkeyle kılıcı sapından tuttuğu gibi duvara vurmuş. Ama öyle hızlı vurmuş ki kılınç sapından kırılmış. Keloğlan elinde kalan sapa dikkatlice bakmış şaşırmış sapın içinde bükülmüş bir kağıt varmış. Kağıdı yırtmadan çıkartmış. Kağıtta bir şeyler yazıyormuş. Ama Keloğlanın okuma yazması olmadığından okuyamamış. Bu sırada verilen kırk günlük mühlet de sona ermiş. Padişahın adamları Keloğlan’ı yaka paça Padişahın huzuruna getirmişler. Keloğlan elindeki kırık kılıncın sapı ile, içinden çıkardığı kağıdı padişaha Keloğlanın uzattığı kağıttaki yazılanları okumaya başlamış. Okudukcada şaşkınlığı kağıttaki yazı babasının yazısı imiş. Oğluna yazdığı mektupta şöyle diyormuş“Yiğit şehzadem, saltanatım sana kalacak. Ama çok küçüksün. Bugünlerde ölüp gidersem, ortalıkta kalmandan korkuyorum. Bunun için sana bir hazine sakladım. Gömüldüğü yeri bu kağıtta gösteriyorum. Sen büyüyüp kılıncın sırrını çözünce bu hazine senin olacaktır. Sen de, padişah olmasan bile, bu hazine ile rahat bir yaşam sağlarsın kendine.”Hemen mektupta belirtilen yere gitmişler. Adamlar topraği kazınca gercekten çok büyük bir hazine bu işe çok sevinmiş. Hem hazineyi bulduğu için, hemde babasının vasiyetini yerine getirdiği için Keloğlan’a-Dile benden ne dilersen? Ne istersen veereceğim, zaman Keloğlan bulunan hazineden ufak bir pay ve padişahın güzel kızını önce karşı çıkmış bu isteğe. Ama sonra verdiği sözü hatırlamış. Keloğlan ile kızını evlendirmiş. Hazineden de büyük bir pay vermiş. Keloğlan padişahın kızı ile mutlu bir hayat sürmüşler…Onlar ermiş muradına, biz gidelim diğer masalları okumaya…..ÜÇ ARKADAŞIN HİKAYESİBugün seni özledim sevgili aynacık. Hemen akşam olsun istedim. Çünkü benim için hazırladığın güzel masalları özlemiştim. Çağırdım çağırdım, gelmedin. Şöyler misin, masallar hep gece olunca mı okunmalı?Ve aynacık ay gökyüzüne çıkar-çıkmaz, soluğu padişah kızı’nın yanında almış. Masalı anlatmaya başlamadan önce ona şunları söylemiş Masallar gecenin karanlığında yaşar. Hem uyumadan önce anlatılsın ki güzel rüyalar göresin. Haydi şimdi dinlemeye başla…Baratis adındaki bir ülkede kış mevsimi çok uzun geçermiş. Öyle soğuk olurmuş ki; ilkbahar hiç gelmeyecek sanılırmış. Artık insanlar soğuk gecelerden sıkılırlarmış. Dua ederlermiş. Sıcak günlerin gelmesini gelir-gelmez de insanlar kendilerini sokağa atarlarmuş. Kırlarda gezintiye çıkarlar, çiçek toplarlarmış. Çocuklar bütün kış boyunca dışarıda oynauamadıkları oyunların tadını doya doya donan nehirler, gürül gürül aköaya başlarmış. Boyunlarını büken ağaçlar gökyüzüne doğru uzanırlarmış. Yani ilkbahar tüm güzelliğiyle gelirmiş insanların bu ülkede uzun kış mevsiminin ardından bu güzel baharlardan birisi çıkagelmiş. Çoluk-çocuk insanlar kendilerini sokaklara atmışlar. Bu insanlar arasında üç tane can-ciğer arkadaş varmış. Bunlar da tabîatın tadını çıkarmak için yemyeşil dağlara tırmanmaya başlamışlar. Konuşa konuşa yürüyorlar, ağır ağır ormanın derinliklerine süre sonra yorgunluk hisseden bu üç arkadaş kocaman bir çam ağacının gölgesine oturmuşlar. Az ileride usulca akan bir derenin şırıltısını duyuyorlarmış. Bahar yeli yaprakları hafif hafif üç arkadaş sohbet ederken, birisinin eline çiviye benzer bir şey batmış. Elini kanatan şeyi merak eden adam toprağı sıvazlarken birden demir bir kapak yerinden oynamış İyice meraklanan adam kapağın altında ne olduğunu öğrenmek istemiş ve kapağı kaldırmış. Bir de ne görsünler, içeriye doğru uzanan karanlık mı karanlık daracık bir yol çıkmış ortaya. Önce ürkmüşler karanlıktan. İçeri girmekten çekinmilşer. Fakat bir cesaret gelivermiş üzerlerine başlamışlar adım ancak yürümüşler, birden jarşılarına üç adam boyunda bir kapı çıkmış. Korkarak itmişler kapıyı. Bu kapı, büyük bir odaya açılıyormuş. Üç arkadaş hayretler içinde kalmışlar. Sanki odanın içinde güneşten bir parça varmış. Parıl parıl parlıyormuş oda. Çil çil altınlar, küme küme duruyorlarmış yerlerde. Yakutlar, elmaslar, inciler…Çılgına dönen adamlar öücevherlerin içine atmışlar kendilerini. “Zengin olduk, zengin olduk” diye bağırıyorlarmış. Bir süre sonra yorulmuşlar ve bir köşeye oturmuşlar. Birisi;– Bu mücevherleri nasıl taşıyacağız, diye ibir fikir atmış ortaya– Ben şehre gideyim. Siz burada bekleyin. Atları alıp hemen dönerim. Sonra da hep beraber yola fikir kabul edilmiş. İkisi beklemeye başlamışlar, üçüncüsü şehre doğru yola çıkmış. Giderken aklına öyle kötü düşünceler girmiş ki; arkadaşlarını öldürmeye karar vermiş. Şöyle düşünmüş– Neden o kadar parayı üçe böleyim ki? Paranın tamamı benim düşünceden bir türlü vazgeçemiyormuş. Eve varınca karısına;– Artık çok zengin olacağız, demiş. Hemen tencereler dolusu yemek hazırla. Arkadaşlarım acıkmıştır. Onlara götüreceğim. Ben çarşıya gidiyorum, almam gerekenler evden çıkmış, tanıdığı ne kadar kişi varsa bir bir ziyaret etmiş. Atlarını bir süre için ödünç almış. Eve dönerken kuvvetli bir zehir satın almayı da unutmamış. Heyecanla eve gelmiş, karısının yemekleri hazırladığını görünce daha bir heyecan kaplamış görmeden cebindeki zehiri çıkarmış, yemeklere koyup bir güzel karıştırmış. Daha fazla zaman kaybetmeden yemekleri yanına almış ve atlarla yola çıkmış. Giderken de düşüncelere dalmış– Şimdi arkadaşlarım ne çok meraklanmışlardır. Pek de acıkmışlardır. Kimbilir nasıl da yiyecekler bu lezzetli yemekleri. Ben de onları seyredeceğim. Yaşasın hazinenin tamamı benim olacak. İkisini de hazinenin yanında kalan iki arkadaşı da boş durmamışlar. Onların da akıllarında kötü düşünceler gezinmekteymiş. Aralarında şöyle konuşmuşlar– Gelir-gelmez onu öldürmeliyiz. Neden hazineyi üçe bölelim ki? İkiye böleriz daha çok paramız bekliyorlarmış. Biri kapının sağ köşesine, diğeri kapının sol köşesine yerleşmiş. Saatler geçmiş aradan ve nihayet atların nal seslerini duymuşlar. Adam da arkadaşlarına seslene seslene geliyormuş– Ben geldim. Güzel güzel yemekler getirdim sevinç çığlıkları yükselmiş, fakat yerlerinden kımışdamamışlar– Hoşgeldin, sevgili dostumuz. Gözümüz yollarda kaldı. Nerelerdeydin? Bizi merakta bırakman hiç doğru yavaş yavaş odaya doğru yürümüş. Tam kapının ağzına gelmiş ki; ikisi birden adamın üzerine atlamışlar. Bir çırpıda öldürüvermişler arkadaşlarını. Hiç de üzülmemişler bunu yaptıkları için. Güle-oynaya yemekleri önlerine çekmişler. Başlamışlar afiyetle yemeye. Fakat pek kısa bir aradan sonra zehir etkisini göstermiş. İkisi de ne olduğunu anlayamadan son nefeslerini hazineye üçü de sahib olamamış. Açgözlülükleri yüzünden hazinenin tamamını kaybetmişler. Paylaşmanın ne kadar güzel, insanları sevmenin ne kadar yüce bir duygu olduğunu hiçbir zaman öğrenemedikleri için canlarından olmuşlar. Bu hayatta paradan güzel öyle çok şey var ki…YAVRU KÖPEKSon dört aydır bacağına çelik bağ takan küçük çocuk, evinin ön kapısından içeri, kucağında yeni aldığı köpek yavrusuyla girdi. Köpeğin kalçasında bir kemik eksikti ve yavru yere bırakıldığında ciddi biçimde topallıyordu. Çocuğun fiziksel özürlü bir yavru seçmesi anne babasını aşırttı, çünkü çocuk kendi durumundan ümitsizdi. Ama yanında yeni arkadaşıyla umutları canlanmış ve yepyeni bir coşkuyla gün çocuk ve annesi küçük köpeğe nasıl yardım edebileceklerini öğrenmek için bir veterinere gittiler. Veteriner, çocuğa, eğer her sabah yavru köpeğin bacağına masaj yapar, sonra da onu en az bir mil yürütürse, o zaman kalçasındaki kasların güçleneceğini, yavrunun artık acı çekmeyeceğini ve daha az topallayacağını köpeğin bu durumdan rahatsızlığını inleyerek ve havlayarak belli etmesine ve çocuğun da kendi bacak bağından acı ve zorluk çekmesine karşın, sonraki iki ay boyunca rehabilitasyon programını sabırla sürdürdüler. Üçüncü ay, her sabah okuldan önce üç mil yürüyorlardı ve artık ikisi de yürürken acı Cumartesi sabahı çalışmadan dönerlerken çalıların arasından önlerine bir kedi çıktı ve köpeği korkuttu. Tasmasından kurtulan köpek hızla caddeye seğirtti. Hızla gelen bir kamyon köpeğe yaklaşırken çocuk da caddeye fırladı, köpeğini yakalamak istedi, ama yolun kenarına yuvarlandı. Geç kalmıştı. Kamyon köpeğe çarpmıştı, köpeğin ağzından kan geliyordu. Çocuk ölmekte olan köpeğine sarılmış ağlarken kendi bacağındaki bağın çıkmış olduğunu için üzülecek zamanı yoktu. Hemen ayağa kalktı, köpeğini kucağına aldı ve eve doğru yola koyuldu. Köpek küçük küçük havlayarak çocuğa umut veriyor ve onun heyecan içinde elinden geldiğince hızlı koşmasına neden onu ve acı çeken köpeğini hemen hayvan hastanesine götürdü. Anne oğul merak içinde köpeğin ameliyatı atlatıp atlatamayacağını öğrenmek için beklerken çocuk, şimdi nasıl olup da yürüyebildiğini ve koşabildiğini şöyle dedi ” Sende osteomiyelit vardı. Bu bir kemik hastalığıdır. Bu hastalık bacağını zayıflattı ve sakat bıraktı, bu nedenle de topallıyor ve acı çekiyordun. Bacağındaki bağ destek içindi. Eğer acıya ve saatlerce sürecek tedavilere dayanmaya razı olsaydın, bu geçecekti. İlaçlara iyi cevap verdin, ama fizik tedaviye her zaman karşı koydun. Baban ve ben ne yapacağımızı bilemiyorduk. Doktorlar bize senin bacağını yitirmek üzere olduğunu söylediler. Sonra eve köpek yavrusunu getirdin. Sanki onun gereksinmelerini anlıyor gibiydin. Sen ona yardım ederken aslında büyümek ve güçlenmek için kendine yardım ediyordun.”Tam bu sırada ameliyathanenin kapısı ağır ağır açıldı. Veteriner yüzünde bir gülümsemeyle dışarı çıktı. ” Köpeğiniz iyileşecek” YAĞMURUKış, beyaz ağaçlar yaratır topraktan; bazı insanlardan umutsuzluk yaratır, ama bir sevgi iliştirir bu umutsuzluğa, dünyanın en garip çiçeğini babası ölmüştü kızın, başında bir kukuletası sırtında yırtık bir elbisesi ve tüyleri yağmur yemiş bir paltosu vardı. Böyle bir kızın cebinde olsa olsa bir dilim ekmeği olur ancak, avucunda sıkı sıkı tuttuğu birazcık bozuk parası olur. Ama kış güveni nedense kaybolmamıştır. Kuşlara bakarak ısınmaya çalışır. Titrerken düşünüyordu gelecek günün birinde Kar taneleri yerine tomurcuk yağacak gökten sincaplar ılıklığı yukarı taşıyacak. Kış baharın habercisidir, meleklere mektup yazar, gönderilmesini ister baharın bu arada yeryüzünü düşünürken yaşlı bir adam çıktı yok, karnım aç, dedi bana para ver biraz, sen küçük bir çocuksun nasılsa doyururlar düşünmedi bile kız bütün parasını ihtiyara uzattı. Sanki beyaz bir aslan girmişti şehre, alev yerine kar soluyordu şemsiyesi olanların şemsiyesini, düşleri olanların düşlerini parçalıyordu. Ama umutsuzluğa kapılmadı kız, sokakta bir başına kadın belirdi yanı çocuk, dedi yiyecek bir şey var mı cebinde? Ağzıma üç gündür lokma koymadım kime başvurduysam geri çevirdi beni…Bir dilim ekmeği vardı ya, onu yesin zavallı kadın, kendisi bir şey yemeyeli iki gün olmuştu teyze, dedi, benim karnım tok, daha demin yemek yedim. İnan bana, daha olsaydı daha küçük bir çocuğa giydirdi paltosunu, gömleğini kendi boyunda bir kıza armağan etti, hava kararmıştı nasıl olsa, kimseler göremezdi o bir kedi yavrusunu gördü; soğuktan sesi bile donmuştu kedinin, bıyıklarında buz tutmuştu miyavlaması. dergiciler görseydi, kış resmi olarak dağların değil onun resmini koyarlardı dergi kapaklarına. Başından çıkardığı kukuletaya sardı yönetir insanların; kürklü olanları tiyatroya götürür, paltolu olanları sinemaya götürür, ceketli olanları evlerine götürür, çıplak olanları korulara kendini bir koruda buldu kız, saçlarının arasına sokup ellerini gökyüzüne baktı. O anda tipi dindi, bulutlar açıldı ve ansızın beliren samanyolundan bir yıldız kaydı, sonra bir yıldız,bir yıldız daha, bütün samanyolu, büyük ayı, küçük ayı, hepsi ayaklarının dibine düştü kızın, sonra çoban yıldızı inanılmaz sevinçler yaratır. Eğilip baktı kız, toprağa değdikçe altın oluyordu gelmemek üzere gidiyordu kış yoksulların, kedilerin yanından; güzel yemekler, kalın kumaşlar alınırdı bu seven denizcilerin tanıdığı bütün yıldızlar birer birer düştü yere onları gören ay bile çekinmedi havada parçalandı ve dallarına altın birer yaprak olarak kondu seven sincaplar için işte bir sürü ODUNCUYoksul bir oduncu, ıssız bir ormanın kıyısındaki küçük bir kulübede karısı ve üç kızıyla birlikte oturuyormuş. Bir sabah yine işine giderken karısına demiş ki “Bugün öğle yemeğimi büyük kızla ormana gönder. Çünkü öğleye kadar işimi bitiremeyeceğim. Kız yolunu şaşırmasın diye yanıma bir torba darı alıp yollara serpeceğim.” Güneş ormanın tepesine kadar yükselince, kız bir tas çorbayla yola çıkmış. Fakat ormanlarda, kırlarda uçuşan serçeler, çayır kuşları, ispinozlar, kara tavuklar, kanaryalar darı tanelerini çoktan toplayıp yemişlermiş. Bu yüzden kız yolu bulamamış. Gün batıncaya, gece oluncaya kadar sağ ve esen dolaşıp durmuş. Gecenin karanlıkları içinde ağaçlar uğulduyor, baykuşlar ötüyormuş. Kızın içine bir korku girmeye başlamış. O sırada uzakta, ağaçların arasında parıldayan bir ışık görmüş. “Orada insanlar olsa gerek. Bunlar beni gece yanlarında misafir ederler” diye düşünmüş; ışığa doğru ilerlemiş. Çok geçmeden bir evin önüne varmış. Pencerelerinde ışık görünüyormuş. Kız kapıyı çalmış. İçeriden boğuk bir ses “gel” diye bağırmış. Kız evin karanlık taşlığına girmiş. Odanın kapısını vurmuş. Aynı ses “girsene içeri” demiş. Kız kapıyı açtığı zaman saçı sakalı bembeyaz bir adamın masanın başında oturduğunu görmüş. Adam yüzünü iki eliyle kapamışmış. Ak sakalı masanın üzerinden yere kadar uzanıyormuş. Sobanın yanında üç hayvan uzanmış, yatıyormuş küçük bir horoz, mini bir tavuk, alaca tüylü bir inek.. Kız başından geçenleri yaşlı adama anlatmış. Geceyi geçirmek için ondan bir yer istemiş. Adam hayvanlara seslenmiş “güzel tavuk, güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz? ” Hayvanlar hep bir ağızdan “bizce uygun” demişler. Yaşlı adam kıza dönerek “burada her şeyden bol bol var! Haydi ocağa git, bize akşam yemeği pişir” demiş. Kız mutfakta ne aradıysa bulmuş. Güzel bir yemek pişirmiş, ama hayvanları hiç düşünmemiş. Doldurduğu tabakları sofraya getirip koymuş. Ak saçlı adamın yanına oturmuş, karnını tıka basa doyurduktan sonra “o kadar yorgunum ki demiş, uzanıp uyuyacağım yatak nerde? ” Hayvanlar seslenmişler “onunla yedin içtin bizleri düşünmedin. Geceyi nerede geçirirsen geçir! Bunun üzerine yaşlı adam “haydi merdivenden yukarı çık. Orada iki yataklı bir oda göreceksin. O yatakları düzelt, beyaz keten çarşaflarını yay. Biraz sonra ben de gelip yatarım” demiş. Kız yukarı çıkmış. Yatakları düzeltip çarşaflarını yaydıktan sonra, yaşlı adamı beklemeden, bunlardan birinin içine girip uzanmış. Bir süre sonra ak saçlı adam gelmiş. Elindeki ışığı kızın yüzüne tutmuş. Başını sallamış. Kızın derin uykuda olduğunu görünce döşemedeki kapağı açmış. Kızı, odanın altındaki mahzene üstü ortalık kararırken oduncu evine dönmüş. Kendisini bütün gün aç bıraktığı için karısına çıkışmaya başlamış. Kadın “benim suçum yok. Kız yemeği alarak çıkıp gitmişti… Herhalde yolunu şaşırmış olacak..Sabahleyin dönüp gelir.” Oduncu güneş doğmadan kalkmış. Yine ormana gidecekmiş. Bugün de öğle yemeğini ortanca kızın getirmesini tembih etmiş “Yanıma bir torba mercimek alıyorum. Taneleri darınınkinden iridir. Kız bunları daha iyi görür, yolunu şaşırmaz!” Öğle üzeri kız yemeği alıp yola çıkmış. Fakat mercimekler ortada yokmuş. Ormandaki kuşlar bunları da, dünkü gibi, yiyip bitirmişlermiş. Kızcağız bütün gün ormanda dolaşıp durmuş. Akşam olunca o da yaşlı adamın evine varmış. İçeri alınmış. Yiyecek bir şeyle, yatacak bir yer istemiş. Ak saçlı adam yine hayvanlara sormuş. “Güzel tavuk, güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz?” Hayvanlar aynı yanıtı vermişler “bizce uygun” demişler. Bundan sonra her şey bir gün önceki gibi olmuş Kız güzel yemekler pişirmiş. Yaşlı adamla birlikte yemiş, içmiş; fakat hayvanları düşünmemiş. Yatacağı yeri sorunca hayvanlar “onunla yedin içtin..Bizleri düşünmedin.. Geceyi nerde geçirirsen geçir!” Kız uykuya dalınca yaşlı adam gelmiş. Kafasını sallayarak kızı seyretmiş. Onu da mahzene gün sabah oduncu karısına demiş ki bugün bana yemeği küçük kızla gönder! Bu çocuk her zaman usludur, söz dinler. Herhalde dosdoğru yoluna gidecek, öbür haylaz kardeşleri gibi ormanda dolaşıp durmayacak!” Fakat annesi bu kızını da göndermek istemiyormuş. “En sevgili yavrumu da mı yitireyim?” demiş. Adam da “merak etme, kız yolunu şaşırmaz! Bu kez bezelye götüreceğim. Yollara serpeceğim. Bunlar mercimekten daha iridirler. Ona yolu gösterirler.” Fakat kız kolunda bir sepetle yola çıktığı zaman kuşlar bezelyeleri yiyip bitirmişlermiş. Kızcağız nereye gideceğini şaşırmış. Üzüntü içindeymiş. Babasının acıkacağını, yiyecek bir şey bulamayacağını, gecikirse anneciğinin merak edeceğini düşünüyormuş. Sonunda ortalık kararınca uzaktaki ışığı görmüş. Ormandaki evin yanına varmış. Geceyi orada geçirmesini güler yüzle rica etmiş. Ak sakallı adam yine hayvanlara sormuş “güzel tavuk; güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz.?” Onlar da bir ağızdan “bizce uygun” demişler! Bunun üzerine kız, önünde hayvanların yattığı sobaya doğru gitmiş. Tavukla horozun parlak tüylerini okşamış. Alaca ineğin alnını hafif hafif kaşımış. Yaşlı adamın isteği üzerine güzel bir çorba pişirmiş. Tasa koymuş. Sofraya getirmiş. Sonra “ben karnımı doyururken bu hayvancıklara hiçbir şey yok mu? Dışarıda her şeyden bol bol var. Önce onlara yiyecek getireyim” demiş. Dışarı çıkmış; arpa getirerek tavukla horozun önüne serpmiş. İneğe de bir kucak dolusu güzel kokulu saman vermiş “Afiyetle yiyin sevgili hayvanlar! Susadığınız zaman içersiniz diye size serin su da getireyim” demiş. Bir kova su getirmiş. Tavukla horoz hemen kovanın kıyısına sıçramışlar, gagalarını suya daldırmışlar; sonra kafalarını havaya kaldırmışlar. Böylece su içmeye başlamışlar. Alaca inek de bu sudan kana kana içmiş. Hayvanlar yemlerini yiyince kız, yaşlı adamın yanına giderek sofraya oturmuş. Ondan artan yemekleri yemiş. Çok geçmeden tavukla horoz başlarını kanatları arasına sokmaya başlamışlar. Alaca inek de gözlerini kapamış. Bunun üzerine kız “artık ben de dinlenmeliyim” demiş. Kız merdivenlerden çıkmış, yatağı düzeltmiş, tertemiz örtüler örtmüş. İşi bitince yaşlı adam gelmiş, yataklardan birine yatmış. Ak sakalı ayaklarına kadar uzanıyormuş. Kız ikinci yatağa girmiş, duasını etmiş, uykuya dalmış. Küçük kız gece yarısına kadar rahat bir uyku uyumuş. Fakat ondan sonra evin içinde bir karışıklık olmuş. Evin köşe bucağından gıcırtılar, çıtırtılar duyuluyormuş. Kapılar kendiliğinden açılıyor, duvarlar yumruklanıyormuş. Tavanın kirişleri yerlerinden fırlayacaklarmış gibi büyük bir gürültü olmuş. Az sonra daha güçlü bir çatırtı duyulmuş. Bu kez de evin damı çöker gibi olmuş. Sonunda her yanı yine sessizlik kaplamış. Keza hiçbir şey olmamış. Yattığı yerden kımıldanmamış, yine uykuya ortalık aydınlandıktan sonra uyandığı zaman bir de ne görsün? Kendisi büyük bir salonun ortasında yatıyormuş. Kız sanki bir saraydaymış. Duvarlarda yeşil ipekten fon üzerinde altından çiçekler fışkırıyormuş. Yatak fil dişindenmiş. Üstündeki yorgan kırmızı kadifedenmiş. Yanındaki bir sandalyenin üzerinde incilerle işlenmiş bir çift terlik duruyormuş. Kız bunları düşte gördüğünü sanmış. Fakat içeriye çok şık giyinmiş üç uşak girmiş. Ne gibi buyrukları olduğunu sormuşlar. Kız “gidin, şimdi yataktan kalkacağım, yaşlı adama çorba pişireceğim. Güzel tavukla güzel horoza, alacalı güzel ineğe de yem vereceğim.” Kız yaşlı adamın kalktığını sanıyormuş. Onun yatağına bakmış. Fakat yatakta yaşlı adamın yerine yabancı bir erkek yatıyormuş. Dikkatle bakınca bu adamın hem genç, hem de güzel olduğunu görmüş. Adam uyanmış. Yatakta doğrulmuş “ben bir prensim demiş, kötü bir cadı beni ak saçlı, ak sakallı bir yaşlı kılığına sokarak ormanda yaşamaya tavuk, bir horoz ve alacalı bir inek kılığında üç uşaktan başka hiç kimse benim yanıma gelemiyordu. Eski durumuma dönmem için yalnızca insanlara değil; hayvanlara da iyilik etmeyi seven, temiz yürekli bir kızın yanıma gelmesi gerekti. İşte bu kız sen oldun. Cadının yaptığı tılsım, bu gece yarısı senin yardımınla bozuldu. Eski orman kulübesi yeniden sarayıma dönüştü.”Yataktan kalkınca prens üç uşağını kızın ana-babasına yollamış. Onları düğüne çağırmış. Bu sırada kız “ama benim öbür kız kardeşlerim nerede?” diye sormuş. Oğlan yanıt vermiş “Onları mahzene kilitledim. Sabahleyin ormana götürülecekler. Kötü huylarını düzeltinceye, zavallı hayvanları aç bırakmayıncaya kadar bir kömürcüye hizmetçilik edecekler! ”ZAVALLI ÇOBANBundan yıllarca önce, köyün birinde yetim bir çoban yaşarmış. Anası, babası, kimi kimsesi yokmuş. Sabahları gün ağarırken kalkar, ekmeğini, soğanını, peynirini, kavalını torbasına koyar, koyunlarını evinin yanındaki ağıldan çıkarır, eline sopasını alır, köpeği Karabaş’ la birlikte erkenden yola çıkarmış. Çimenin, çayırın bol olduğu yerlerde koyunları otlatır, öğle üzeri dere kenarında oturup yemeğini yedikten sonra kendi yaptığı kavalı çalar, türkü çağırırmış. Akşamüstü gün kararırken koyunları toplar, evine geri dönermiş. Bu böyle haftalarca, aylarca gün sabah erkenden koyunlar önde, kendisi arkada giderken yol kenarında sırma saplı, altın yaldızlı bir kaval bulmuş. Kavalı yerden almış, öttürmüş, sesi pek hoşuna gitmiş. “ Bizim köyden kimsenin böyle kavalı yoktu. Herhalde yabancı birisi düşürmüş olacak, diye düşünmüş. Kavalı ben buldum, benim oldu “ demiş. Eski kavalı atmış, yeni kavalı çalmaya başlamış. Daha sonraki günlerde işleri ters gitmeye başlamış. Koyunlarını hastalık kırıp geçirmiş. Elli koyundan iki ay içinde beş koyun kalmış. Zavallı çoban çok sıkıntılı günler geçirmeye başlamış. Koyun sütü içemez, peynir yapıp yiyemez, soğan bile alamaz duruma gelmiş. Ekmeğe su katık eder olmuş. Bizim koyunlar da hastalanmasın diye komşuları gelip gitmez gün öğle vakti yemeğini yedikten sonra sırma saplı, altın yaldızlı kavalı çalarken uykuya dalmış. Saatler sonra köpeği Karabaşın havlamasına uyanmış. Bakmış kalan beş koyunu kurtlar götürüyor. Sopasını kaptığı gibi kurtların peşine düşmüş, yetişememiş. Yorgun argın, üzgün, perişan bir şekilde uyuyup kaldığı yere dönmüş. Başlamış dövünmeye, söylenmeye“ Vah benim kara talihim, kötü kaderim, alınyazım. Ne güzel bir sürü koyunum vardı. Ne güzel geçinip gidiyordum. Hastalık aldı götür şu beş koyunu kurtlar kapmasaydı. Kuru ekmeğe de razıydım…Vay benim yoksulluğum, vay benim alınyazım..” diye dövünüp ağlarken aniden yan tarafında;“ Zavallı Çoban neden kadere bu kadar isyan edersin? Kader hep kederle gelir, bilmez misin? Yoksulluk alınyazısı değildir “ diyen tatlı bir genç kızı duymuş. Çok şaşırıp ayağa kalkmış, etrafına bakınmış, kimseler yokmuş. “ Öyleyse bu ses nereden geldi? “ diye düşünmüş. Yine aynı genç kız sesi “ Zavallı Çoban, ben kavalın içindeyim ” demiş. Bunun üzerine çoban “ Kavalın içinde misin?..Kaval konuşur mu?..Hem oraya nasıl girdin? ” diye kız sesiBen bu ülke padişahının kızı Prenses Nazlı’yım. Saray büyücüsü herkese kötülük yapmaya başladığı için babam büyücüyü saraydan kovdu. Saray dışında gezintiye çıktığım bir gün büyücü intikam almak için muhafızlarımı öldürüp beni kaçırdı. Kara ormandaki kulübesinde bana sihirli şerbetler içirtip büyü yaptıktan sonra beni bu kavalın içine hapsetti. Sonra da “Bu kavalı bulup çalanın işleri rast gitmesin, her şeyini kaybetsin ” diye beddualar büyüyü her gün dua ederek aynı seviyede tutması benim konuşabilmem büyücünün son günlerde dua etmeyi unutmasından meydana geldi. Bu büyücünün büyük işler peşinde olduğunu, babamı tahtından indirip yerine geçtikten sonra komşu ülkelere saldırıp, savaş çıkarmayı planladığını gösteriyor. Şimdi beni saraya götür..”Zavallı Çoban kaval elinde, yanında köpeği Karabaş’ la beraber günlerce yol yürüdükten sonra başkente varmış. Tahta bir sandığın içine kavalı koymuş. Saraya gitmiş. Prenses Nazlı’ dan haber getirdiğini söyleyince padişahın huzuruna çıkarmışlar. Zavallı Çoban tahta sandığı masanın üstüne koymuş. Sandıktaki kaval konuşmaya başlamış“ Baba, ben Prenses Nazlı’ yım. Saraydan kovduğun büyücü beni kaçırdı, büyü yaptı ve beni bu sandığın içindeki kavala hapsetti. Kara ormandaki kulübesinde yaşıyor. Büyük kötülükler planlıyor. Ancak büyücünün ölmesi beni eski halime döndürebilir. Bu sandığı odama çıkarın. Zavallı çoban büyü yüzünden çok sıkıntı çekti, her şeyini kaybetti. Kendisini yedirin, içirin, giydirin; iki kese de altın verin, rahat etmesini sağlayın..”Padişahın ilk şaşkınlığı geçtikten sonra komutanına gerekli emirleri vermiş. Komutan askerlerle birlikte gidip büyücüyü kara ormanda yakalayıp öldürmüş. Büyücünün ölmesi ile büyünün tılsımı bozulmuş. Büyü yeni dualarla beslenemediği için Prenses Nazlı birkaç gün sonra altın yaldızlı kavalın içindeki hapis hayatından kurtulmuş. Eski haline dönmüş, genç ve dünya güzeli bir kız olmuş. Zavallı Çoban sarayda okuma-yazma öğrenmiş, bilgi ve becerisini geliştirmiş. Devlet yönetimi hakkında kitaplar okumuş, dersler almış. Sonraki yıllarda yaşlı padişah vefat edince Prenses Nazlı “ Kraliçe “ olmuş, Zavallı Çoban’ a “ Vezir “ lik rütbesi vermiş. Vezirçoban, ülkenin ilerlemesine, yoksulluğun azalmasına, insanların hakça ve mutlu olarak yaşamalarına çalışmış. Görüntüleme
Refik Halid Karay - Şeftali Bahçeleri - Sesli KitapRefik Halid Karay - Şeftali Bahçeleri Seslendiren Yusuf Can Gökkaya “Şeftali Bahçeleri”, Refik Halit’in üzerinde en çok durulan, hakkında en çok yazı kaleme alınan hikâyelerinden biridir. Memleket Hikâyeleri kitabında yer alan bu hikâye, yazarın Anadolu köy ve kasabalarına bakışını, döneminin ve vuku bulduğu coğrafyanın insanını ve sosyal şartlarını yansıtması açısından dikkate değerdir. Karay, bu hikâyesinde yazıldığı dönemin kasaba hayatını vermek, aydın/memur-halk ilişkisini ele alarak birtakım olumsuzlukları anlatmak ve dönemin sosyal yaşamını resmetmek amacındadır. Bunu yaparken, yaşanan coğrafyanın/mekânın şartlarının ve özelliklerinin insan üzerindeki etkisini de anlatmıştır. Keyifli dinlemeler...2035July 31, 2022Refik Halid Karay - Sus Payı - Sesli KitapRefik Halid Karay - Sus Payı Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Refik Halit Karay’ın ilk basımı 1919 yılında yapılan “Memleket Hikâyeleri” kitabında yer alan Hakk-ı Sükut Sus Payı öyküsünün kahramanı Fotika, 1800'ler sonunda Bursa'nın Cilimboz mahallesindeki böcekhanelerde * çalışmış işçi kızlardan biridir… Yaşamı ve akıbetiyle ilgili bilgilenmek için en iyi yol elbette Refik Halit’in enfes kitabına başvurmak…" Keyifli dinlemeler...2119June 29, 2022Bram Stoker - Yargıcın Evi - Sesli KitapBram Stoker - Yargıcın Evi Sesli Kitap Çeviren Sönmez Güven Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Malcolm Malcolmson, sınav zamanı yaklaştığında, bir yerlere kaçıp çalışmalarını tek başına sürdürmeye karar verdi. Deniz kıyısının albenisinden çekiniyor, ama taşranın mutlak ücralığından da aynı ölçüde korkuyordu,- çünkü bu tür yerlerin gizemli çekiciliğini eskiden beri iyi bilirdi ve dolayısıyla dikkatini hiçbir şeyin dağıtamayacağı gösterişsiz ve küçük bir kasaba bulmaya azmetti. Arkadaşlarının fikirlerini almaktan sakındı, çünkü onların hep daha önce kendisinin de bulduğu ve tanışlar edindiği yerleri tavsiye edeceklerini düşünüyordu. Malcolmson dostlarından sakınmaya çalıştığı kadar, dostlarının dostlarından görebileceği ilginin de kendisine ayakbağı olmasına izin vermeye kesinlikle niyetli değildi ve böylece uygun bir yeri kendi başına aramaya karar verdi. Giysilerini ve gerek duyacağı kitaplarını bir valize doldurduktan sonra, tarifedeki tanımadığı ilk kasabaya bir bilet kestirdi." seslikitap bramstoker 4840June 25, 2022Öykü Sabahattin Ali - Gramofon Avrat - Sesli KitapÖykü Sabahattin Ali - Gramofon Avrat Sesli Kitap Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Azime bu kızı eline geçireli bir sene bile yoktu. Fakat adı şimdiden bütün Konya hovardalarının arasına yayılmış, bunun sayesinde Azime'nin çıkınına yeşil yeşil banknotlar dolmaya başlamıştı. Yaşı daha yirmi sularında idi. On beş senelik oturak avratlarından güzel oyun oynuyor, bütün türküleri, en zorlarını bile gözünü kırpmadan söylüyordu. Bir yanık sesi vardı ki... Bu ses için ismi Gramofon Avrat olmuştu. Asıl adı pek malum değildi. Nereden geldiğini de bilenler azdı. Dilinin epeyce düzgün olduğuna bakılırsa herhalde şehirde bir efendi yanında evlatlık kalmış olacaktı. İki sene evvel ilk defa olarak Dereköylü bir delikanlının yanında Meram'da bir oturağa gelmiş, ondan sonra bir iki ay bu çocukla dolaşmıştı. Dereköylü, bir gece kavga arasında vurulup ölünce bütün öteki kimsesiz ve efesiz oturak kadınları gibi Azime'nin eline düştü. Azime ne tükenmez hazine yakaladığını bilmez değildi. Kızı evvela terzi Mürüvvet'e götürüp hanımlar gibi giydirdi, ayağına tokalı pabuçlar aldı, bir hafta, on gün istirahat ettirdi. Ondan sonra bir geceliğine oturağa göndermek için otuz, kırk, yerine göre yüz lira alarak ve sürüyüp götürmesinler diye yanına kendi adamlarından bir silahlıyı "efesidir, yalnız göndermez" diye katarak kızı çalıştırmaya başladı." seslikitap seslikitapdinle sabahattinali0828June 24, 2022Öykü Usame Yördem- Domates, Mutfak, Annemleşen Dünya ve Şeylerin ÖlümüÖykü Usame Yördem- Domates, Mutfak, Annemleşen Dünya ve Şeylerin Ölümü İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş “İstemeye hakkım var mı bilmem ama Seni yürekten ilgilendiren şeyleri, Başkalarına anlatmaktan kaçınacağın şeyleri, Duymak isterdim. Anlat bana…” Tomris Uyar "Açık pencereden giriyor rüzgâr. Gezinmeye başlıyor odada. Yapışkan bir vücutla seriliyorum. Yaz geliyor. Aynı sıcaklıkla. Tenimde gezinen ter damlaları, sırtımdan aşağı indikçe kaşınıyorum. Bir dürtü büyüyor içimde. Genzimde sonradan ortaya çıkan bir şey. Ne olduğunu bir türlü bulamadığım bir şey…" 1055June 04, 2022Öykü Nuray Elçin - Bal Gibi İki NedenÖykü Nuray Elçin - Bal Gibi İki Neden İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş “Ama aşka inanıyorum Ve senin de inandığını biliyorum Ve bir çeşit yola inanıyorum Senin ve benim birlikte yürüyebileceğimiz bir yola” -Nick Cave, Into My Arms Gün doğduğunda Deva artık yoktu. Canına kıymış. Birlikte uyuduğumuz, uyandığımız, ağladığımız, güldüğümüz, seviştiğimiz, sarıldığımız, yüzlerce kez ayrılıp barıştığımız odasının penceresinden kendini boşluğa bırakmış. Rüzgâra karışmış. Toza toprağa bulanmış. Yok 30, 2022Öykü Melisa Çetin - DeliÖykü Melisa Çetin - Deli İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Gözlerimi açar açmaz yine o iğrenç kokuyu duymaya başlıyorum. Kokunun ne olduğunu anlatmadan önce size kendimi takdim edeyim Ben Bora. Deli Bora. Yanlış anlaşılsın istemem. Deli benim lakabım değil soyadım. Sadece adımın ve soyadımın yerini değiştirerek kendimi tanıttım. Kulağa daha eğlenceli geldiğini düşündüğümden sanırım, bir süredir bunu bu şekilde söylemeyi huy edindim. Gerçekten deli miyim? Bilmiyorum."1643May 23, 2022Sorular ve cevapları; keyifli dinlemeler... Kaydı yaparken bana eşlik eden şarkı ise "Paptircem - Olanla Olunmaz Büyük Ev Ablukada Cover"1347May 23, 2022Şükrü Erbaş - Sonuç "İnsanın Acısını İnsan Alır Bütün Yazıları 1; Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Can Atilla - Hamamda İlk Gözyaşları "Doğan güneşlerin ve batan güneşlerin altında, ellerden, yüzlerden ve yürek çarpıntılarından değil de ayrılıklardan yapılmış bir taş yontu, bir yalnızlık imgesi, bir hüzün çağrışımıydı, durduğu yere uçurumlar açan. Herkes geri çekilerek onu öne çıkarmıştı, bütün sonuçların tek sorumlusu gibi. Bu tenhalık içinde kentin tek kalabalığıydı, parmaklarıyla düğüm düğüm sokaklara dağılan. Yağmurlar, bulutlar, ay ışığı ve rüzgâr aynı incelik ve uzaklıkla duruşuna derinlikler katıyor, ulaştım dediği her olanağı sisler ve sorularla bir ulaşılmaza çeviriyordu. Kimsenin bir şeyi elinden almasına fırsat vermeyecek kadar boğuşuyordu kendisiyle. Herkesin her şeyi sorgusuz ve çabasız kabul ettiği bir dünyada, mutluluğunu bile didik didik etmenin ayrıcalığı ile üstün ve yenikti. Bir halk hareketinde orduları dağılmış bir komutan değilse, kesinlikle bir aşk kırgınıydı, tüm inceliğini mağrur bir güzellik önünde bırakıp çekilmiş ya da mağrur bir incelikle elindeki güzelliği yitirmiş. “Sonuç?” ya da “Sonra?” diyen kimi görürse mezar taşlarını gösteriyordu. “Sonuç yok” diyordu. “Sonuç, ertelenmiş bir şimdi, sürekli devinen bir gerçeğin yeni bir başlangıcı, bir yanılsamasıdır bulunduğumuz yere göre. Aslolan süreçtir ve elimizdeki tek gerçek, biricik şans, şimdi, şu an yaşadığımızdır. Bu yüzden tanıma gelmez, kalıbı ve kuralı yoktur; aşk gibi, ay ışığı gibi, iğde kokusu gibi… Yaşanır yalnızca. Sonuç adına şimdiyi ertelemek, yaşamı ertelemektir, ipini çekerek ardına düştüğümüz mutluluğu zamanın dışına itmektir. Bulunduğumuz her nokta, yaşadığımız her an bir sonuç değil midir gerçekte; bizi biz eden geçmişimizden ve seçimlerimizden oluşmuş bir sonuç?” “Peki, nedir öyleyse pişmanlık? Yaptığımız seçimden ötürü yaşadığımız bu daralma, kendimizi aşağılama, ömrümüzü yadsıma? Her yağmur damlası bir noktaya düşer, her yaprak payına düşen rüzgârı bilir, her ırmak kendi yatağında akar… ve insan yaşadığı sürece seçenekler içinden bir seçim yapar. Bir seçimle dışarda bıraktığımız binlerce olasılığın, hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gerçekliğinin, yaptığımız seçimden daha iyi olacağı düşüncesiyle kıvranmak, Nietzsche’nin deyişiyle, “köpeğin taşı ısırması” değil midir?” “Sonra nedir o her koşulda bir dua, bir bağışlanma gibi ruhumuzu rahatlatacağını sandığımız uygunluk? Neye göre uygunluk? Gerçeğimizin tutuşturduğu isteklerimize göre mi, isteklerimizin küllendirdiği gerçeğimize göre mi? Uygunluk bir uzlaşma, ödünler verilerek elde edilen bir uyuşukluktur. İstekleriyle gerçeği örtüşen insanın öyküsü bitmiştir. Bir tek uygunluktan söz edilebilir, derin bir hazla örtüşen duyguların yarattığı o müthiş esrime, o büyük dinginlikten. Nesnesiyle duygusu örtüşmeyen dünya, herkesin kalbinde donmuş bir çığlık, kendi kendini öğüten bir değirmen taşıdır. Kırlangıç kanadının gergedan gövdesine uygunluğu uygunluk mudur?” “Doğrunun bile kurtaramadığı bir kaba gerçekliği yaşıyoruz nicedir. Haklılık güçlülüğün değil, yenilginin koşulu oldu. Söz, bulanık bir rüzgârla penceremizde savrulan güz yaprakları kadar kederli ve geçerli. İçtenlikse, bir yitik zaman hüznüyle hoyratlığa süs bir antika artık, mezat salonlarında görücüye çıkmış. Olsa olsa bir anıdır güzellik, herkesin bir vakit kirpiklerinde bir rüzgârla yaşadığını sandığı…” Sesi kuyularda bir Yusuf çığlığıydı. Önünden geçtiği evlerin ışıkları sönüyordu bir bir. Elindeki son umut olan gücenikliğe sığınıp, gitti bir çocuğun ikircim sularına iki damla yaş düştü. 1995 0540May 09, 2022Öykü Saim Serhat Arslan - Sahaf Memik EfendiÖykü Saim Serhat Arslan - Sahaf Memik Efendi İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Bakırcılar Çarşısı eşrafından Memik Efendi üç nesildir sahaflıkla geçimini sağlayan Karlı ailesinin son erkek ferdidir. Şehrin ilk sahaflarından olan atası Abuzer Efendi bazı kayıtlarda dönemin sahaflar şeyhi olarak anılsa da o yıllarda Antep’te eski ve değerli kitapları toplayıp satan esnaf sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini düşününce bu yakıştırmanın çok da mühim olmadığı hemen anlaşılacaktır."1512May 02, 2022Öykü İbrahim Savar - İçinden KonuşanlarÖykü İbrahim Savar - İçinden Konuşanlar İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Karneden üç gün evvel okuldan aldılar beni. Eylül olduğunda çocuklar kaskatı yakalıklarını çekeleyerek okula koşarken ben elimde askı, esnafa çay dağıtıyordum. İnsan okula gitmeyince on beş tatil, çocuk bayramı, kurtuluş günü gibi belli tarihler derhal çıkıyor hayatından. Onun yerine kahvedeki ihtiyarların cemreleri, seneidevriyeleri ve üç aylık günleri giriyor. Kendi günlerimi değil onlarınkini sayarak usuldan büyüdüm."1311April 16, 2022Öykü Emre Nazım Mert - Kıyant ile Oğuz KağanÖykü Emre Nazım Mert - Kıyant ile Oğuz Kağan İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Kağanlar kağanı Oğuz Kağan, sansız bir kağan oğlu iken bir ilkyaz sabahı atına binip Kıyant'ı avlamak üzere yola çıktı. Boyunun uğurlamalarından, göğe atılan okların vızıltılarından, kam davulunun tamtamlarından ağır ağır uzaklaştı. Bir kez olsun dönüp arkasına bakmadı. Keskin gözleri çok uzaklardaki ulu dağları az biraz seçebiliyordu. Gökyüzü kızıl ve bulutsuzdu. Eskiden olsa Oğuz, gökyüzü böyle al giyimlere bürünmüşken, batıda, ulu dağların ötesindeki bay avlakları, otlakları, kentleri düşlemeden duramazdı."2642March 31, 2022Öykü Gülnur Özdemir- Aşk-FictionÖykü Gülnur Özdemir- Aşk-Fiction İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Bazen akademisyenliğin sadece kendisi için var olan döngüsel bir sistem olduğunu düşünürüm. Uzay bilimleri, genetik mühendisliği ve biyokimya gibi alanlardaki akademik çalışmalar hariç tabii. Genlerin didik didik edilmesiyle başlayan devrim, nörolojik araştırmalarla devam edip tüm görkemiyle on yıllarca sürerken, insan hayatında binlerce yıldır var olan pek çok olgu ve kavramı da alaşağı etti. Başta zorluklar oldu elbet ama bir kez yerleştikten sonra…"1303March 28, 2022Öykü Esra Kahya - İlk AşkÖykü Esra Kahya - İlk Aşk Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "İnsan âşık olacağı günü ve saati bilmeli bence. Bilmeli ki ona göre giyinip kuşanmalı, kokular sürünmeli, hiç olmadı bir haftalık sakalı elden geçirmeli. İnsan âşık olacaksa en pejmürde halinde çıkmamalı karşısına peri, ah o peri..."1014March 23, 2022Şiir Ahmet Telli - Çocuksun SenŞiir Ahmet Telli - Çocuksun Sen Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahcup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biat ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil * Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmeyeyim Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı Soluğunun elma kokması bundandı belki Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun... Ahmet Telli0550March 22, 2022Öykü Selman Dinler - Yolun SonuSesli Öykü Öykü Selman Dinler - Yolun Sonu İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Cehennemin uzak bir köşesinde kar başlamıştı. Nazlı ve yumuşaktı kar taneleri başlangıçta, tırın ön camına değdikleri anda inat etmeden eriyor, farların önünden seyrek gruplar halinde kaçışıyorlardı. Henüz beyaz bile değildi kar. Tırcı aldırış etmedi kara. Kaloriferin terlikli ayaklarına üflediği sıcak hava ve dikiz aynasından..."1756March 20, 2022Öykü Utku Şahin - ÖrümcekSesli Öykü Öykü Utku Şahin - Örümcek İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Yere bağdaş kurup elimdeki fenerle fotoğraflara bakmaya başladım. Albüm bir çocuk ile annesinin fotoğraflarından oluşuyordu. Çocuk görünüş olarak şaşırtıcı derecede beni andırıyordu. Özellikle de kestane rengi saçları ve yeşil gözleri. Sayfalar ilerledikçe çocuk gittikçe eridi, saçlarını döktü, maske taktı ve hastaneye düştü. En son fotoğrafta ise çocuğun mezarına beyaz karanfiller atılmıştı."1458March 16, 2022Roman Jack London - Kızıl Veba Tek Parça Dinle - Sesli KitapJack London - Kızıl Veba Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları İngilizce Aslından Çeviren Levent Cinemre Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Kıyamet Sonrası Edebiyatı" olarak isimlendirilen edebi tarzın ilk örneklerinden ve kurucu metinlerinden olan bu eser, ilk kez 1912 yılında London Magazine'de yayımlanmış, 1915 yılında ise Macmillan Yayınevi tarafından kitap olarak basılmıştır. - "1912 yılında çıkan, kısa ama öz distopik kitaptır. Covid-19 pandemisinden sonra gerçekleşebilme ihtimali insanın gözünde ister istemez canlanmaktadır." “Kızıl veba, medeniyeti dünya üzerinden silip süpüreli altmış yıl olmuştur. Hayatta kalmayı başaran bir avuç insan, vahşi yaşamın ortasında, kabileler halinde kendi medeniyetlerini ve toplumsal sınıflarını oluşturmuştur çoktan. Ancak sanattan bilime kadar her türlü bilgiden yoksundurlar. İlkel zamanlara geri dönülmüş, yaşam yine yemek-çoğalmak-hayatta kalmak’ üçgenine hapsedilmiştir. Yetişen yeni nesil de dünyayı hurafelerden ibaret görmekte, her türlü batıla inanmaktadır. Yitip giden eski dünyanın sırlarını hatırlayan, hayatta kalan tek insan da yaşı artık bir hayli ilerlemiş olan profesör James Howard Smith’tir ve onun da tek umudu yetişecek neslin bu barbarlığı, cehaleti ve umursamazlığı aşıp medeniyete yeniden erişmesidir. Yaşlı adama kulak verin, o geçmişi ve yaşadığı günleri sadece torunlarıyla değil sizlerle de paylaşıyor. Medeniyet her bireyin ortak noktası… Peki, ya kızıl veba gibi baş edilemeyen bir mikrop onun sonunu getirirse, geriye insanlığa dair ne kalır?”021859March 09, 2022Öykü Büşra Altuntaş - Bir ÖyküSesli Öykü Öykü Büşra Altuntaş - Bir Öykü İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya “Denizin, yaz mevsiminden çıkmanın yorgunluğuyla, bulutları, kuşları, balıkçı teknelerini olduğu gibi tüm renkleriyle yansıttığı, zeytin toplayan ırgatların yorgun sessizliğine saygı duyup, günlerini sessizce tükettiği mevsimdi zaman.” “Vay be!” dedi yazdıklarına bakarak. “İyi oldu iyi,” dedi sonra...1259March 01, 2022Öykü Sabahattin Ali - KafakâğıdıÖykü Sabahattin Ali - Kafakâğıdı Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Askerden döneli devlet kapısına işim düşmemişti, aradım aradım yok... Sonra mushafın arasında bizim topalın ölen oğlunun kafakâğıdını buldum. Onun da adı Mehmet'ti. Kafakâğıdı değil mi, hepsi bir dedim, vilayete kaydını gördürdüm, yeniden adres verdim. Mahkemede bir şey çıkmadı. Vilayete gelip giderken öbür tarlayı yüzüstü koduğumuzla kaldık. Albay sonraydı, köye..."0829February 26, 2022Öykü Mehmet Akgül - Hiçbir Şey Olamayan Otobüs KaptanıSesli Öykü Öykü Mehmet Akgül - Hiçbir Şey Olamayan Otobüs Kaptanı İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ona terminalin dışında, sigara içilen bölümde denk geldim. Diğer üç otobüs kaptanı ile bir de muavinin oturduğu masadan ayrı bir masada oturuyordu. Elli yaşlarında vardı, bayağı da cüsseliydi. Masasında, çayla birlikte tütüncülerde satılan şu ucuz sigaralardan birini içiyordu. Üzerinde, dönüş seferinden ziyade, yeni sefere çıkacağını belli eden, birkaç saat önce ütülenip de giyilmişçesine tertemiz ve hiç kırışığı olmayan beyaz bir gömlekle siyah pantolon vardı. Lacivert de bir kravat takmıştı. Siyah kunduralarının yeni olmamasına rağmen özenle boyanıp parlatıldığı hemen, ilk bakışta anlaşılıyordu."1812February 09, 2022Şiir Sezai Karakoç - Monna RosaSezai Karakoç - Monna Rosa Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Monna Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister. Ah senin yüzünden kana batacak. Monna Rosa. Siyah güller, ak güller. Ulur aya karşı kirli çakallar, Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa. Monna Rosa bugün bende bir hal var. Yağmur iğri iğri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Açma pencereni perdeleri çek, Monna Rosa seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek. Anla Monna Rosa ben öteliyim. Açma pencereni perdeleri çek. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi, Bende çıkar güneş aydınlığına. Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi. Seni hatırlatır her zaman bana. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi. Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, Işıksız ruhumu sallar da durur. Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi. Ellerinden belli olur bir kadın, Denizin dibinde geziyor gibi. Ellerin, ellerin ve parmakların. Zaman ne de çabuk geçiyor Monna. Saat on ikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana, Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar. Zaman ne de çabuk geçiyor Monna. Akşamları gelir incir kuşları, Konarlar bahçemin incirlerine. Kiminin rengi ak kiminin sarı. Ah beni vursalar bir kuş yerine. Akşamları gelir incir kuşları. Ki ben Monna Rosa bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni. O masum bakışların su kenarında. Ki ben Monna Rosa bulurum seni. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Henüz dinlemedin benden türküler. Benim aşkım uymaz öyle her saza. En güzel şarkıyı bir kurşun söyler. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Artık inan bana muhacir kızı, Dinle ve kabul et itirafımı. Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı Alev alev sardı her tarafımı. Artık inan bana muhacir kızı. Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış. Yağmurlardan sonra büyürmüş başak. Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kuş tüyüne. Bir tüy ki can verir gülümsesen, Bir tüy ki kapalı geceye güne. Altın bilezikler o kokulu ten. Monna Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister, Ah senin yüzünden kana batacak. Monna Rosa. Siyah güller, ak 01, 2022Öykü Aslıhan Kocabal - AlınyazısıSesli Öykü Öykü Aslıhan Kocabal - Alınyazısı İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş Youtube "Fevzi abi bir sabah onca yıllık karısını ortada bırakıp kaçınca bütün suçu gariban Filiz’in üzerine yıktılar. Herifin beyni zaten içmekten sulanmışmış, kim nereye çekse oraya gidecek haldeymiş, e dişi köpek kuyruk sallayınca da… Hâlbuki Fevzi abi hiçbir konuda şakkadanak karar vermez, etek pilili mi, kloş mu olsun diye bile müşteriyi çıldırtacak kadar uzun süre düşünürdü. Vah Neyyire… Kırkından sonra dup dul, ortada… Başında üç çocukla, yapayalnız, ersiz…"1116February 01, 2022Şiir Attilâ İlhan - Ben Sana MecburumAttilâ İlhan - Ben Sana Mecburum Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur? Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun Sevmek kimi zaman rezilce korkudur İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Birkaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu Fatih’te yoksul bir gramafon çalıyor Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun Belki Haziranda mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin..."0344January 29, 2022Öykü Sabahattin Ali - KamyonÖykü Sabahattin Ali - Kamyon Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Bu sırada, sırtında eski bir heybe ile, çok genç bir köylü otomobile yaklaştı; tereddüt eder gibi bir müddet şoföre baktıktan sonra "İzmir'e mi?" diye sordu. "Oraya!.." "Beni de alır mısınız?" "Yer yok!" Delikanlı hemen arkasını döndü, uzaklaşmaya başladı. Fakat şoförün penceresine dayanarak ona birtakım şeyler havale eden esmer, uzun boylu, sırım gibi incelmiş boyun bağlı birisi arkasından bağırdı "Gel buraya! Hey... Delikanlı!" 1341January 23, 2022Öykü Birgül Yangın Aslanoğlu - Dublaj Aşkına FoleyÖykü Birgül Yangın Aslanoğlu - Dublaj Aşkına Foley İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş “Sıradan insanların basit mutlulukları vardır, bir küçük pencereleri, saksıları...” Gece Kuşu Uzun Öter, Sevinç Çokum “Karakterlerin duygusunu sesiyle yansıtmak, sesinin gücünü sanata dönüştürmek isteyenler…” diye yazıyordu. Tam dört dakika kırk iki saniyedir karşısındaki ilana bakıyordu. Sesini, sanata dönüştürmeyi çocukluğundan beri hayal eden, konuşmaktan nefret eden, mecbur kalmadıkça insanlarla iletişime geçmeyen bu adam, dört dakika kırk iki saniyedir duvara bakıyordu. “Seslendirme ve dublaj eğitimi kurs başvurularımız...” Sesi olsa belki bu konuda yeteneği de olurdu. Hem sesi hem yeteneği olmayan bir adam neden dört dakika kırk iki saniyedir bu ilana bakardı ki? Nasıl dört dakika kırk iki saniye olur? Elindeki telefonu yere düşürüp aldıktan sonra hâlâ ilana bakmaya devam etti adam. Sonra duvardaki ilanın fotoğrafını çekti. Ardından elleri ceplerinde düşünceli adımlarla evinin yolunu tuttu."1360January 16, 2022Sohbet Uyku Tutmazlar Bankı"Herkese merhaba, dışardan, soğuktan, gürültüden, karanlıktan, yürümekten, anlatamamaktan ve sayabileceğim ama ne sayacağımı bilemediğim tüm şeylerden kopamadan bu kaydı yapıyorum. Karşımda deniz, hava biraz değil baya soğuk, rüzgar kendisini hissettiren tarzıyla yanımda. Neden bu kaydı yapıyorum diye soruyorum şu an bu konuşmayı yaparken kendime. Bazı günler ya da anlar olur ya, sizi neyin etkilediğini bilmeden daha doğrusu hangisinin sizi kötü etkilediğini seçemeden “hoşaf” gibi kaldığınız gün. İşte öyle bir günün gecesi şimdi..." İletişim Instagram cancaseyler Youtube Canca Şeyler2202January 11, 2022Öykü Fatih Selvi - VızınıkFatih Selvi - Vızınık İshak Edebiyat, 2022 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Hayal meyal hatırladığım o mesut larva zamanlarımda küçük, sevimli, oynak ve şişman vücudumla altıgen odamın içinde dolanır durur, işçi arıların getirdiği nefis polenlerle, birazcık da arı sütüyle doyar, yan gelir yatardım. Kimsenin itip kakmadığı, iş buyurmadığı ne hoş günlerdi. Zamanla vücudumda değişiklikler olmaya başladı. Rengim koyulaştı..."1139January 03, 2022Sohbet İnsanlar Neden Seyahat Eder?Neden seyahat etmek istiyoruz? Neden seyahat etmekten, gerçekten büyük bir keyif alıyoruz? Trafikten mi sıkıldık, insanlardan mı? Yoksa her şeyle, herkesle aramız iyi ama bir keşif yapmayı mı arzuluyoruz ya da yeni insanlarla tanışmaya mı ihtiyacımız var? Sahi nedir bize seyahati sevdiren? Merak edip araştırdım, benim gibi tüm merak edenlere keyifli dinlemeler…2005December 25, 2021Öykü Tuba Çiftçi - GörünmeyenTuba Çiftçi - Görünmeyen İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Valla yakmamışık Hakim Bey. Tamam, denemişik amma yakma makma yok. Buraya niye mi geldim? Şimdi Hakimim bakın. Ben Hasan. Köylüce "Hasan" derler bana. Buralı da değilik biz, kuş uçmaz kervan göçmez bi köyden kalkmışık gelmişik bu Allah’ın şehrine. Askerler, “Köyü boşaltın!” deyince yarımız sınır dışına, yarımız da a böyle büyük şehirlere göçmüşüz. Babam desen, “Ben baba yadigârı evi, ata toprakları bırakmam,” deyip kaldı."0549December 24, 2021Öykü Fatma Yavuz - Bilemezsin AyselFatma Yavuz - Bilemezsin Aysel İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "İçimde kocaman bir boşluk var Aysel. Aslında boşluk mu, onu da tam olarak bilmiyorum. Ama yine de bir şeyin yokluğu yani bu bahsettiğim. Neyin yokluğu diye düşündüm elbette. Tahmin edebileceğin üzere aklımda birkaç fikir belirdi fakat ne bileyim ben? İnsan aynada kendisini tanır gibi tanıyamıyor ki hissettiği her şeyi. Hislerini usulca alamıyor ki eline. Şöyle evirip çevirip yoklasın, nedir, ne değildir anlasın. Ama o alıyor beni zaman zaman, çepeçevre kuşatıyor her yanımı, güzel olan ne varsa bende, yutuyor sanki. O saatten sonra hiçbir şey yeterince güzel, yeterince çekici görünmüyor gözüme. Kendimden soğuyorum. Hayat zar zor sürüklediğim, yaşamaktan çok tahammül ettiğim, bir acıya dayanır gibi dayandığım bir şey olup çıkıyor. Şey gibi düşün..."1243December 16, 2021Şiir Nâzım Hikmet - Yaşamaya Dair I-II-IIINâzım Hikmet - Yaşamaya Dair Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Fatih Çinioğlu - Hicaz Ud Taksimi I Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 II Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 III Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için... 19480503December 08, 2021Öykü Sabahattin Ali - KağnıÖykü Sabahattin Ali - Kağnı Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Kağnının kenarına tutunarak biraz daha yürüdü. Ayakları birbirine dolaşıyordu. Öküzlere "oooha" diye bağırmak istedi, sesi boğazından çıkmadı, elleri kağnıdan kurtuldu, yere yuvarlandı, tozların içinde tekrar ayağa kalkarak koştu. Karşıdan doğru yeni çıkan serin bir rüzgâr üç etekli entarisini ve şalvarının paçalarını uçuruyor, yırtık yazma başörtüsünü siyah bir bayrak gibi dalgalandırıyordu. Kağnıya yetişemeden tekrar düştü, yüzü yolun beyaz ve kül gibi ince tozlarına gömüldü. Kağnı, taşlara çarptıkça, üzerinde bağlı ölüyü iki tarafa fırlatarak ve yükselip alçalan uzun, yanık gıcırtılar çıkartarak ve ay ışığının altında ve gecenin sessizliği içinde arkasında hafif bir toz bulutu bırakarak, ağır ağır kendi bildiğine ilerliyordu."1104December 06, 2021Öykü Sabahattin Ali - Kağnı TanıtımMerhabalar, Ben Yusuf Can Gökkaya, dinleyeceğiniz bu seride Sabahattin Ali'nin "Kağnı" isimli eserinde yer verdiği öyküleri seslendirdim. Gelin, birbirinden değerli bu eserlere birlikte konuk olalım. Sağlıcakla kalın, güzel bakın kendinize... Yer alan öyküler 1. Kağnı 2. Kamyon 3. Kafâkağıdı 4. Gramofon Avrat 5. Arap Hayri 6. Bir Şaka 7. Duvar 8. Pazarcı 9. Apartman 10. Arabalar Beş Kuruşa 11. Fikir Arkadaşı 12. Düşman 13. Bir Skandal 0034December 06, 2021Öykü Ah Zekeriya! - Figen SaviÖykü Ah Zekeriya! - Figen Savi İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Bileklerinden dirseklerine kadar sık düğmeli, sonrasında karpuz kollu, dik yakalı, diz altı, kloş etekli, krem rengi keten karışımı elbisesiyle pencereden dışarıyı izlerken düşünceliydi Nadire. Salaş topuzundan dökülen tel tel kahve saçlarının arasından parlayan yaldızlarını öpme isteğim yazma şevkimi alevlendiriyordu hep. Savrulmak yerine tutunmuştum imkânsızlığına sevdamın..."0825December 02, 2021SW Canca Şeyler - Kahve 9" 9. Kahve " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikayenin son sözleri... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Son konuşma soruyla bitince kapattın sandım yine. Şarjın bitmiş olmalı. Ne büyük sorun değil mi? Benim tek başıma konuşuyor oluşumun başlangıcı “Şarjın bitmesi.” Neyse, burada sınırsız sade kahve var. Tek bir farkla sadece söylemek zorundasın. Hoş, diğer türlü olsaydı, Kendime olacağı için kalkıp da almazdım. Kahvenin had bildiren bir tarafı var ya hatırlıyor musun? Bazı kelimeleri böyle sertleştiren tavrı, Ayak ucuyla insanı kendisine getiren tarafı… Şimdi bunlar olmadan, Şekeri yeni bırakmış birisinin çaydan aldığı tadı alıyormuş gibi bir ân yaşıyorum. Ortalıkta, sadece mideler bulanmasın diye, Ara ara çatallanan bir mozaik pasta da yok mesela. Kapıya bakıyorum, Hadi dendikten sonra, bu kapıdan nasıl çıkılır, onu düşünüyorum. Sanmıyorum bir sigara için kapının yanındaki küllüğün dibinde oyalanacağımı. Planlı gidişler olur elbette ama “İlk uçak nereyeyse, oraya!” repliğini yakıştırırdım bu kapının çıkışına. Nereye olsun mesela? Kırlangıçların şehri… O yeri bilmiyorum, bu yüzden orayı çok istiyorum. Yeni bir köprüden bir yerlere bakabiliriz yeniden mesela. Çimenler, avuç içlerine şekil verebilir istedikleri yerde, istedikleri kadar. Güneş, açıkta kalan her yeri yakabilir özgürce. Su, istediği kadar burnumuza kaçabilir. Tüm yüksek sesler, kulağımızın dibinde bekleyebilir; çınladıkça güleriz. En ucuz pansiyonda uyanıp, en pahalı restoranda bir akşam yemeği yiyebiliriz. Bir tanıdık kemancı ayarlarım ben, dünyanın her yerinde; Sırf bildiklerimizi çalsın diye. Bir martı dilediği kadar yemeklerimizi çalabilir, Bir köpek istediği kadar korkutabilir. Kısacası, hayat her şeyiyle var olabilir. Hayat, görülmesini umduğu çok şey saklıyor hâlâ. Ben, hayata söz veriyorum Hepsini, tüm sunduğunu göreceğim diye. Ama koşulumu da hayat biliyor. Onun için çok bir şey değil aslında. “Avuç içine düşen bir yağmur damlası.” Bekleyeni mutlu ediyor. Ama o damlayı beklemeyeni çok şaşırtıyor. Damlayı daha çok seviyor sanıyor, damlanın sahibi. Ama o damlayı bekleyeni unutuyor, yine o damlanın sahibi… Çok saçma olacak ama, Converse’lerini giyip konserlere gitmeyi unutanlar, insanlar gibi biraz da. Böyle hep, gerçekten kendi olamadıkları şeylerle birlikteler. Halbuki insanın kendisi, bakmak istediği yerde durmuyor. Bakmaktan kaçındığı yerde bekliyor. Birlikte bakabilmek ya da bakılan o yerin hep içerisinde olabilmek. Hayatın basit mutluluk tarifi… Her şey çok açık, üzerine zorluk serpiştiren bizleriz. Kahvenin son yudumuna bakıyorum şimdi. Son kelimeden sonra, o yudumu alıp, kalkacağım. Tüm kelimeleri sığdırmak için, Uzunca süredir beklettiğim o yudumu. Hâlâ hiçbiri sığmamış gibi hissediyorum. Belki yeni bir kahvede diğerlerini anlatırım. Hoş, bir nefes sesine, ölene kadar anlatırım sanırım. Kahve bahane… Böyle bir yer vardı değil mi? Ama o anları da başka sefere bırakalım. Sonsuzluğa işlenmiş gibi anlar çünkü. Seçmek mümkün değil. Artık kalkmalıyım. Konuşuruz benimle tekrardan. İyi geceler…"0523November 27, 2021SW Canca Şeyler - İsveç 8" 8. İsveç " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikaye... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Merhaba, Kusura bakma tekrardan. Bilmediğim bir yeri bulması çok zor oluyor. Ama bildiğim bir şey buldum, merak etme. “Özel Soslu Bir Köfte.” Her yerde aynı. Bunca zamandır yememiştim, Yiyememiştim daha doğrusu. Ama tanıdık bir şey görünce, Sanki bilindik bir ânı yeniden yaşıyormuş gibi oluyorsun Ve hemen onu eline alıp, tutmaya çalışıyorsun. Yenilik, insana yüklenince anlam olarak, Bu geçmişten farklı bir şey olmuyor, Nefret etsen de hiç önemsemesen de… İnsanın, yeniyi yaşama gibi bir durumu yok bence. Bir hayat var sadece. İstenilen şeyler “bir” olduğu sürece, Sadece “hadi” demesi kalıyor. Yeniyi yaşama, anca bu şekliyle mümkün. Gerisi arayış sadece… Ya da bekleyiş… Çoğu kimse bunu çok seviyor. Bazen kiminle konuşursan konuş, Sadece birisiyle konuşmayı bekliyorsun mesela. Ama başkalarından, ondan duyacaklarını işitemediğin için, konuşmuyorsun. Ve de konuşmadığın için, Beklediğin şeyleri de duyamıyorsun. Dedim ya, tüm her şey beklemek üzerine kurulu belki de. İnsanın çoğu şeyi kaçırışı da bundan. Dünyanın en saçma gerçeği… Elini uzatıyorsun, ama uzattığını söylemiyorsun. Saçma yapan bu değil. Bu hâldeyken, elinin tutulmasını beklemek saçma hâle kavuşturuyor. Sırf bu bekleyiş yüzünden kaç kere ıskaladık hatırlıyor musun? Halbuki “kime ne, hadi!” deyip tutamadık. Peki neden şimdi hâlâ gidemiyoruz?"0243November 27, 2021SW Canca Şeyler - Cam 7" 7. Cam " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikaye... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Merhaba… Gitmek istediğim yer, Yürüyerek varabileceğim bir yer değilmiş. Taksici sırıttığına göre, Sanırım baya uzakta bir yer. Camlar siyah filmle kaplanmış, çok sıkıcı. İnsan hayallerine, anımsadıklarına bakmayı neden reddeder ki? Görünmek önemsiz, Görmeyi çok sevmeli insan. O yüzden açtım hemen camı. İnsan, o hatırladığı kokuyu, Her yerde bulabileceğini zannediyor. Bildiği her ağacın önünde, Hâlâ anımsadığı şeylerin kaldığını sanıyor. Ama arıyor, bakmaktan da vazgeçmiyor. Görmeyi sevmek dedim ya, İşte tam olarak böyle bir şey… Yanıma bakıyorum, Şurada duran boş koltuğa yani; Hâlâ görmeye devam ediyorum. Özenle ayrı oturuşları görüyorum mesela. Sohbeti bile kısık sesle edişleri görüyorum. Hatta mümkünse konuşmamayı görüyorum taksiden inene kadar. Sahi, filmlerde, dizilerde nasıl denk getiriyorlar o kapı açışlarını, bunu düşünüyorum. Hani erkeğin, kadının kapısını açmasından bahsediyorum. Genelde binerken bunu yapabildiğimi hatırlıyorum. Ama inerken, bir taraf muhakkak trafiğe denk geliyor. Uygun olan yerleri de hatırlıyorum ama bunlardan bahsetmiyorum şu an. Az kalmış, öyle diyor öndeki beyefendi. Hangi sağa dönüş, o yola çıkar yeniden? Nerede inmeliyim, aslında tam olarak bilmiyorum. Sadece iniyorum işte… Beklenmeyi düşlemek de güzel, Hâlâ güzel… Artık iniyorum. İndiğimi görebiliyor musun? Korkma korkma, görmediğini biliyorum. Arayacağım tekrar…"0312November 27, 2021SW Canca Şeyler - Gökyüzü 6" 6. Gökyüzü " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikaye... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Özür diliyorum, kapatmak zorunda kaldım. Yine çok saçma bir olayın içerisinde buldum kendimi. Dillerini anlamadığım iki grubun kavgası ortasında kaldım birden. Tabii kulaklık var ya, hiçbir şey duymuyorum, Ta ki görene kadar. Korkmadım desem yalan olur tabii. İnsan bir irkiliyor. Ama korkulan şey Arada kalmak, Yaralanmak, Dayak yemek falan değil. İnsan, yarım kalmaktan korkuyor. Gerçekten, biraz önceki ânı düşünüyorum da Söyleyebileceğim onca şeyi, bir daha söyleme şansını bulamayacak olmam. Birlikte gökyüzüne bakılan tüm yerlere, Bir daha adım atamayacak olmam. Tüm duymayı ümit ettiklerimden, Nefesinde aradığın tüm kokulardan sonsuza dek ayrılacak olmam… Bunu düşünmek bile canımı çok acıtıyor. Sahi, nedir bunu engelleyen şey? Sinir mi? Gurur mu? Umutsuzluk mu? Yoksa, her şey gerçekten çok kolay da Ben mi bilmiyorum? Bir ben mi yalnız düşlemeyi hiç sevmiyorum? Bir ben mi insanın sadece bir kere bu duygulara sahip olabileceğine inanıyorum? Sanmak kolay, yaşamak da öyle… Peki bu gerçek olan mı? Bir taksi gördüm şimdi. Binip arayacağım tekrar hemen. Oradasın değil mi?"0245November 27, 2021SW Canca Şeyler - Yaya 5" 5. Yaya " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikaye... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Sonunda çıkabildim. Eskisi gibi kolay değil “yeni” olan bu yer. Saatlerce beklemeyi kolaylaştıran “Araba kafem” bile yok artık burada. Çaylar, kahveler ne kadar sonsuzlardı değil mi? Sahi nasıl dayanabiliyorduk hâlâ onu düşünüyorum. Neyse, şimdi karşılayan bir kahve kalmamış artık, yok. Belki görürüm ümidiyle iki üç kez yürüyüp, Dolaşmışımdır yürünebilen tüm alanlarda. Aradığım yalnızca kahve ya da çay değil, Binebilmeyi ümit ettiğim bir taksi değil, Aksanını anlayabileceğim biri değil. Öyle arıyorum işte. Kimsenin tahammülü kalmamış gibi hiçbir şeye. O kadar sabırsız, o kadar sinirli yürüyorlar ki Kendimi bir anda onların kuralına ortak olma gerekliliğinde buluyorum. Çok fazla sürmüyor bu tabii. Hemen sağa geçiyorum, Biraz yavaşlıyorum, Biraz onları seyredip, soyutluyorum kendimi. Düşlerle yürümeye başlıyorum sonra. Anlayamıyorum, insan istediği ölçüde sabretmeli aslında. Öyle değil mi? Hemen tükenen şeyler, sabır bile olsa Değersiz değil midirler? İki ihtimali var bunun Ya kendilerini öyle hissediyorlar ya da sabrettiklerini. Değersiz olan bir şeyleri olmalı ama muhakkak. Buralarda bir yol olmalı. İnsanın kendisine giden yolu. Kendisini var ettiği her şeye giden yolu. Yol da onu bulmak da çok zor. Sence bulabilir miyim o yolu?"0300November 27, 2021SW Canca Şeyler - Fotosel 4" 4. Fotosel " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikaye... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Merhaba, Cevap gelmediğine göre sensin. Zaten bunun için bilmediğim ya da gizli olan numaraları kapatmadım hiçbir zaman. Çıkacaktım aslında birazdan biliyor musun? Birkaç dakika daha sonrasına denk gelseydi bu ân, Hayatın büyük bir bölümünde beklediğim bu ânı kaçıracaktım. Sanıyorum en son gördüğüm düşü merak ediyorsun? Şu an gelen yolcuların karşılandığı yere bakan koltuklarda oturuyorum. Bu da en güzellerinden biri değil mi zaten? Düşünsene, Bu kapı, “kavuşma” kapısı aslında. Kavuşamayanların Sinan Çetin’i yok. Kavuşsunlar diye ısrar edenleri, Uğraşanları, İkna edenleri yok. Ellerinde sadece burası kalıyor gelenlerin de bekleyenlerin de. Meselâ bu kapı açıldığında, Geçmişime giriyor gibi hissediyorum şu anda. Kapının ardı çok önemliymiş meğer. Gerçekten öyle. Şu vardığın yerin hiçbir önemi kalmıyor. Varışlar, kaçışların oluyor; Tüm konuşmalar, duymamak için çabalayışların oluyor; Gülmeler, gözyaşlarının saklandığı maskeler gibi kalıyor yüzümüzde. Oturduğum şu koltukta uyuklasam biraz, Ne kadar fazla uyursam, o kadar uyandırılmayı hayal ediyorum. Hatırlıyor musun? Şu koltuklarda hem sarılıp hem de yastık yaptığım çantamla uyuyakalışlarımı… Güzel uykuydu onlar biliyor musun? Huzurluydular. Neden çantaya sarılırdım peki, onu biliyor musun? Değerli çok bir şeyim yoktu zaten, Telefon ve cüzdanım da cebimde olurdu. Peki, ben neden çantaya sarılırdım? Çünkü içinde ufak da olsa gülümsetecek bir şeyler olurdu muhakkak. O gülümsemenin olmayışı, dayanamayacağım bir şeydi. O yüzden sarılırdım o çantaya. Artık yavaş yavaş çıkmalıyım. Hem kapalı alanda çok fazla da kalamıyorum sebebini biliyorsun… Bir şeyler duymayı isterdim, Şu şehre mutlu girebilmek için… Duyabilir miyim sence?"0314November 27, 2021SW Canca Şeyler - Kırlangıçlar 3" 3. Kırlangıçlar " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan bir hikaye... Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Kırlangıçlar… Merak ediyorum, hiç bilmedikleri yerlere varabildiler mi? Varmışlarsa bile, nasıl gittiler? Yalnız mıydılar giderken? Sonra, Afrika’ya vardıkları dönem aklıma geldi Gülümsedim, her yerde görmeliydim çünkü. Hatta hatırlıyor musun? Bazıları geri dönmeden uçmayı öğrenmeye çalışıyorlardı bizim sokakta, Hani öğrenemeyenleri var ya Camlara çarpan, kedilere yakalanan. Onlar çok üzüyor beni… Uzun bir yolu var ama gidemiyor. Onların kelimeleri yok. Ama ben okunacak bir yanı olmayan o ânlarda bile kelime arıyorum. Benim bilmediğim yerin neresi diye düşünüyorum, Tüm adımların üstünden geçerken. Ben de uzun bir yola çıkıyorum ama varamıyorum. Hadi deyip, uzaklara, bilinmeyene varamıyorum, Çünkü bilmiyorum. Filmlerdeki gibi olmuyor. Her yer, herkes kaygıyla dolu. Bakışlarını bir kaldırıyorlar o gökyüzüne, Görebildikleri her yer korkuyla kaplanmış. Üstlerine örtüyorlar o korkuları, Onunla ısınıyorlar, Ona sığınıyorlar… Yollarda şerit çizgileri olur ya, Sonsuza dek çizilmiş gibilerdir. İşte, bazen şerit olmayı bile hayal ediyorum. Ya da çizen de olabilirim, fark etmiyor. Çünkü şeritleri düşlere benzetiyorum. Her yerdeler ve sürekliler. Ben de sürekli düşleri görüyorum. En son hangisini gördüm biliyor musun?"0239November 27, 2021SW Canca Şeyler - Kaplumbağa 2" 2. Kaplumbağa " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan hikayenin ilk sözleri. Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Neden buradan konuşuyorum seninle biliyor musun? Hayır hayır, sadece bu yerim olduğu için değil, burası olduğu için değil; burayı da sevmek istediğim için… Çünkü, yani burada, var olduğun bir alandaymış gibi hissediyorum kendimi. Biraz fazla özgürce belki. Bu, hani birbirimize söylemekten sakındığımız güzel cümleler var ya, onlardan bazılarını kullanmak istedim burada. Bunca gürültünün içinde, sanki elâ gözlere bakarak oturuyormuşum gibi oturdum. Evet, gülümsüyorum hâlâ Ela’yı her duyduğumda. Burada özgürüm ya konuşurken, düşünürken de öyleyim aslında. Onun ne olduğunu, ne kadar değişken bir şey olduğunu düşünüyorum, özgürlüğün. Her şeyi, her ânı gerçekleştiren bir koşul var ya, o koşulun bu kadar güzel oluşunu seviyorum biraz da. Şey gibi geliyor burası Kimsenin umurunda olmayan ve kimsenin umurumuzda olmadığı bir yer gibi… Özgürce sana bir şeyler söylemeyi o kadar çok özlemişim ki… Hayatın içinde değil de sanki ânın içerisinde bir hayatı yaşıyorum ve bu ânı çok seviyorum. Telefon kapanana kadar vaktim olsa da çok seviyorum. Her kelime bir yeni sen oluyor ve her biri, o ânı, yani hayatımı uzatıyor. Ölümsüzlük gibi değil de sanki bir kaplumbağanın sonunda yolun öbür tarafına geçebilmesi gibi. Bir yanı ölüm bir yanı hayat onun için. Zor olsa da varıyorlar ama. Orada mısın?"0245November 27, 2021SW Canca Şeyler - Çünkü 1" 1. Çünkü " Söz & Müzik & Düzenleme Yusuf Can Gökkaya 10 bölümden oluşan hikayenin ilk sözleri. Tam anlayabilmek için demeyeceğim ama biraz olsun içerisine dalabilmek için sırayla dinlenmesi daha güzel geliyor bana. Size de öyle tavsiye ediyorum bu yüzden. "Orada mısın? Biliyorum konuşmayacaksın. Konuş diye de ısrar edemem zaten. Nefesin var ya… Ben dururum burada. Böyle, dinliyorsun ya sadece; Ne diyeceğime karar veremiyorum aramadan önce. Sonra, düşündüğüm hiçbir şeyi söyleyemediğimi fark ediyorum. … Olsun, anlatıyorum ya yine de… Sen kapayana kadar, Nefesini duymak da güzel."0100November 27, 2021Öykü Carson McCullers- SafiCarson McCullers- Safi İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Kendime ait bir odam varmış gibi hissederdim hep. Safi o odada benimle uyurdu ama hiçbir şeye karışmazdı. Oda benimdi, ben de istediğim gibi kullanıyordum. Bir keresinde testereyle zemine bir kapan deliği açtığımı hatırlıyorum. Önceki yıl, liseli toy bir delikanlıyken dergilerden kestiğim model fotoğraflarını duvara asmıştım, hatta birinin üzerinde sadece iç çamaşırları vardı. Annem bana hiç karışmazdı çünkü küçük kardeşlerimle ilgilenmek zorundaydı. Safi ise yaptığım her şeyin muhteşem olduğunu düşünürdü." Müzik Kevin MacLeod adlı sanatçıya ait Almost in F - Tranquillity, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 10, 2021Öykü Seher Tanıdık - Hüma KuşuSeher Tanıdık - Hüma Kuşu İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Bahardı. Nisan ayıydı. Ne tarih ne de yer hakkında daha çoğu söylenmez. Köylüler yıllardır yaşananları unutmaya uğraşırken, hikâyeyi duyan birinin köyü bulmasını istemezler çünkü." seslikitap sesliöykü 0533November 03, 2021Öykü Monik Hanım ve Şişeleri - Esra KahyaEsra Kahya, Monik Hanım ve Şişeleri İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Aşağıdan yukarı altı adım. Sağdan sola da altıyı biraz geçkince. Tam bir kare değildi ve bu her seferinde sinirimi bozardı. Tek sorun bu lanet yerin şekliymiş gibi saatlerce söverdim bazen. Sonra da zihnimi kemiren bu düşüncenin şilteyi kemiren sıçanlardan daha somut ve daha ürkütücü olmasına şaşardım." seslikitap 1336October 23, 2021Öykü Ada’nın Ümit’li Heybeti- Meral Çiçeklidal GültekinÖykü Ada’nın Ümit’li Heybeti- Meral Çiçeklidal Gültekin İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş “Bir sigara içmeli, ev terliği giymeli, yokuş aşağı yuvarlanmalı.” Gülümsedi, duraksadı, duraksamasını kısa kesti. “İşveli gülen uğur böceklerini sağ elin üzerine koyup öpmeli. Yediği simitten bıkan martılara bol sarımsaklı işkembe ısmarlamalı. Patronundan kopardığı avanslarla iki gece üç gün tatil yapan adamlara fazladan bir bardak rakı koymalı.”1303October 16, 2021Öykü Ferhat Birlik - ParadoksÖykü Ferhat Birlik - Paradoks Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Nefes nefese, yüreğim ağzımda, örtünün altında debelenerek uyanıp saati yokladım Kapı aralıksız bir şekilde yumruk veya tekmeyle dövülüyordu. Örtüyü hızla üzerimden attım. Ter içinde kalmış bedenim serin havayla ürperdi..."1357September 14, 2021Öykü Seher Tanıdık - Fabrika AyarıÖykü Seher Tanıdık - Fabrika Ayarı İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş “Gitmek sadece bir eylemdir, unutmaksa koca bir devrim.” Nazım Hikmet "Telefonun başında beklermiş gibi ilk çalmada açtı Miraç. “Selam Miraç. N’aber?” dedi Akın. “Bomba gibiyim. Sen nasılsın?” “İyiyim ben de. Şu… Geçen bahsettiğin psikolog vardı ya, onun telefonunu isteyecektim.”1409September 13, 2021Öykü Yusuf Can Gökkaya - AkuaYazan & Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Hiçbir şey olmamış gibi dedi Paul. Dünyanın onlara dokunduğu yer, burası değildi. Cebinden telefonunu çıkarıp, gökyüzüne kavuşana kadar dinleyeceği şarkıyı açtı. Anlamadığı bir dil, kavuşamadığı bir umut, gözlerini ayıramadığı yeni bir sokak… Uzaklardan gelip, yakın edemeden, yaklaşamadan, yeniden uzaklara doğru yürümeye başladı Paul, bir gülümseme ve tüm eski pişmanlıklarla birlikte…" Müzik Kevin MacLeod adlı sanatçıya ait Despair and Triumph, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 09, 2021Öykü Turgay Yıldırım - Kocaman Bir HiçYazar Turgay Yıldırım İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya “Elli, oturabilirsin,” dediği anda Orhan havaya zıplayıp, “Oleeeyy!” diye bir çığlık kopardı. Sınıfta bir anlık sessizlik oldu. Nursel Hanım şaşkın şaşkın ne olduğunu sorunca Orhan toparlanıp “Hayatımda aldığım ilk geçer not, öğretmenim,” diye cevap verirken sesi yüksek çıkmıştı." İçeriklerden memnunsanız paylaşıp, destek vermeyi unutmayın. Güzel bakın kendinize...0948September 06, 2021Sohbet Uykusuzluk Neydi - Ne Oldu?Faruk ile bir akşam, yine uyuyamadığımızda uykusuzluğu konuşmak istedik. Sonra fark ettik ki konuşurken yine uyuyamadık. İşte böyle bir şeydi uykusuzluk…3231September 05, 2021Öykü Nathaniel Hawthorne - Ölülerin Eşleri Sesli Öykü Nathaniel Hawthorne - Ölülerin Eşleri Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "BÖYLESI bir zaman aşımından sonra pek de ilişkili olduğu düşünülemeyen basit ve ailevi olayları içeren anlatılacak öykü, bir yüzyıl öncesinde Körfez eyaletinin büyük bir limanında bir nebze de olsa ilgi uyandırmıştı. Bir sonbahar gününün yağmurlu bir alacakaranlığıydı; küçük bir evin ikinci katındaki oturma odası, ev sakinlerinin orta sınıfa özgü koşullarına uygun sade mobilyalarla döşenmiş; ancak deniz aşırı ülkelerden gelen küçük antikalar ve Hint üretimine özgü birkaç zarif eşyayla da dekore edilmişti..." Müzik Kevin MacLeod adlı sanatçıya ait Ambiment - The Ambient, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı seslikitap sesliöykü nathanielhawthorne audiobook1756August 29, 2021Şiir Gülten Akın - İlkyazGülten Akın - İlkyaz Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler “Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz Sisin dere ağızlarından sokulup akşamları Fındıklarımızı basıyor Neyleriz kararan tomurcukları Çocuklarımıza yalvarıyoruz Aç durun biraz Tecimenlere yalvarıyoruz Bir ´Hotel´ bir gizli evlenme az çiziniz Bir banka az çiziniz bir yalvarma Bizden size ve sizden dışardakilere Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye -Evet efendim- Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet Yazların motorlu çingeneleri Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş Toprağa tutku, kendinden dolayı Kulaklarımızı tıkıyoruz Para para para Kulaklarımızı açıyoruz Kavga kavga kavga Sorar belki biri Kavga ama neden kavga Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde -Bilmiyoruz neden kavga. Sonra kasabamızın cezaevinde Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz Günlerimizi iterek genişletiyoruz Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye Durup ince şeyleri anlamaya Kimselerin vakti olmasa da Okulların kadın öğretmencikleri Tatil günlerini çoğaltsalar da Kutsal nemiz varsa onun adına Gözlerimiz için bağlar dokusalar da Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide Açmaya ilk yaz çiçekleri Bir gün birileri de öte gecelerden Islık çalarlar yanıt veririz”0351August 27, 2021Şiir Murathan Mungan - Bilardo ToplarıMurathan Mungan - Bilardo Topları Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler Müzik Yansımalar - Hasbihal "Ayrıldığımız gündü. Mutfaktaydık, buzdolabının yanında, kapısı açıktı, her şey bambaşka gözüküyordu yüzüne vuran o soğuk ışıkta "Biliyor musun " dedin. "Sen neye benziyorsun biliyor musun?" Epeydir aradığın bir şeyi bulmuş olmanın hem sevinç hem keder veren gizli bir an için bulandırmıştı yüzündeki tedirginliği, kırgınlığı. Sis ışığa çıkmıştı. Sonra yavaşça çevirip başını yüzüme baktın kuyuya düşmeye benzeyen derin bir korkuyla. "Neye?" dedim, yan yanayken yaşadığımız ayrılığın adını sorar gibi, "Neye?" "Bilardo toplarına." "Neden?" dedim. "Yazgını hep başkalarının ıstakalarının insafına bırakıyorsun da ondan..." Bir uçurum gibi derinleşen sessizlik o an başlamıştı bile bizi derinden uzaklaştırmaya. Beni terk etmeden önce yaptığın son konuşma oldu bu. Sonra iki arkadaşım geldi, birinin omzunda ağladım, hangisiydi şimdi hatırlamıyorum. Sonra birlikte başka bir kente gittik, anlarsın ayrılığın ilk günlerinde o eve katlanamazdım, sonra ben başka aşklara, sonra başka evlerin duvarlarına başka takvimler astım Şimdi ne zaman birinden ayrılsam ıstakaların sesi patlıyor kulaklarımda ardından bilardo topları dağılıyor dört bir yana Seni hatırlıyorum o soğuk ışıkta bir daha bir daha bir daha...0229August 26, 2021Şiir Tuğba Martin - Mesela"Tuğba Martin - Mesela" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Yansımalar - Hasbihal "MESELA" Ben sana daha ne diyeyim? Ne söyleyeyim, eyleyeyim ki dönesin? Gelesin, baş köşeme kurulasın yine. Ben seni hoş karşılayayım mesela. Sen de hoş göresin beni; Aptallığımı, yüreğime kastımı, intiharımı... Ne söylesem diyorum, Tutup kolundan getirsem seni. Bak, arkandan ağlıyor tabağındaki. Üstelik ne gemi geliyor, ne uçak annemin dediği gibi. Hem istemem ki ben, Sen gel yeter! Koşarak gel, yürüyerek; Ben sürünmekteyim zira. Ardından yetişemem ki. Sen gel! Olmadı evcilik oynayalım. Çocuk olalım tekrardan, Balonlar uçuralım göğün koynuna. Sil baştan tanışalım mesela. Adını bu kez, kızdığımda bile unutmayayım. İlahi, şımarıklık olmaz ki aşkta. Tamam, vazgeçtim. Bi gelsene n’olur! Kendim için değil, Duvarlarımın badanası dökülmüş. Rengine karar veremedim. Sen zevklisindir. Gül kurusu mu olsun? Vişne çürüğü mü? Maviler, pembeler, yeşiller yok artık. Renklerim bile kurudu, Çürük çarık içinde. Gittiğinde gökkuşağımı kaybettim ben. Saksıdaki çiçeğin açmazmış. Sen gidince mevsimi şaşırmış penceredeki hanımeli, O da küstü belli ki. Çünkü sen bizim güneşimizdin. Şimdi sanır ki Bahar bize çooook uzakmış. Sanılanlar gerçeği aratmazmış. Ve gidişin, Dönüşünden daha gerçekmiş oysa. Ben sana masal gelmişim, Sen bana şiir olmuşsun da; Ruhun bile duymamış. Sağır sultan duymuş oysa. Ama, ama en azından dön bir bak! Bana bak! Pişmanlığıma, Gözümden düşürdüğüm yağmurlarıma, Islanıyor insanlar, Bereketi kalmıyor böyle yüreğimin, Sen öyle gönlü kırık, Ben böyle boynu bükük, Hem yeşermez kır çiçekleri, Oynayamaz bir daha çocuklar. Salıncak kuramaz onlara babalar Havamız ayaz olunca. Ben avazlara vurunca şehri. İnletir miyim ki? Yapma! Korkar böyle insanlar. Tamam, tamam! Bu sefer gerçekten vazgeçtim. Ben sana daha ne diyeyim sevgilim? İlahi, şımarıklık olmaz ki aşkta; Olmaz ki... Olmaz. şiir seslişiir0344August 23, 2021Şiir Ahmet Erhan - GülşiirAhmet Erhan - Gülşiir Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler Mahir Kulaksız'a sevgilerle; bir ömür hatırla... "... Bir gün anlarsın beni neden suskunum Dünya içimde konuşurken böyle Bedenimi aşıyor yorgunluğum Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor. Adını çoktan unuttun yüzün aklımda Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur Bunun için ben Gül dedim sana.. Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa Kökleri toprağı saramaz olur Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına Her çırpınışta gökyüzüne dağılır Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur. Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna. Sana artık bir sığınak olsun bu şiir Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi Öyle acemilikler yaptım ki ben Hiç kalır bu şiir onların yanında ve Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen. Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak..."1451August 22, 2021Öykü Roald Dahl - Şemsiyeli Adam Sesli ÖyküRoald Dahl - Şemsiyeli Adam İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Size dün akşam annemle başımızdan geçen tuhaf bir şeyi anlatacağım. Ben on iki yaşında bir kızım. Annem otuz dört yaşında ama ben şimdiden neredeyse onun kadar uzunum..." seslioykü seslikitap 1332August 15, 2021Şiir Ümit Yaşar Oğuzcan - Karanlığın ÇağırışıÜmit Yaşar Oğuzcan - Karanlığın Çağırışı Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Ben böyle olsun istememiştim Ya sana çok yakın ya senden çok uzak olmalıydım Aramızda aşılmaz engeller olsun istiyordum Büyük dağlar derin denizler olsun istiyordum Sana gelmeye gücüm yetmemeliydi Çaresizliğimin bütün hıncını mesafelere yüklemeliydim Dağda yanan bir çoban ateşi gibi Gökte bir yıldız gibi seni görmeli seni yaşamalı Ve senden çok uzaklarda olmalıydım Biliyorum güzelliğin yer altı nehirlerine benzer Biliyorum bir sır gibi güzelsin Hani şarkılar vardır sevip söyleyemediğimiz Şiirler vardır unuttuğumuz Aşina çehreler vardır hani zaman zaman hatırlayamadığımız İşte sen o kadar güzelsin Ve ben o kadar karanlıklar içindeyim ki Şunlar ellerindir diyorum tutamıyorum Şunlar gözlerindir diyorum bakamıyorum Düşün kahrımda ölmeliyim artık ölemiyorum İnanmak var olmaktır bilirsin İnandığımız şeyler için yaşayalım Nice sabahlar, nice aydınlıklar Gelecek nice iyi günler için yaşayalım Sen sarı gülleri seversin, sarı karanfilleri seversin Sarı kasımpatıları seversin, sarı bir dünyayı seversin Ben sende olan bütün renkleri seviyorum işte tek farkımız bu Yoksa hiçbir şey önemli değil dünyada senden başka Ne zulümler, ne kavgalar, ne günler Ne geceler hiçbiri önemli değil sen yaşadıkça Ve yaşamak hiçbir zaman bu kadar güzel olmayacak sen yaşadıkça Bir kalbim var, et, kan, sinir, iki gözüm var seni görür Ayaklarım sana gelir, ellerim seni arar Bir dünya ki kocaman bir evren sonsuz sen olmasan ne yarar Şimdi söyle bana bütün çirkinliğimi, yalanlarımı Kötülüklerimi yüzüme vur utandır beni yaşadığıma Çaresizliği suratıma bir tokat gibi indir, yanağımda beş parmağının izi kalmalı Sonra geç karşıma olanları unutalım İki eski dost gibi her şeye yeniden başlayalım Yeniden başlayalım geçmiş gelecek bütün yılları Bütün kederleri ve sevinçleri paylaşalım Sana sevinç düşsün bana keder Benim ellerimde kanlı diken yaraları, senin ellerinde kanlı güller Bir yere yaklaşıyoruz, kulağıma sesler geliyor Bir gemi demir alıyor olmalı belki bir adam ölüyor Ne biliyorsun belki de bir sona yaklaşıyoruz Yum gözlerini her şeyi zamana bırak Yum gözlerini nasılsa akşam olacak Korkma yaklaş karanlığa orada ben varım Çaresizliğimize zavallılığımıza gel beraber ağlayalım..."0520August 11, 2021Öykü Metin Nart - Ölümün Kokusu seslioykuMetin Nart - Ölümün Kokusu Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Koridordan gelen seslerle yalnızlığım, terk edilmişliğim artıyor. Ölüm kokusundan soluk alamıyorum. Ağzıma tarçınlı bir şeker atıp pencerenin yanına yürüyorum. Tarçın kokusu evimi hatırlatıyor. Yalnız yaşadığım, yalnızlığı yaşadığım evi. İnsan kendisininki dururken başka bir evde niye yaşar ki? Aşağısı ıssızlaşmış, hastane odası zamandan kopmuş, her şey savrulmuş. Ben yine o evdeyim. Yalnızım yine. İçimdeki çıkmaz sokağın lambası bu akşam erkenden yanıyor, sönük ışığın çevresine pervaneler, sinekler toplanıyor. Gökyüzü kararmış, leylekler gitmiş. Halbuki ben, belki de son kez, onlarla süzülmek istiyordum."1947August 09, 2021Şiir Cahit Sıtkı Tarancı - Desem kiCahit Sıtkı Tarancı - Desem ki Müzik Fatih Çinioğlu - Hicaz Ud Taksimi Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim Senden kopardım çiçeklerin en solmazını Toprakların en bereketlisini sende sürdüm Sende tattım yemişlerin cümlesini Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin. Desem ki... İnan bana sevgilim inan Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin. Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgarla nehirlerle, kuşlarla beraber. Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi fark edemezsen Rüzgarların nehirlerin kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme müsterih ol Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede Hatırla ki mahşer günüdür Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum"0219July 26, 2021Şiir Cemal Süreya - Biliyorum Sana GidenCemal Süreya - Biliyorum Sana Giden Müzik Gürsel Torun - Hicaz Taksim Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Biliyorum sana giden yollar kapalı Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni Ne kadar yakından ve arada uçurum; İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi Uyandım uyandım, hep seni düşündüm Yalnız seni, yalnız senin gözlerini Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım Ben artık adam olmam bu derde düşeli Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği Kaç kez sana uzaktan baktım vapurunda; Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu; Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım Bu böyle pek de kolay değil gerçi... Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya; Bunun verdiği mutluluk da az değil ki Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa, Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem, Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri."0248July 26, 2021Şiir Sebahattin Abi - Senin Adın Kavuşmak OlsunSebahattin Abi - Senin Adın Kavuşmak Olsun Müzik Hicaz Taksimi Ruşen Yılmaz Sedat Özkan Anonim Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Tarifsiz bir sevdada kimliksiz bir sessizliktin Haykırışlarla çağlarken yüreğim durgun limanımdın Sen benim adını koyamadığımdın Senin adın kavuşmak olsun Fırtınalarda yolunu kaybeden gemi misali Rotasız ve pusulasız kalmışken yüreğim Ve hoyratça savrulurken bir limandan bir limana Teslim olmuşken kaderine Apansız sana rastladım o limanda Sen benim adını koyamadığımdın Senin adın kavuşmak olsun.. Bakmaya kıyamazken gözlerine Tutmaya cesaret edemezken ellerini. Ve bütün cümlelerin sustuğu o yerde Sessiz bir haykırıştı yüreğim Eşsiz bir mutluluktu yaşadığım Sen benim adını koyamadığımdın Senin adın kavuşmak olsun. Sonbahar yaprakları dökülürken içimden Hazanı yasarken bahar kokulu sabahlar da Yüreğim üşürdü gözlerimden sel olup akan yağmurda Sırılsıklam ıslanırken ruhum Solmuştu bahçemde ki tüm güller Sen o bahçemdeki açan tek güldün Sen adını koyamadığımdın Senin adın kavuşmak olsun. Dağ çiçeğim yaban gülüm asi sevdam. Saçının bir teline bir ömür adadığım Gözündeki bir damla yaşına şehirleri yaktığım İsyanım feryadım kavuşulmazım Sen vazgeçemeyeceğim yasaklım Sen adını koyamadığım Senin adın kavuşmak olsun. Sen benim yanı başımdaki uzağım Sen benim uzağımdaki en yakınım Dokunmam yasak sevmem yasak Sensiz bu hayatta yaşamak tuzak Sen adını koyamadığım Senin adın kavuşmak olsun. Sisli bir gecede sel olup da gel Bir sonbahar gününde yağmur olup da gel Soğuk bir kış gününde rüzgar olup da gel Ilık bir yaz gecesinde düş olup da gel sen bana yasaklarından sıyrılıp da gel Sen adını koyamadığım Senin adın kavuşmak olsun. Bir gün gelirde tutarsam ellerini Bakarsam gözlerine sevgi dolu Doğarsa sende yeniden bu beden Ve o gün verirsem şayet son nefesimi Ölmeden haykırmak isterim son bir kez Sen adını koyamadığım Sen yaban gülüm sen dağ çiçeğim Sen ruhu revanım sen yaşama sevincim Yasaklım adı bende saklım Senin adın kavuşmak olsun Senin adın Senin adın seviyorum olsun Seviyorum olsun Seni seviyorum, seni seviyorum."0518July 26, 2021Öykü Fazlı Gök - Bir Allah MisafiriFazlı Gök - Bir Allah Misafiri İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Bahçe kapısının gürültüsünü duydum önce. Saat sabaha karşı dörttü. Kedi olabilirdi belki, köpekler bahçeye pek girmezdi. Şiddetli bir rüzgâr da sarsmış olabilirdi kapımı. Ama hayır, kapı önce açıldı, sonra gıcırdadı, sonra da kapandı."1756July 26, 2021Şiir Ahmet Telli - Özletiyor Seni Bu YağmurlarAhmet Telli - Özletiyor Seni Bu Yağmurlar Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Burada yağmur yağıyor Aralıksız yağıyor günlerdir Ama sen yine de şemsiyeni Almadan gel ilk otobüsle Buğulanan camlara usulca Yüzünü çiziyorum ki yüzün Bir yağmur damlası olup Düşüyor yapraklarına gülün Güller de bozamıyor bu uzun Karanlık sessizliğini kentin Anılarını yitiriyor sokaklar Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları Tarih de kekemeleşiyor bazan Ki o zaman aşktır tek bilici Aşksa yürümek gibi bir şey Duyabilmek kuşların gelişini Anısı bizsek eğer bu kentin Unuttuğu türküler bizsek Acıyı rehin bırakıp bir güle Anımsatmalıyız bunları bir bir Sonra yürümeliyiz seninle Sokaklara caddelere çıkmalıyız Belki bir aşktır bu kentin Belleğini geri getirecek olan Burada yağmur yağıyor ama sen Şemsiyeni almadan gel yine de Özletiyor bu çılgın sağanak seni Sırılsıklam özletiyor biliyor musun"0133July 20, 2021Öykü Arzu Anlar Saraç - Junghans GuguklusuSesli Öykü Arzu Anlar Saraç - Junghans Guguklusu İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Sanki bütün insanlar dik dik bana bakıyor. Sokağa çıkmayı belki de bu yüzden hiç istemediğimi düşünüyorum. İçimden hepsine merak etmeyin mecbur olmasam ben de çıkmazdım demek geçiyor. Eğer devasa bir kalabalığın önünde çırılçıplak kalmak gibi bir korkunuz varsa saklanmak konusunda zamanla hayli gelişmiş biri olursunuz. İşte tam da bu yüzden..."1850July 18, 2021Öykü Yılmaz Erdoğan - Hüzünbaz SevişmelerYılmaz Erdoğan - Hüzünbaz Sevişmeler Kasım, 1997 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Zeynel Demirtaş - Tutam Yar Elinden "Adam bankta oturmaktan sıkılmıştı, Kadın karşılara bakmaktan. Adam banktan kalktı, Kadın karşılara bakmaktan yorgun. İkisi de ayaktaydı şimdi. İkisi de ayakta oldukları halde, insanlar telaşlıydılar. Kadın Adam’a baktı, tıpkı karşılara bakar gibi. Adam Kadın’ı süzdü bir an, bankta oturur gibi... Sonra yürüdü Kadın, karşılara. Adam başka, Kadın karşılarda. Saatler zamanın herhangi bir yerinde sancı içinde. Yalnızlığın geniş zamanında Adam, Kadın ve saatler.."1542July 11, 2021Öykü Mustafa Enes Ardıç - Duvarları BoyadımMustafa Enes Ardıç - Duvarları Boyadım Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "Pazar akşamı aldığım yayın paketlerini terk edip ana akım medyanın keşmekeşine daldım. Memleket meselelerini konuşanlardan, labirent yarışına girmiş fareler gibi yarışanlardan, çarpık aile düzenimize en çirkin tarafından tutunan senaristlerin kaleme aldığı..."1326July 04, 2021Öykü Havva Ekin Akay - CamHavva Ekin Akay - Cam İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Yaz başıydı. Bunaltıcı sıcaklar başlayacaktı yine. Dükkâna girdiğimde Hayri gazeteyle kapladığı güdük masanın başında sıcağı tüten ekmeği kokluyordu. Gerçi yazı seviyordu Hayri. Cam patlatana kadar top koşturan çocukları sokakta. Akşam ezanını tınmayan, analarını avazı çıktığı kadar bağırtan çocukları."1517June 24, 2021Öykü Haruki Murakami - YengeçlerHaruki Murakami - Yengeçler İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Bakış Kutlu Kurtuluş "O küçük restorana tesadüfen denk geldiler. Singapur’daki ilk akşamlarıydı ve deniz kenarında yürürken bir anda daldıkları arka sokakta önlerine çıkmıştı. Restoran tek katlı, bel hizasında tuğla duvarlarla çevrili..."1137June 18, 2021Şiir Ahmet Telli - Anısı Biz Olalım Bu SokaklarınAhmet Telli - Anısı Biz Olalım Bu Sokakların Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Anısı biz olalım bu sokakların öpüşmediğimiz tek saçak altı hiç bir otobüs durağı kalmasın Biz yürüyelim kent güzelleşsin gürültüsüz sözcükler bulalım yeni sevinçlere benzeyen Biz gelince bir yağmur başlar yüzün çizilir buğulanan camlara bir uzun karartma biter akasyalar köpürür birdenbire ve her avluda adınla anılan çiçekler sulanır akşamüstleri Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi başını sessizce omzuma koyarsın gülüreyhan olur soluğun Biz kalırız kuşlar dönüp gelir her balkonda bir menekşe sesi Belki yeniden güzelleştiririz adları değiştirilen parkları perdeleri hiç açılmayan evlerde ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur tanıdık sevinçlerle dolar yeniden kendi sesini kemiren alanlar Anısı biz olalım bu sokakların ve hiç durmadan yağmur yağsın Biz gürültüsüz sözcükler bulalım sarmaşıklar fısıldaşsın yine Gidersek birlikte gideriz yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen"0155June 12, 2021Öykü Korkut Kabapalamut - ÇukurKorkut Kabapalamut - Çukur İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Zira arkeolojik kazılarda gösterilmesi gereken titizlik, özen baştan bu yana hiç mi hiç gösterilmediği gibi, bildiğim, atalarımdan dedelerimden duyduğum, azıcık da olsa okuyabildiğim kadarıyla dünya kuruldu kurulalı buradaki ilk uygarlık- tabii bunun adına uygarlık denebilirse- biziz ve hükümdarın bu sözde kadim kentleri ortaya çıkarmak adına kendi ülkesinin neredeyse tamamını bir çukura çevirmekte, tebaasını da bu uğurda yorgunluktan, sıcaktan, kırbaç darbeleriyle telef etmekte herhangi bir çıkarı olamaz. Tabii eğer ortada kimilerince iddia edildiği üzere gerçekten de bir hükümdar varsa ve yaşanan her şey kocaman bir yanlış anlamadan, devasa boyutlarda bir işgüzarlıktan ibaret değilse. Kim olduğunu bilemediğimiz o uğursuz Baş Muhafız bize korkunç, ülke ve dünya tarihine geçecek çapta korkunç, ölümcül türden bir şaka yapmıyorsa. "1325June 11, 2021Öykü Öznur Unat - Tamamlanamayan FotoğrafÖykü Öznur Unat - Kediye Günlük Çizen Yiğit Abdullah Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Salih’imin avukatlığı kazandığı gün uyumuştum ya hani onun omzunda, o gün o uykudan uyanmamış olmayı hayal ettim yıllarca. İnsan hiç ölüm uykusu hayal eder mi? Eğer her şeyin, hem de kıymet verilen her şeyin manasının kalmadığı bir yere uyanırsa bir gün, o zaman hayal eder işte. Uzun lafın kısası; fotoğrafı tamamlayamadım. İnsan tamamlayamadığı yerde kendini kaybediyor. Onunla birlikte kayboldum."2019June 09, 2021Şiir Can Yücel - Her Şey Sende GizliCan Yücel - Her Şey Sende Gizli Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Zeynel Demirtaş - Tutam Yar Elinden zeyneldemirtas "Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kâr sayma Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin..."0251June 03, 2021Şiir Can Yücel - Kim Özlerdi Avuç İçlerinin KokusunuCan Yücel - Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Yansımalar - Hasbihal Ney Aziz Şenol Filiz, Tanbur/Gitar Birol Yayla, Gitar Murat Usanmaz, Cello Pınar Bayraktar, Kontrbas Erdal Akyol, Perküsyon Ediz Hafızoğlu "O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer. Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de, kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci dereceden failidir" denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!"0517May 30, 2021Öykü Tarık Çelik - ÖrümcekTarık Çelik - Örümcek İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Sahilin kızgın kumları çıplak tenini pişirirken yanı başından geçmekte olan siyah bir örümcek fark etti. Küçük ama seri adımlarla..."0634May 29, 2021Şiir Şükrü Erbaş - Odaya Kapatılan GökyüzüŞükrü Erbaş - Odaya Kapatılan Gökyüzü İnsanın Acısını İnsan Alır, Seslendiren Yusuf Can Gökkayacancaseyler Müzik Açık Seçik Aşk Bandosu - Yüzündeki Ürkek Güzellik "Geceler bitti. Yolculuklar bitti. Yeni yerler, yeni sabahlar bitti. Her yerde bin yıllık bir aşınma, solgun zaman kokusu. Senden önceki haline döndü kalabalık. Gamzeli sular yürürdü dünyaya, kirpiğin kaşına her değdiğinde. Ben deniz derdim hazla, gökyüzü niyetine bakardı başkaları. Kimsenin sesinde bulut yok, kanat yok, rüzgâr yok; bir hızar sesiyle konuşuyor artık herkes. Kalbinle donattın önce gövdemi, sonra aşkın nasıl bir yoksulluğa dönüştüğünü gösterdin. Sevinçler bitti, kapı zilleri bitti. Ne bir yere giden var ne gelenlerin yüzünde bir iyilik. Senden başka anısı yok döndüğün yerlerin. Tükeniş kendini yokluğunla tanımlıyor. Açık yarada bir ayaz şimdi anılar. İncelikler bitti; o güzel telaşlar. Ne bir yağmur sesi çatılarda ne camlarda yüzünden bir balkıma; ki düş kurabilsin odalar. Sen oyunlarından çekildin, birbirine küstü çocuklar. Yaşlılar aynaya bakmayı unuttu. Ben durdum tüm bunların ortasında, boynumda ağır, dilsiz bir çan, ölüme dek seni susmaya yargılı. Özgürlük bitti. Övünme bitti. Her şey sürekli olsun, dediğin yerlerdesin şimdi. Yürek çarpıntısını gövdesine yük sayan, yüz yıl sonrası bugünden bilinenlerin paydasını seçtin. Vakti belirsiz sevinçler taşıdım eşiklerine, alışkanlıklarından kurtarmak için seni. Ayrılığı bile bir ayrıcalık diye sundum da, sen kapıların hep aynı saatlerde açılıp kapanmasını bekledin. Bir lambadan alıyor ışığını artık gövden. Gökyüzü bir odada kanat vurur mu? Nerden alır rüzgârını bulutlar? Bir akarsudan doğurmak istemiştim seni. Az az yaşayarak uzatmak ömrünü. Sen evcilliği kalıcı sandın. Bir adres istedin aşka. Komşular, bildik sokaklar, aynı saatlerde aynı konuşmalar, hiçbir şeyi gizlemeyen perdeler, başkalarıyla yağmalanmış düşler. Güvenlik duygusunu dünyaya yeğleyen… Senin yalnızlık dediğin yerde atıyor ayrıcalığın ve güzelliğin kalbi. Gözbebeklerindeki ağrıya inan ne olur. Ölümün eşiğindeki pişmanlığı söylüyorum sana. Dün akşam aldım seni yanıma; gücenikliğini aldım, vazgeçişini, ilk karşılaştığımız günkü sesini; benim dönüp dönüp gidişlerimi, senin gittikçe bir kuyuya benzeyen suskunluğunu… Yolların kentten koptuğu bir uzaklığa varıp durdum. Sonra bir ağacın yalnızlığına oturdum. Üşüyen yerlerini aldım kirpiklerimin arasına, sana dünyayı gösterdim uzaktan. Güneşin büyüsünü, taşların sesini; nasıl yer değiştirdiğini dağların. Onca çokluğuna karşı, yıldızların yalnızlığından söz ettim. Hiçbir şeyin bize uzak olmadığından. İnsan sustuğu yerde yenilmez her zaman dedim. Gözleri içine göllenen hapislerin ufkunu anlattım. Sanayi çıraklarını, hastaların yaşama gücünü. Gözyaşını küçümseyenin acısı da olmaz sevinci de dedim. Oğlundan kalan tek parmağı törenle gömen Dersimli annenin büyük suskunluğunu andım saygıyla. Azalan bir bütün olmaktansa parçalanarak çoğalmanın ne anlama geldiğinden söz ettim. Kâküllerine düşen çiy tanelerini topladım sabaha karşı. Doğan günden kırmızılar sürdüm yanağına. Saçının telinden tırnağının ucuna dek öptüm incelikle. Sonra alıp yalnızlığımı yanıma, biraz daha tutkun, biraz daha iyimser, döndüm yeniden bıraktığın boşluklara."0535May 27, 2021Öykü Duygu Özsüphandağ Yayman - Sarp'ın ÖyküsüDuygu Özsüphandağ Yayman - Sarp' ın Öyküsü Sesli Öykü Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Sabahtı. Saat kaçtı? Bilmiyordu. Evden çıktı. Akşam bir otobüse binecekti. Kaçtaydı? Bilmiyordu. Tek bildiği, sonrasız bir “belki”ye yolculuk yapacağıydı. Düşüncelerden azade, hislere teslim, yolun uzunluğu boyunca ilerleyeceği bir belki…" Audionautix adlı sanatçıya ait Minor With Cricket, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Sanatçı 23, 2021Mektup Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar Tüm Mektuplar 1-25" Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar Tüm Mektuplar 1-25" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover " Bu kitaba "Sahibini Arayan Mektuplar" adını verirken yanıldığımı ve sana haksızlık ettiğimi şimdi anlıyorum. Her satırı o kadar seninle dolu ki! Yıllar bile her kelimesine düşmüş olan gölgeni silemez artık. Vurduğun damganın ölmezliğini anlayasın diye bu mektupları sana armağan etmiyor ve adını onlara ad yapmıyorum. Fakat göreceksin; adım söylendikçe adın da söylenecek. Senden gelen, sana yazılan ve daima seninle anılacak olan Sahibini Arayan Mektupların her satırı için binlerce kez teşekkür sana." İstanbul, Haziran-Eylül 1962011460May 14, 2021Mektup 25. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar - SON MEKTUP"25. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Bu gün bendeki resimlerini ve mektuplarını yakıyorum. Küllerini sana göndereceğim. İşte! Hepsi önümde duruyor. Şu resim çekilirken karşında ben vardım, hatırladın mı? Üzerini "seni daima seveceğim" diyerek imzalamışsın. Bu seni en çok anlatan resimdi biliyorum, bana en yakın olduğun resimdi... Karşında ben vardım, gözlerin gözlerimdeydi... İçin benimle doluydu, bakışların gibi. Önce bu resmini yakacağım, bu en çok sen olan resmini. Sonra da diğerlerini yakacağım. Hepsi birer birer kıvrılıp kül olacak sonunda. Ya mektupların? Her birini çok çok öptüğüm mektupların... Satır satır içimde çakılı duran mektupların. Onlar da yanacak. Senden madde olan hiçbir şey kalmasın istiyorum bende. İçimde bıraktığın eziklik yeter artık. Artık seninle değil, verdiğin acılarla avunacağım. Seni bütün arzuların üzerine, bütün özlemlerin ötesinde seveceğim artık. Sensiz bir dünya yaratacağım senden. Dünya duracak, ama sen durmayacaksın. Zaman bitecek, ama sen bitmeyeceksin. Bir gün bütün çiçekleri solacak bahçelerin, yıldızlar ışık vermeyecek, güneş doğmayacak hiç. Ama sen solmayacaksın, sen eksilmeyeceksin. Seni maddenin dışına çıkarıyorum, ölümsüzlüğün kapılarını açıyorum sana. Anlamıyor musun? Daha düne kadar her yerini ayrı ayrı seviyordum. Ellerini tuttuğum zamanlar ürperirdim, başım dönerdi gözlerine bakınca. Dudakların her öpüşte yeniden dünyaya getirirdi beni. Al işte, hepsini sana bırakıyorum. Güzelliğin de senin olsun, dişiliğin de... Göreceksin, bir gün her yerin şu mektuplar, şu resimler gibi kül olup dağılacak. Bir tel bile kalmayacak saçlarından. Niceleri gibi sen de göçüp gideceksin bir gün. Önce gençliğin terk edecek seni. Ellerin buruşacak, belin bükülecek, ak pâk olacak saçların. Boş bir çuvala döneceksin. Sonra, aynaya bakınca bu gün çok güvendiğin güzelliklerinin de seni birer birer bıraktığını göreceksin. Gözlerinde o vahşi parıltı kalmayacak, bütün ateşi sönecek dudaklarının. Ama ben o halinde bile seni terk etmeyeceğim. Çünkü benim içimde hep bugünkü gibi kalacaksın. Taptaze, sımsıcak ve korkunç güzel! Yalnız benim gözlerimde bir mânâsı olacak bakışlarının. Ben yok olduğum zaman da satırlarımda yaşayacaksın. Hiç ihtiyarlamadan, hiç değişmeden, hiç tükenmeden... Adım anınla anılacak, adın adımla... Mektuplarınla resimlerini yakacak gücü kendimde bulamasam, o zaman da kendimi yakardım. Şu herkeste seni gören gözlerimi, şu her yerde sana koşan ayaklarımı ve şu her zaman sana yazan ellerimi yakardım. Tenimden yükselen alevler tâ Allaha kadar uzanır, ona çaresizliğimi anlatırdı. Seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayâl kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime, senden kalanları yakacağım. Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak. Unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşayacağım. Biraz sonra mektuplarınla resimlerini tutuşturacak bir kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. Her şeyiyle onu sana bırakıyorum. Hayatın senin olsun, istersen hayatım da. Ama sen kendinin bile olamayacaksın artık... Ben yaşadıkça, adım söylendikçe... Seni bensizliğe ve kendimi sana mahkûm ediyorum... İstanbul, Haziran-Eylül 19620503May 14, 2021Mektup 24. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"24. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover Ne seni unutabiliyorum , ne senden kalanları... Başımın içinde bir kanser tümörü gibi büyüyor büyüyorsun. Seni unutamamanın verdiği acılara dayanamıyorum artık. Unutamamanın bu kadar kahredici, çıldırtıcı olduğunu bilmezdim. Her yerde, her zaman benimle birliktesin, işin kötüsü her şey seni hatırlatıyor. Kalabalıkta gelişigüzel söylenmiş bir söz bile yetiyor seni düşünmeme. Yalnızlığımda ise sesin kulaklarımda çınlıyor. Avuçlarının serinliğini hissediyorum alnımda. Yaşanmış zamanlar bir film şeridi gibi geçiyor hafızamdan... Anılarımızı en küçük noktasına kadar birer birer hatırlıyorum. İşte o zaman; bu seni unutamayan başı, duvarlara vura vura parçalamak geliyor içimden... Renklerin, kokuların, seslerin ve ışığın bile seni hatırlattığı bir dünyada yaşamak, harikulade bir şey olurdu belki. Ama sen de unutmasaydın. Beni unutmadığını sevdiğini bilsem her şeye katlanırdım. Unutamamanın biriktirdiği o dayanılmaz acılar, unutulmamanın vereceği eşsiz mutluluğun içinde erir, kaybolurdu. Sevmek bir bakıma unutamamağa mahkum olmaktır... Sevilmemişsek; bir de unutulmaya mahkum oluşumuz var en hazini. İnsan, unutabildiği kadar güçlüyse; unutamadığı ölçüde yıkık ve ezik kalıyor... Beni sev demeyeceğim, ama onu da sevmemeliydin. İkimiz de olduğun yerden çok uzağız. Güzelliğinin, büyüklüğünün yanında biz neyiz ki? Unutulmak; ikimize de kadehlerden tattıracağın bir içki olmalıydı. O içkinin sefil sarhoşluğu içinde seni düşünmeli, hep seni özlemeliydik. Unutamamak, sarhoşluğumuzu kamçılayan bir kırbaç olmalıydı. Gitgide işleyen, büyüyen bir yara olmalıydı tenimizde... Unuttuğunu her ikimizde bilmeli, fakat seni hiç unutmamalıydık. Oysa şimdi unutulan da benim, unutamayan da. Ancak, bir kurşun atımı uzaktasın benden, biliyorum ve ciğerlerime saplanmış bir kurşun gibisin hala. Seni çıkarıp atmak da elimde değil, sana gelmek de... Gelsen ne değişecekti ki? Beni hatırlayacak mıydın? Hatırlasan da sevinecek miydin gelişimden? Gözlerinin içi gülecek miydi? Hiç konuşmadan " Ben de seni özledim " diyebilecek miydi ellerin? Hayır, değil mi? Öyleyse hiç gelmeyeceğim sana. Böylesi daha iyi.. Gün oluyor; seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar, evler, caddeler, vitrinler seni hatırlatmasın diye. Gün oluyor; anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını. Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin, ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak... Sen unuttun fakat unutulmadın. Bense unutulduğumu biliyor, fakat unutamıyorum. İnan, unutabildiğim gün seni yeniden ve daha çok sevmeğe başlayacağım...0424May 14, 2021Mektup 23. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"23. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Seni kıskanıyorum. İçimde gururdan eser yok artık. Kıskançlığımın başladığı yerde yüreğim tertemiz oldu, aydınlandı, pırıl pırıl şimdi... Gururum, zaman zaman benliğimi saran kendimi beğenmişliğim, güvenim ve inançlarım; hep seninle yaptığım savaşta yenildiler... Bir kıskançlık hissi kaldı içimde dipdiri ve her zamankinden daha güçlü. Kazandığın savaş onu da yenebildiğin anda bir zafer olacak, ancak o zaman "kazandım" diyeceksin. Fakat ben o duygunun, bende fethedemediği o son kalenin asla düşmeyeceğine inanıyorum... Bütün çabaların boşa gidecek, seni sevdikçe kıskanacağım. Bir gün beni sevmemen bile bu savaşa tesir etmeyecek. O zaman asıl büyük yenilgiye doğru sen gideceksin. Sevgimi karşılıksız bırakman bana attığın son kurşun olacak. Açacağın büyük yaraya rağmen yıkılmayacağım, ölmeyeceğim anlıyor musun? Yine seni sevmeye, yine seni kıskanmaya devam edeceğim... Beni tanımadan önce yaşadığın yıllar var ya; onları da kıskanıyorum. Düşün bensiz yaşayacağın bir dakikaya bile tahammülüm yok artık. Bir gün güzel bileğindeki küçük saati parçalayabilirim, bensiz bir zamanı sana bildirdiği için. Mümkün olsa bütün o dakikaları, o günleri sana yeniden yaşatmak isterdim... Sana kıskanılmış zamanlar, mesafeler ötesinden seslenmek ne acı bilemezsin. Seni gören, güzelliğini arzulu bakışlarla seyreden insanların da bu dünyada yaşadığını düşünmek ne korkunç bir şey anlayamazsın. Hele seni başkalarının da sevdiğini ve seveceğini bilmek ne türlü bir ölümdür düşünemezsin... Kıskançlığım bir hayvanın dişisini kıskanması değil. Mayamızda olan arzunun ötesinde bir şey bu. Ebediyen sahip olmak hissinin çok üzerinde bir ölümsüzlük çabası, bir sonsuzluk duygusu... Seni kıskanıyorum. Verdiğin huzursuzluğa rağmen bir kadını kıskanmanın büyük huzuru içindeyim. Oysa ben seni tanıyıncaya kadar kıskançlığı daima ilkel bir duygu olarak düşünür, reddederdim. Bu kadar değer bir insanı tanımamış olmanın verdiği eziklikten gelirdi. Şimdi o ezikliğin yerine bir kabına sığamamak var içimde, taşmak var. Sevginle tamamlandımsa verdiğin kıskançlıkla bütünlendim... Hep böyle kıskançlığımı besleyecek kadar güzel kal..."0327May 14, 2021Mektup 22. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar22. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Senin için zalim dediler, demek zulmün de bu kadar güzeli olurmuş diye düşündüm. Oysa bütün zalimlere karşı kinle doluydu içim. Ben hiçbir zulme baş eğmedim, zalimlerden yana olmadım. Seni en istediğim anda gelmemen, geldiğin zaman da bana acıların en büyüğünü tattırman belki zulümden başka bir şey değil. Fakat ne yapayım ki onu bile yakıştırabiliyorsun... Çoğu zaman nasıl olsa öldüreceği avına gururla bakan bir panterin vahşi bakışı var gözlerinde. İçinde, ta derinde zulmün kıvılcımları yanıp sönerken bile sana kızamıyorum, senden nefret edemiyorum. İnsanı büyülüyorsun. Baş döndüren güzelliğinin karşısında asıl büyük zalimin tanrı olduğunu düşünüyorum ister istemez... Senin için " Yalan söylüyor " dediler. Kimse farkında değil dudaklarında yalanın ne kadar güzelleştiğinin. Yalansız bir seni düşünmeye imkan var mı? Senden gelen bütün yalanlara razıyım. " Seni seviyorum " dediğin zaman, yalan söylemiş olsan bile, bu sözü bütün gerçeklere değişmeye hazırım. Hiç bir yalan bu kadar sevimli ve manalı olmamıştır dünya kurulduğundan beri... Yalan; senin dudaklarında aydınlık, pembe şafaklara benzer. Sen yalan söylerken gözlerin, gökyüzünün sonsuz karanlığında parlayan yıldızlar gibidir. Sen söylediğin yalanlarla varsan; ben bütün gerçekleri senin bir tek yalanına feda edebilirim. Sana " Yalan söylüyor " diyenler; eşsiz dudaklarında yalanın ne kadar güzel olduğunu bilmeyenlerdir... Sana " Kalpsiz " dediler. Üç milyar insanın yaşadığı bu dünyada çarpan bir tek kalp varsa o senin kalbindir. Bir tek kalp varsa; iyilik diyen, güzellik diyen... Aşk diyen o senin kalbindir... Bir tek kalp varsa yeryüzünde beni seven, yine senin kalbindir o. Bütün zulümlerine, bütün yalanlarına rağmen beni sevdiğini biliyorum. İkimizi çepçevre kuşatan çaresizlikler içinde kalbin hala çarpıyorsa beni sevdiğin içindir. Yoksa aslında bu yalan ve zalim dünyada yaşanmaya değer bir tek dakikanın bile var olduğuna inanmak gerçekten imkansız bir şey... Aşkın seni sevmek olduğunu benden başka bilen var mı söyle? Seni zulümlerinle, yalanlarınla kim bunca ilahlaştırabilir söyle? Söyle, sevdiğim benim, ömür boyunca seveceğim benim; zulümsüz, yalansız bir dünyada yaşanır mı söyle..?"0341May 12, 2021Mektup 21. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"21. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Kalabalığın arasında bir Robenson gibiyim. Oysa çevrem her çeşit insanla dolu. Kimi gösterişli, alabildiğine mağrur, kimi ezik ve yılgın. Kimi de boş vermiş her şeye, gününü gün etmekten başka düşündüğü yok... Şu adamı geçen yıl tanıdım; söylediğine bakılırsa, beni hiç kimse ondan fazla sevemezmiş. Oysa ki istediği fiyat verilirse dostluğunu derhal satmaya hazır olduğunu biliyorum. Fakat bile bile aldanmak da güzel. En feci şey insanın artık aldanmayacağı yere gelmesi. İşte ilk ölümümüz orada başlıyor... Ya öteki adam? O da dediğine göre en sadık ve vefalı dostlarımdan birisidir. Yanındayken bana iltifatlar yağdırdığına falan bakmayın. Ben gider gitmez arkamdan atıp tuttuğunu biliyorum. Fakat derim ya bile bile aldanmak güzel... İşte bir başkası daha; her halinden, samimiyet fışkıran bir adam... Karşılaştığımız yerde en gürültülü bir şekilde sevgisini açığa vurmaktan hoşlanır. En büyük zevklerinden birisi de beni dostlarıyla tanıştırmaktır. Bundan aşırı bir gurur duyar. Fakat söylemediğim sözleri, yapmadığım şeyleri uydurup yaymakta da bir eşi yoktur bay Samimiyetin... Ve daha niceleri bay Canayakın, bay Hüsnüniyet, bayan Şiir Sevgisi, bayan Hayranlık, hepsi hepsi benim dostlarımdır. Bir dediğimi iki etmezler görünüşe bakılırsa. Oysa ki ben her zaman her yerde yalnızımdır. Bir çok şölenlerde benim yerime adım oturur sandalyeye. Bütün ilgi adıma karşıdır. Adım sevilir adım övülür, adım alkışlanır... Sen yalnızlığın bu türlüsünü bilmezsin. Çepçevre bir ilgi çemberi ile sarıldığı anda kişinin aslında nasıl bir yalnızlık kuyusuna düştüğünü göremezsin. Ün yapışık kardeş gibidir. Kurtulamazsın kaçamazsın ondan. Kendi hayatını yaşayamazsın... Sen bile beni yalnız ben olduğum için sevemezsin artık. Adımı benden ayıramazsın. Çevremdeki bütün insanlar aslında büyük yalnızlığımın şahitleri bence. Ya da oynadığım yalnızlık dramının seyircileri. Gözlerinden anlıyorum, biraz sonra hepsi sıkılmaya başlayacak, birer birer terk edecekler salonu. Perde indiği zaman birkaç meraklıdan başka kimse kalmayacak... Sen yalnızlığın bu türlüsünü bilmezsin işte. Ve asıl bilmediğin en büyük yalnızlık da senin verdiğin yalnızlıktan başka bir şey değil. Senin yokluğundan gelen o yalnızlık olmasa, öbür yalnızlıklar bana bu kadar koymazdı..."0350May 08, 2021Mektup 20. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"20. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Neredesin? Günler var ki beni aramadın, yazmadın. Senden gelecek bir mektubu bekledim boşuna. Önceleri içim umutla dolu, postacının kapımı çalmasını bekledim. Satırlarınla aydınlanmasını bekledim bu karanlığın... Saatler saatleri, günler günleri kovaladı. Git gide büyüdü verdiğin yalnızlık, yüreğim kahırla doldu. Ümit etmenin mutlu heyecanları, yerini tarifsiz bir hüzne bıraktı. Kocaman, kalabalık bir şehirde yapayalnız kaldım işte... Neredesin? Beni unuttun diyemeyeceğim, unutmadığını biliyorum. Ama düşün ki, benden uzaklaştığın her kilometre, sana olan sevgimi bir kat daha arttırdı. Senden başka bir şey düşünemez oldum. Geri döndüğün zaman , eminim şaşıracaksın. Böylesine mesafelerle büyüyen, zamanla derinleşen bir aşkın karşısında olmak kim bilir ne kadar değiştirecek seni... Yüzünde pembelerin en güzeli, gözlerinde ışıkların en parlağı ile sevilmenin, çok çok sevilmenin hazzını yudum yudum içeceksin. Sevilen bir kadının mutluluğunu seyredeceğim sende. Sevdiğim kadının ölümsüzlüğünü yaşayacağım... Neredesin? Dün evinin önünden geçtim. Perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. Kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. Kim bilir odalar, eşyalar ne haldeydi sensiz. Her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? Ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? Baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı... Sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini... Neredesin? Meğer ne doldurulmaz bir derinlikmiş yokluğun. Kaderde bu sensizlik de varmış. Her insanın yüzünde sana benzeyen bir şey aramak da varmış. Sesini duymak varmış şarkılarda. Bütün kitaplarda seni okumak varmış. Meğer ne dayanılmaz bir şeymiş yokluğun. Kağıtlara seni yazmak varmış, renk renk düşünmek varmış seni, çiçek çiçek koklamak varmış. Artık hiç yazmasan da olur hiç gelmesen de... Meğer ne türlü bir ölümmüş yokluğun... Bir daha neredesin demeyeceğim. Bendesin artık. Dudaklarımın değdiği kadehlerdesin. Serin yağmurlar getiren bulutlardasın. Kâh denizlerdesin, kâh rüzgarlardasın. Uzaktasın ama yine bu şehirdesin... Gittiğine inanmıyorum. Gel demeyeceğim...0346May 07, 2021Mektup 19. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"19. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover " Duyarlarsa " diyorsun. Duysunlar ne çıkar? Seven insanın bir suçlu gibi ezik olması neden? Sevmek ve sevilmek hakkımızı kullanıyorsak bundan kime ne? İnsan olarak aşktan başka övünecek neyimiz kaldı? Erdem yalan söylemek mi? Hırsızlık etmek mi? Katil olmak mı ? Yoksa esirleri fırınlarda yakmak mı erdem? Bir milletin gençliğini savaş meydanlarında yok etmek mi? Yalnız sofular mı erdemli bu dünyada? Çıkarını düşünenler mi namuslu? Aşka saygı duymayanlar utansın yaşadıklarına, sevenler değil... " Görürlerse " diyorsun. Oysa ki kimse görmeyecek seninle seviştiğimizi. Bu doyulmaz zevki kimseye tattırmayacağız. Seni benden başka hiç kimseyle paylaşmaya razı değilim. Zaten sen bir bütünsün; bölünemezsin, paylaşılamazsın ki..! Ben hep sevdim sana gelinceye kadar. Seni sevmeye hazırladım kendimi. İlk sevdiğim değilsin elbette, ama son sevdiğim olacaksın... Seni tanımadan önce yalnız sevmenin hazzıyla doluydu yüreğim, gururluydum, çünkü; seven bendim. Yalnız benim hakkımdı sevdiğimi yüceleştirmek, onu erişilmez yapmak, ölümsüz kılmak benim hakkımdı... Sevildiğimi, hele senin tarafından sevildiğimi anladığım anda gururum yok oldu. Aşkının büyüklüğü karşısında eridiğimi hissettim... " Anlarlarsa " diyorsun. Anlasınlar umurumda değil. Keşke anlayabilseler… Herkesin seni olduğun yerde görmesini, bilmesini isterdim. Ben sende yaşamanın kavramını buldum. İç aleminin sonsuz hazinelerini önüme serdiğin zaman anladım yaşadığımı. Güzelliğinin manyetik alanından dışarıya çıkamaz oldum... Hiç bir şeyden çekinme artık. Bak! Şimdi seninle vardığımız o yerde kimseler yok. Yıldızların erişilmezliğinde, duyguların sonsuzluğundayız. Zamanı aştık, en güzeli kendimizi aştık seninle... Onun için şimdi ilk defa beni sevmek hakkını sana tanıyorum. Anla, seni ne kadar sevdiğimi..."0313May 04, 2021Roman Gorki - Ana 6. BölümGorki - Ana 6. Bölüm Seslendiren Yusuf Can GÖKKAYA cancaseyler "Gözyaşlarının biriktiğini hissediyordu. Oğlunun sükûn ve inançla sözünü ettiği o felâketi bekleyecekti artık. Bu bekleyiş, kolu kanadı kırık kör bir pervane gibi çırpınıyordu yüreğinde. Çıplak, karla kaplı bir ova geldi gözlerinin önüne. Soğuk bir rüzgâr küçük ıslıklarla esiyor, karları önüne katıp döne döne, hoyratça saldırıyor. Ovanın ortasında, tek başına sendeleye sendeleye küçük bir gölge ilerliyor. Rüzgâr, bacaklarına dolanıyor, eteğini şişiriyor, kar zerreciklerini yüzüne savuruyor. Genç kız yürümekte zorluk çekiyor, ayakları kalın kar tabakasına batıyor. Üşüyor, korkuyor, iki büklüm... Deli rüzgârın önüne, kattığı bir çöp gibi bulanık ovanın ortasında... Sağında bataklıkların üstünde orman yükseliyor karanlık bir duvar gibi. Cılız, çıplak kayın ağaçları ve çamlar inildiyor. İlerde, uzaklarda bir yerde, kentin donuk ışıkları... Ana korkudan titreyerek "Yarabbim, sen acı bize!" diye mırıldandı...1433May 04, 2021Öykü Metin Nart - Gül Ablanın Nasıl Gittiğine DairMetin Nart - Gül Ablanın Nasıl Gittiğine Dair Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler “Öyküler vardır, ahraz öznesini cellat mezarlığına gömen. Özneler vardır, yarı yolda kalem kırıp öyküsünün kalbine saplayıp giden. Geride kalansa zamandan ari hüzünlü bir yarım kalmışlık. Öznesi de öyküsü de çoktan yitmiş.” Firdevs Gül Kevin MacLeod adlı sanatçıya ait Almost in F - Tranquillity, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 25, 2021Öykü Yusuf Can Gökkaya - LacivertCanca Şeyler - Lacivert Yazan-Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Dalmayı yettiremezdi bu sefer kendine, kaçardı bizden, çayından, kendisinden… Yeni bir uzağı da yoktu, gideceği yakını da..."1008April 24, 2021Öykü Dilek Bilge - Esma'nın ÇerçevesiDilek Bilge - Esma'nın Çerçevesi İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Geçmiş; değiştiremeyeceğim, unutamayacağım ama bağışlayabileceğim bir şekilde yeniden karşımdaydı. Az önce girmek için emek verdiğim kapıdan bir an önce çıkıp soluklanmak istiyorum. "0640April 18, 2021Öykü Aysu Arslantürk - Guruba Karşı UrlaAysu Arslantürk - Guruba Karşı Urla İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Yola çıkıyoruz. Bu sefer tüm kahverengi tabelalara sapacağız. Her defasında geçip gittiğimiz yerleri bu defa göreceğiz. Ani bir sağanağa yakalanıp arabanın kaloriferiyle kuruyacağız. Daha uzun zamandır yediğimiz en iyi köfteyi tadıp, harika bir köyde mola vereceğiz. Yine tanışıp yine vedalaşacağız. Şiir, yazılmaya devam ediyor."1255April 10, 2021Öykü Ebuzer Kalender - BamyaEbuzer Kalender - Bamya İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Çenem titremeye başlıyor. Elimdeki kaşık kaseye düşerken gözlerimin nasıl da böyle hızla dolup taştığını merak ediyorum. Sarsıla sarsıla ağlarken yutamadığım lokma ağzımın kenarından kirli sakalıma süzülüyor. “Bamyayı çok severdin,” diye höykürüyorum burnum akarken. Ve ömrümün geri kalanında onu boğmadan önce bamya yedirmediğim için pişmanlık duyacağımı biliyorum, bir daha asla bamya yiyemeyeceğimi de."2025March 28, 2021Roman Gorki - Ana 5. BölümGorki - Ana 5. Bölüm Seslendiren Yusuf Can GÖKKAYA cancaseyler "Pavel anasına doğru eğildi, bir çocuğu azarlıyormuş gibi sinirli sinirli "Hepimiz korkudan geberiyoruz zaten!» dedi. "Bizi yönetenler de bu korkudan yararlanıp bizi daha fazla korkutuyorlar." Ana "Kızma!" diye inledi. "Nasıl korkmam? ömrüm boyunca hep korku içinde yaşadım!.." Pavel yumuşadı, hafif bir sesle "Bağışla beni," dedi. "Başka türlü yapamam." Ve çıkıp gitti."1304March 26, 2021Mektup 18. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"18. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "En güzel beraberlik seninle olmak diyorum, nasıl en korkunç yalnızlık sensiz olmaksa… Biraz önce buradaydın. Aradan geçen zaman henüz kokunu bile dağıtamadı. Oturduğun koltukta ağırlığının izi duruyor. Dokunduğun her yerde sıcaklığın var, baktığın her şey de aydınlığın... Gittin mi? Ben şimdi yalnız mıyım? Duvarlar üzerime yıkılıyor, yüzümde parçalanıyor aynalar, resim çerçeveleri... Tarifi mümkün olmayan bir boşluk içindeyim. Gözlerim kapıda, belki yine gelirsin diyorum. Uzaktan ayak sesleri geliyor. Sen değilsin gelen biliyorum, ama yine de bir ümit var içimde vazgeçemediğim... Bir sigara yakıyorum ve seni arıyorum dumanın havada çizdiği şekillerde. Sonra ne yapacağını bilemeyen ellerime bakıyorum bir zaman. Ellerim hala ayrılırken ellerine temas etmenin hazzı içinde şaşkın ve kararsız. Oysa , o ellerle şimdi şiirler yazabilirim senin için, sana yokluğunun dayanılmazlığını anlatabilirim... Zaman hayli ilerledi. Evine varmış olmalısın. Kulağım telefon sesinde. Beni aramanı bekliyorum. Telefonun her çalışında umutla uzanıyor ellerim ahizeye. Oysa hep bir başkası çıkıyor karşıma. Kahroluyorum. Senden başkasının varlığına değil, sesine bile tahammülüm yok artık. Ağır dayanılmaz saatler geçiyor. Nihayet senin sesin telefonda. Beni anlayan, o özlemli kısık sesin... " Nasılsın ? " derken bile yüreğimi heyecanla dolduran, kanımı tutuşturan sesini işitmenin sevinci sarıyor her yerimi. Hiç bitmesin istiyorum konuşmamız. Senden başka bir şey düşündüğüm yok, dünya umurumda değil. Konuşuyor konuşuyoruz ve " Allahaısmarladık. " diyorsun. Sana düşündüklerimi söyleyemiyorum. " Ne olur, yine gel ve hiç gitme artık... " diyemiyorum... Boğazıma bir şeyler düğümleniyor. Ellerimde soğuk, hissiz bir aletle yapayalnız kalıyorum... Sesin yerine çıldırtan bir uğultu kulaklarımda. Biraz önce sesini bana ileten telefon düşmanım şimdi. Hırsla ve kinle bakıyorum bir zaman... Sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. Birden seviniyorum. Her şeye rağmen yine seninleyim, ne iyi... Beşinci senfoniyi dinliyorum. Odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. Hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. Yüzyılların ardından bir Beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. Ve sonra bir başka plakta Schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun... Aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum... Artık seni sevdiğime pişman değilim..."0357March 25, 2021Mektup 17. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"17. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover Soruyorum, susuyorsun. Ben sükutun bu kadar anlamlı olduğunu bilmezdim. Bütün sorularımın cevabını bir bakışla veriyorsun, kah bir gülüşle. Zaman zaman gözlerinin içinde eriyip kaybolduğumu hissediyorum. Yanımda olmadığın günler, geleceğin güne hazırlıyor beni... Yokluğuna böyle dayanabiliyorum... Karanlıklar içinde her dakika gözlerinin aydınlık bakışlarıyla doluyor içim. Aradığım her şey orada. Cevapsız kalmış bütün soruları gün ışığına çıkarıyor gözlerin... Bekliyorum, geliyorsun. İşte diyorum yaşamak bu. Sevmek, seni sevmekten başka bir şey değil. Hiç kimseyi bu kadar özlemle beklemedim. Bu kadar inanmadım hiç kimsenin geleceğine. Onun için bir gün gelmeyeceğinin korkusu kahrediyor beni... Geleceğin mutlu ana yaklaşan her dakika yaşamaktan güzel, geçen her dakika ölümden acı... Fakat gelişin her şeyi unutturuyor. Sıkıntılı öğle sonları günün en yaşanmaya değer saatleri oluyor sen gelince. Kızgın bir güneş altında bana karlı dağ yamaçlarının serinliğini getiriyor ellerin... İstiyorum veriyorsun. Verdiklerin bir bakıma iflası oluyor saadet anlayışımın. Böylesine büyük hazların hayal bile edilemediği bir dünya üzerinde özlenecek başka saadetin kalmadığını düşünüyorum... O zaman her şey siliniyor gözlerimden. Sensiz bir yarının değersizliğini, çekilmezliğini daha iyi anlıyorum... Huzur seninle kayboluyor, bütün sevinçler seninle gidiyor, sensiz bir kanlı gömlek gibi giyiyorum üzerime yaşamayı... Çaresizlik hiç bir zaman sen yanımda olduğun anlardaki kadar kötü ve merhametsiz olmuyor. Yine de her öpüşümde bana ilahlara has bir güç, bir büyük huzur veriyor dudakların... Ağlıyorum. Gidiyorsun. Ama sen gözyaşlarımı görmüyorsun ki! Ayrıldığımız yerde başlıyor yıkıntım. Kalabalık bir caddede, vapur iskelesinde ya da bir kapı önünde; nerede olursa olsun ayrılığın bir tokat gibi iniyor yüzüme... Kocaman, sivri bıçaklar gibi delik deşik ediyor vücudumu. Her yer kan oluyor. Artık dayanamıyorum, artık dayanamıyorum... Ağlamak bile kar etmiyor... Ben bu acılara, ben bu sürekli ölümlere önceden razı oldum. Şikayete hakkım yok, biliyorum. İsyan etmem faydasız. Kendi kaderinin çizdiği yolda yürüyor ayakların... Yazıyorum, okuyorsun. Kimbilir ne dayanılmaz acılar içindesin sende... Nasıl her yerini, orada bir sigara söndürülmüşcesine yakan özlemler içindesin. " Mümkün olsa hep yanında kalırdım. " diyorsun. " Hiç senden ayrılmazdım, hep senin olurdum... " diyorsun. İşte onun için sana hiç kızamıyorum ya! Bütün isyanım çaresizliklere, bu kahpe imkansızlıklara... Bu mesafelere. Bu zamana ve bu bizi çepçevre kuşatan insanlara, onların pis kurallarına, beş para etmez inançlarına... O demir parmaklıklara, ağır kapılara, kalın zincirlere, o merhametsiz, çirkin gardiyanlara rağmen seni seviyorum. Anlatamıyorum...0444March 22, 2021Roman Gorki - Ana - Ana 4. Bölüm Seslendiren Yusuf Can GÖKKAYA cancaseyler "Tanrı seni korusun!" dedi. "Nasıl istersen öyle yap, sana engel olmam. Senden bir tek şey istiyorum başkalarıyla konuşurken ihtiyatlı ol! İnsanlardan sakınmak gerek. İnsanlar birbirlerinden nefret ediyorlar! Açgözlüdürler, çekemezler. Kötülük etmekten mutluluk duyarlar. Sen onlara gerçek yüzlerini göstermeye, onları yargılamaya başlarsan sana kin bağlarlar, mahvederler seni!" Pavel kapının yanında ayakta duruyor, bu acı sözleri dinliyordu. Gülümsedi "İnsanlar kötüdürler, evet. Ama ben dünyada doğru bir şey olduğunu öğrendim öğreneli, onlar daha iyi görünüyorlar!.."1158March 21, 2021Mektup 16. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"16. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Artık aldanmak istemiyorum. Beni sevgilerinin ölümsüzlüğüne inandır, korkulardan, şüphelerden kurtar. Hiç aldanmamışların o engin iç rahatlığına hasretim. Ayıkla, arıt beni. Bütün insanlar aldanıyormuş, sürekli bir aldanmaymış yaşamak... Ne çıkar? Ben artık aldanmak istemiyorum ya! Sen ona bak... Onun için seni erişemeyeceğin bir yere çıkarmayacağım, olduğun gibi seviyorum seni. Olmanı istediğim gibi değil! Hiç olamayacağın gibi değil. Neredeysen orada dur. Nasılsan öyle kal. Bütün mevsimleri bir günde, bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle. Yanımda olduğun zamanlar nasıl apaydınlık oluyorum, nasıl içim huzurla doluyor, görmüyor musun? Gözlerimin derinliğine bakma; başın dönmesin. Gelecek günleri düşünme, korkma büyük hazlar yaşamaktan. Erişemeyeceğin hiç bir mutluluk yok. "Yaşadım" diyemeyeceğin hiç bir günün olmayacak benimle. Hiç aldatma beni, hiç yalan söyleme. Bir gün aldatsan bile; aldandığımı senden öğrenmeliyim önce. O zaman ölsem de mutlu ölürüm, inan. Biraz da olsa inanmış ölürüm. Aldanmak... En büyük yıkıntısı iç dünyamızın. Aldanmak... Ses veren üç telimizden birinin kopması. Aldanmak o en son, fakat en kesin kabullendiğimiz gerçek. Sen hiç aldatma ne olur? Yıkılışım da sevgim kadar büyüktür benim. Bırak, kalbimden ses veren bütün teller ben yaşadıkça sana inanmayı söylesin. Sana kayıtsız, şartsız inanmak olsun; bütün kazancım yaşamaktan. O zaman her şeye katlanırım. Korkulardan, endişelerden uzakta her saniye yaşadığımı bilirim. Çaresizlikler beni korkutmaz. Şu aşağılık dünyanın hiç bir acısı seni sevmeyi unutturamaz bana artık. İnanmak; seni düşündükçe söylediğim bir şarkı olmalı dudaklarımda. İnanmak; gökyüzünün en karanlık zamanında bile görebileceğim bir yıldız olmalı. Dağlardan, denizlerden esen serin rüzgârlar gibi, senden gelen bir şey olmalı inanmak. Kimi gün kalem olmalı parmaklarımda, kimi gün kulağımda musiki, gözlerimde ışık olmalı. İçtiğim suda, yediğim ekmekte sana inanmanın tadını duymalıyım. Her sabah ilk ışık, sana inanarak yaşayacağım mutlu bir gün getirmeli bana. İşte o zaman yokluğuna bile dayanabilirim, özlemlerim daha derin bir anlam kazanır. Seni beklerken şüphelerin o kahredici zehriyle, geciktiğin her saniye bir defa ölmem. Artık aldanmak istemiyorum. Seni aldatmak zevkinden sonuna kadar mahrum edeceğim. Beni aldatmanın acısını da sevincini de hiç tattırmayacağım sana. Çünkü, aldattığın zaman; yemin ediyorum yeryüzünde olmayacağım. İnanmışlığım ölüme kadar sürsün, bırak. Zarımı son defa senin için atıyorum...0422March 21, 2021Öykü Hakan Sarıpolat - KelebeklerSevgili Hakan Sarıpolat'ın "Cıs" isimli kitabında bulunan "Kelebekler" öyküsünü sizler için seslendirdim. Öyküleriyle bize farklı dünyaları sunan Hakan Sarıpolat'a ve bu öyküleri bizlere ulaştıran İthaki Yayınları'na teşekkürler... "Sabaha kadar uyumadım. Kısık nefesler alarak uyuyan babamı izledim. Yaşlı ağaçlara benziyordu. Gecenin karanlığında sessizce salınan, istese de ölemeyen ağaçlara. Bu kadar kısa sürede nasıl bu hale gelmişti? Yaşamak için bir sebebi kalmamıştı. Bedenini terk etmeye çalışıyor ama bunu başaramıyordu sanki. "1339March 16, 2021Mektup 15. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"15. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar... Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, istediğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum. Aydınlık! Sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılışımızın korkunç karanlığından. içimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncemizi tırmalayan o kanlı pençelerden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz. Hadi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudaklarından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum. Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden. Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşayacağımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına gömeceksek hiç yaşamayalım. Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse, önce zamandan kurtulmalıyız. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları. Bana dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle el ele, diz dize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde. Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim. Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. inan, ben hep senin olacağım, baştanbaşa sen olduğum için. Aşkta kaybettiklerimizi dostlukta tamamlayalım. Gel aydınlık bizi bekliyor..." Ümit Yaşar Oğuzcan0403March 12, 2021Öykü Berna Terziahmetoğlu - Ay GünüBerna Terziahmetoğlu - Ay Günü İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Karada yaşamak için yaratılmamış gibiyim. Suyun hareketi, ayak parmakları perdeli birine şifa olabilir ama dünyadayım, insanım. Yüzünce yaşadığını anlayan, sgöl, deniz, nehir ne görse yaşama sevincini yakalayan biri kendisi gibi biriyle olmalı. Karada değil belki yer altında nefes alan, dünyanın ışığına uzak biriyle aynı dili konuşabilirim. Sevgilim de gitti, ayaklarımı gören gidiyor. Yine de bütün kayıplardan sonra komşumu düşünürken iyi oluyorum. Hayatın kuytusunda benim gibi beklemede olan biri olduğunu bilmek derin nefes aldırıyor. "1320March 09, 2021Mektup 14. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"14. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "İlk defa göz göze geldiğimiz anı hatırlıyor musun? Kaçamak bir buluşmasıydı bu gözlerimizin... Seni istiyordum, biliyordun... Bakışların duygulu, anlayışlıydı, özlemliydi zaman zaman... Bakışların bir şarkı söylüyordu hiç bilmediğim. Seni dinliyordum, bakışlarını dinliyordum... Dağbaşında apansız karşıma çıkan bir pınardı sanki gözlerin. Eğilip su içmek istiyordum kirpiklerinin arasından... İçimde yaktığın ateşi söndürmek istiyordum. Ama o ateş gitgide büyüdü işte! Şimdi biraz da sen yan artık, benim yanacak yerim kalmadı... İnanamıyorum, sen var mısın? İnanamıyorum bir türlü. Tuttuğum ellerin mi? Öptüğüm dudakların mı? Kim bilir? Belki de yoksun, ben bir rüyâ görüyorum, biraz sonra uyanacağım. Her şey ansızın silinecek... Ne saçların kalacak ortalıkta, ne gözlerin... Yine kahredici yalnızlığıma döneceğim. Biraz daha yıkılmış, biraz daha sensiz... O gün ilk defa seni gördüm. Düşün, sen dünyaya geleliberi kaç yıl geçmiş aradan... Düşün, ne kadar çok özlemiştim seni. Öyleyse hiç gitme, ne olur? Vereceğin her kedere razıyım. Acıların en büyüğünü sen tattır bana, zehirlerin en şiddetlisini senin elinden içeyim... Ama gitme ne olur... Dudaklarım kurumuştu, içim yanıyordu. Suya hasret, kurumuş bir ot gibiydim. Yağmur olup yağdın üstüme, yeşerdim, filizlendim. Sonra güneş oldun, hayat verdin bana, koku verdin, renk verdin... Şimdi bırakıp gidersen bir daha ve son defa yine kuruyacağım, dağılıp toz olacağım anlıyor musun? Çünkü senden sonra kimse gelmeyecek, biliyorum. Kimseler çalmayacak kapımı. Gidersen beni bana mahkûm edeceksin, keşke ölsem diyeceğim o zaman, keşke ölsem! Şimdi sendeyim, seninleyim, seni yaşıyorum. Beni bana bırakma! Senden bir parçayım artık, belki de baştanbaşa sen oldum farkında değilsin... Beni bana bırakma! Sen olduğun için mutluyum... Sen olduğum için de... İstersen ben olma. Hiç benim olma. Ama bırakma beni ne olur... Beni, bana bırakma!"0329March 07, 2021Öykü Gökçe Atabek - LAL"Gökçe Atabek - Lal" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Erkan Oğur&Djivan Gasparyan - Sevdiğimi Elimden Aldılar " O eve gidene kadar tüm hücreleri titredi Ebru’nun, sanki her zerresi acıyordu korkudan, kaçmak istiyor ama aynı anda ölümden de korkuyordu. Ne garipti insanın her şart ve koşulda ölümden korkması. Bir gün gideceğini bile bile, her acıya rağmen hayata sımsıkı tutunmaya devam ediyordu Ebru da herkes gibi. Ama diğerlerinden bir farkı vardı onun, elleri acıyordu tutunmaya çalıştığı boşluktan, sanki kızgın ve en harlı sobanın borusundan tutuyor gibi hissediyordu..."1855March 05, 2021Mektup 13. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"13. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Birinci bölüm 13. mektup ile sona eriyorOcak - Mart 1961. İkinci bölüm, 14. mektupla devam edecek... Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Er geç beni affedeceksin. Bir şey beklemeden, bir şey istemeden affedeceksin. Sevgin seni oraya götürecek. Düşe kalka ilerleyeceğin yollarda, taşlar kanatacak ayaklarını. Issız, karanlık ormanlardan geçeceksin yapayalnız. Sonra bir bataklık başlayacak gözün alabildiğine... Omuzlarına kadar yapışkan çamurlara saplanacaksın. Durmadan yağmur yağacak üstüne, iliklerine kadar ıslanacaksın, üşüyeceksin... Ahtapot elleri gibi uzun, pis sarmaşıklar dolanacak ayak bileklerine. Dört yanında kara bataklık kuşları dönecek çığlık çığlığa. Geçmiş zamanı düşüneceksin. O bir daha yaşanılmaz günleri, geceleri düşüneceksin. Bataklığın son bulduğu yerde zift gibi koyu bir gece başlayacak geçmiş gecelere benzeyen... Yürüyeceksin, ağır ağır ilerleyeceksin zamanın ve gecenin ortasında. Keskin bir rüzgar çıkacak, merhametsiz kırbaçlar gibi parçalayacak yüzünü... Sonra bir dağ yamacına varacaksın, bitkin ve perişan... Uzaklarda cılız bir ışık göreceksin. Sen yaklaştıkça büyüyecek, sıcak kollarıyla saracak seni. Fakat, sen o ışığın olduğu yere hiç bir zaman varamayacaksın ve bu gerçeği anladığın anda yıkılacaksın, korku ve ümitsizlik saracak yüreğini, ağlayacaksın... İşte o zaman beni düşüneceksin, çektiklerimi, senin için katlandığım şeyleri düşüneceksin. Bulutlar dağılacak. Seni nasıl sevdiğimi, nasıl yüceleştirdiğimi, nasıl erişilmez ışık haline getirdiğimi birer birer anlayacaksın. Onun için beni affet demeyeceğim sana... Er geç anlayacak ve affedeceksin... Bunu biliyorum. Karşılaşmamız kaderdi belki. Ama çektiğimiz çiledir, bizi birbirimize yaklaştıran, o korkunç ümitsizlikler, büyük çaresizliklerdir... Acılarımızı yitirmeyelim..."0236March 01, 2021Öykü Sahip Can - Beyaz SıkıntıSahip Can - Beyaz Sıkıntı İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Zaman düz bir çizgi gibi akıyor. Geceler, gündüzler bir tortu gibi birikiyor arkada. Bahar boynu bükük bir çocuk gibi çekip gidiyor. Yaz ergen bir genç gibi asabi ayrılıyor. Sonbahar hiç olmadığı kadar kuru bir hüzün bırakıyor peşinden. Nihayet kış isteksiz, utangaç gelip sırasını devralıyor. Hissettirmiyor kendini. Güz gibi davranıyor bir vakit. Beyaz beyaz dökülüyor sonra pencerenin önüne. Dünya koskoca boş bir beyaz kâğıda dönüşüyor. "1126February 27, 2021Öykü Öznur Unat - Kediye GünlükÖykü Öznur Unat - Kediye Günlükoznurunat Çizen Yiğit Abdullah Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Sevgili kedi, o gün 77 model bir Anadol’un arka koltuğunda oturuyordum. Sağ yanımda annem vardı. Sol yanımda İlhan babam. Annem o gün evlenmişti. İstanbul’a gidiyorduk. Arabayı kim kullanıyordu, anneme hiçbir zaman sormadım. Bugün de bilmiyorum. O günü ve detaylarını sildim sanırım. Ama silsen de silinmeyen bazı şeyler var işte. O günden geriye bana kalan, peşimi hiç bırakmayan… Günlüğümde yazmayan… Bir güvercin hüznünde susan, geçmiş zamanlar."0552February 27, 2021Mektup 12. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"12. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Ölmedim işte. Ölemedim. Demek ki yaşamam gerekliydi. Bir gizli kuvvet olmalı bizi yaşatan. Yaşamakla ölmek arasındaki maceramızı düzenleyen çaresizliğimizi her yerde yüzümüze tokat gibi indiren bir büyük kuvvet olmalı. Şimdi seni daha çok seviyorum. Meğer ölüm senin kadar güzel değilmiş. Şimdi güzelliğin daha yakıcı, daha alımlı. Bütün neden'ler senin için yaşamayı gerektiriyor şimdi. Nasıldım nasıldım o gece, o gün bilemezsin? Eski, taş binalar üstüme yıkılıyordu, başımda parçalanıyordu vitrinlerin camları. Her taşıt beni ezip geçiyordu yanımdan. İnsanlar alnımda yürüyordu çamurlu, pis ayaklarıyla. Rüzgâr gırtlağıma yapışmış bir el gibiydi. Kitaplar, dergiler, gazeteler gördüm boyalı dükkânlarda. Hepsi ölmek diyordu. Yalnız ölümdü gördüğüm kaldırımlarda. Artık her şey boştu, yalandı. Kirli bir çamaşırdı üzerimde yaşamak. Umutlarımı yitirmiştim. Arayıp bulacak gücüm kalmamıştı. Öylesine yorgundum, bitkindim. Ellerimi sevmiyordum, gözlerim utanç veriyordu gözlerime. Damarlarımdaki kan rahatsız ediyordu beni. Ölmek, gitgide bir umut haline geliyordu içimde. Büyüyor, büyüyordu. Boşlukta bir tel gerilmeye başladı... Gerildi, gerildi. Sonra kan rengi bir karanlığa düştüm. Duvarlar kırmızıydı, yerler, masalar, sokaklar, insanlar hep kırmızıydı. Ama karanlıktı yine, korkunç bir karanlıktı. Kırmızı sisler içindeydim. Dört yanım denizdi, kıpkızıl. Sonra rengi değişti çevremin. Bulutlar dağılmaya başladı. İlk gün ışığı merhaba dedi pencereden, yeşil yapraklar el salladı. Bir adam uzun uzun öksürdü. İlk ellerimi buldum vücudumda, derken ayaklarımı, gözlerimi, dudaklarımı, saçlarımı buldum. Ve seni düşündüm. İşte o zaman yaşadığımı anladım, utandım."0259February 24, 2021Şiir Didem Madak - Ah'lar AğacıDidem Madak - Ah'lar Ağacı Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "1- Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu kırıyor Ve tamir et bakalım’ diyordu babasına. Yapıştırsam da parçalarını hayatımın Su sızdırıyordu çatlaklarından. Karnabahar kızartmıyordu asla Başrolde kadınlar. Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım Tanrı’nın eliydi. Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Olmayan kapıları açardık, Olmayan ziller çaldığında. Siyah papyonlu olurdu mutlaka Resim defterimizdeki damat. Yedi günde yarattığımız dünya Mutlu olurduk pastel koksa. Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı, en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar. Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah...dedim sonra, Ah! ..."1353February 23, 2021Şiir Ahmet Telli - Gidersen Yıkılır Bu KentAhmet Telli - Gidersen Yıkılır Bu Kent Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken Gidersen kim sular fesleğenleri Kuşlar nereye sığınır akşam olunca Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor Bir de seni ekliyorum susuşlarıma Selamsız saygısız yürüyelim sokakları Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız Yüreğimize alırız onları, ısıtırız Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam Gidersen kar yağar avuçlarıma Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür Bir tufan olurum sustuğun her yerde"0236February 20, 2021Öykü Öznur Unat - Bir Çay Bardağı HayatÖykü Öznur Unat - Bir Çay Bardağı Hayat oznurunat Çizen Yiğit Abdullah Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik Açık Seçik Aşk Bandosu - Yüzündeki Ürkek Güzellik “Korkak mı? Bu yaşamı seçmek acaba korkakların işi mi? Bu evde bu yalnızlığı yaşamak, onların seçtiği yaşamdan daha mı güvenli? Daha mı kolay?” Seçmek? Sen seçtin mi bu yaşamı? Kendine seçenekler sunup o seçeneklerin arasında ruhuna en iyi gelen buydu da bu yüzden mi seçtin? “Bilmiyorum bir seçim yaptım mı? Ama şundan eminim, benim yaşadığım bu hayat sayesinde onlar da kendi hayatlarını daha rahat yaşadılar. Valide ölene kadar benimleydi, Ayfer’in üniversite masrafları, abime evini yaptırırken gönderdiğim paralar. Şimdi bile ona emekli maaşımdan para gönderiyorum. Bunlar da mı kıymetsiz?” On ayakkabısı varken on birincisini senin gönderdiğin parayla almak abini mutlu ediyordur 19, 2021Öykü Stefan Zweig - Virata ya da Ölümsüz Bir Kardeşin GözleriStefan Zweig - Virata ya da Ölümsüz Bir Kardeşin Gözleri Seslendiren Yusuf Can Gökkaya “Artık özgür olmak istemiyorum. Özgür insan özgür değildir ve eylemsiz olan günahtan kaçamaz. Sadece hizmet edenler özgürdür, başkasına veren, tüm enerjisini bir işe veren ve sorgusuz sualsiz eylemde bulunan insan özgürdür. Sadece edimlerimizin ortası işimizdir; başlangıcı ve bitişi, nedeni ve sonucu tanrıların ellerindedir. Beni irademden azat edin, çünkü isteklilik karmaşıktır ve hizmet etmek bilgeliktir.”013032February 14, 2021Mektup 11. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"11. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Korkuyorum. Ölmekten mi? Hayır, yokluktan. Ölmek nihayet birkaç dakikalık mesele. Yürümek, uyumak gibi basit bir şey. Ama yokluk; ölüm. Evet, ölmek ve ölüm ayrı şeyler bence. Biri sonun başlangıcı biri de son ve yokluk. Ölmekte şiir var, duygu var, anlam var. Ölüm, sadece karanlık, boşluk, anlamsızlık. Doğmak başlangıcı yaşantımızın ve çilemizin. Ölmek sonu. Ölümse; öldükten sonraki zaman. O dizgin vuramadığımız at, o asla sahip olamadığımız kadın. Ölmek elimizde, ölüm Tanrının sırrı, bedeli var oluşumuzun. Ölümsüz olmalıydı ölmek dünyada. İnsan dilediği anda ölmeli, dilediği anda yaşamalıydı. Ölümün gelmesini bekleyenler, ölmeyi bilmeyenlerdir. Yaşamamız Tanrının bileceği bir şey, zamana hükmeden o, ölüme hükmeden de o. Yalnız ölmek bizim. Bu tek hakkımızı da suç saymış bizden önce gelenler. Suç işlemişler, günah demişler. Yaşatmışlar yaşamışız, öldürmüşler ölmüşüz. Nerde kaldı bizim üstünlüğümüz? İnsanlığımız, zekâmız nerede kaldı? Bitkiler, hayvanlar diledikleri zaman ölemiyorlarsa insan olmadıkları içindir. Ölmek asla şerefsizlik değil, hele korkaklık hiç değil. Yalnız yaşamaktan korkanlar, yılgınlar mı ölmek isterler sanıyorsun? Cesaret başkalarına kötülük etme pahasına da olsa yaşamak mı? Cesaret, sürekli bir aldanmaya boyun eğmek mi? Durmadan aldatmak mı cesaret? Kötü, korkunç bir dünya üzerinde yaşıyoruz. Bütün çabamız kendi kendimizi bitirmek ve son vermek insan nesline. Öyleyse bir adam eksilmiş olsa bu şuursuz kalabalıktan ne çıkar? Hatırlıyor musun? Bir şiirimde "Bir yere kadar yaşamak güzel Ama bir yerde ölüm güzel oluyor" demiştim. İşte bu gün, ölümün o güzel olduğu yerdeyim...0246February 13, 2021Öykü Gizem Uysalcan - DefansGizem Uysalcan - Defans İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya “Lan, ödüm patladı.” dedim. “Yerim senin ödünü.” dedi ve başka bir şey söylememe fırsat vermeden yanıma oturdu. “Gidiyor muydun yoksa?” diye 12, 2021Mektup 10. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"10. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "dün bir şiir daha yazdım senin için. önce tuttum karşıma oturttum seni, konuşturdum, güldürdüm, ağlattım. her halin hoşuma gidiyordu. kadındın, ama önce insandın. güzeldin, ama önce iyiydin. elbette seni yazacaktım, senin için yazacaktım. bana çok yazıyorsun diyorlar. bir insana sen çok yaşıyorsun, öl artık denir mi? benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki! yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben. yürürken, konuşurken, sevişirken hep şairliğimin içindeyim, o da benim içimde. birbirimizi tamamlıyoruz durmadan. sen hiç denize baktığın zaman bir orman gördün mü? dağların gökyüzüne en yakın olduğu yerde yeraltı nehirlerini düşündün mü hiç? öpüşürken, sevişirken açların, yoksulların yüreği çarptı mı sende? güldüğün zaman afrika`da isimsiz bir zenciyi hatırlayıp, onun büyük acısını duydun mu derinden? senin o güzel gözlerin bende yalnız seni görüyor. seviyorsan beni seviyorsun, beni istiyorsun benden. oysaki ben sende bütün insanlığı, güzelliği seviyorum. al gözlerimi de kendine bir benim gözlerimle bak. gör, ne kadar erişilmez, ne kadar yüce olduğunu. her maddenin bir atomu olduğu gibi bir şiiriyeti de vardır. bilgin atomu parçalayan, sanatçı ise şiiriyeti bulan, işleyen ve onu sanat haline getiren insandır. şiir bir köprüdür madde ile ruh arasında. şiir güzelliğin en yoğun ifadesidir ve nefes alışıdır duygularımızın. atom gücü, elektik gücü gibi bir de şiir gücü vardır dünyada. sanatçı bu gücü ellerinde tutan kimsedir işte. onu şiir, müzik, heykel ve resim haline getiren mutlu kişidir o.. her zaman, her yerde söylemişimdir. hayatımdan şairliğimi çıkarırsanız geriye önemli bir şey kalmaz diye. yazmamı bana çok görmeyin.... "0239February 06, 2021Öykü Öznur Unat- Bir Kedi Bir Kapıcı ve İnsanlık HalleriÖznur Unat- Bir Kedi Bir Kapıcı ve İnsanlık Halleri İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Şair değilim, keşke olsaydım. Eğer bir şair olsaydım böyle sayfalarca anlatmaya çalışmak yerine bir mısra, bir cümle, bazen de yalnızca bir kelimeyle anlatmayı başarırdım derdimi. Anlatamadıkça dert içimde büyüyor. Sonra çareler de yolunu kaybettiriyor. Kelimeler evreninde kayıp bir balık gibi yüzüyorum."2535February 05, 2021Mektup 9. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"9. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Kimdi o? Yanındaki kimdi? Ne konuşuyordunuz? İşte buna dayanamam. Kahrolurum. Dün gece ne yaptın? Nereye gittin? Ah otursaydın, beni düşünseydin ya? Eğlenebildin mi bari? Yatarken ne okudun? Sonra iyi uyuyabildin mi? Rüyanda neler gördün? Söylesene.. Anladım artık beni sevmiyorsun. Sevdiğini sanmakla yanılmışım. Zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim. kıskancım. fazla hisliyim. Daima beni seveceğini düşünmemeliydim. Suçluyum. Kendimi sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. Zayıf, bencil bir adamım öyleyse. Sonra yalancıyım, İki yüzlüyüm. Seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. Sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum, bilmiyorsun. Kendime göre hesaplarım var benim. Yanımda olman gurur veriyor, sevinç veriyor bana. Fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. Hep benim ol. Günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol. Beni seviyor musun? Evet mi? Öyleyse söyle. Kimdi o? Yanındaki kimdi? Nereye gidiyordunuz? Seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. Sen zalim olma. Anlamıyorsun, anlamıyorsun.... Biraz anla beni. Sana sitem etmeyeceğim artık. Bütün suç benim. Seni bu kadar sevmemeliydim. Şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer ne de bir kimsenin bu kadar sevilmeye hakkı var. Kendimizi ne sanıyoruz? Biz kimiz? Sus cevap verme. Teselliye ihtiyacım yok. Seni bu kadar sevmenin cezasını kendime ödeteceğim. Göreceksin...0226January 31, 2021Nikolay Vasilievich Gogol - Palto Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Gogol, 1842 yılında Rus edebiyatında neredeyse belli bir gelişmenin başlangıç noktasını oluşturan, "Palto" adlı uzun öyküsünü kaleme alır. Rus edebiyatının özellikle de gerçekçi kolunun oluşmasında önemli bir kilometre taşı olan ve "küçük adam" temasının işlendiği bu uzun öykü haklı olarak "Palto’ dan sonra Rus edebiyatı" ifadesinin nedeni olmuş, sonraki günlerde Dostoyevski "Hepimiz Gogol’ün Palto sundan çıktık" diyerek metnin tayin edici önemini çarpıcı bir şekilde dile getirmiştir." Palto "Küçük adam"ın 30, 2021Mektup 8. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar"8. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover Bana çılgın diyorsun, seni sevdiğim için. Yanılıyorsun, sevmek çılgınlık değil. Sevmek insan tarafımızı bulmamızdır bence. Biraz da yaklaşmamızdır Tanrıya zaman zaman. Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. O ot gelip, ot gidenlere acımalı. Sevebilen insan kendini keşfetmiş insandır. Talihli insandır. Çektiği bütün acılara rağmen; mutlu, kıvançlı insandır o. Aşktır yücelten bizi ve derinliğimiz aşktandır. Gerisi boş, yalan. Aşksa, sevmektir. Durmadan, nefes alırcasına sevmektir. Sevmekle sevilmek ayrı şeyler...Sevilmeyi çoğaltmak, ona bir başka şekil vermek, daha da yoğunlaştırmak onu elimizde değil. Oysa ki sevgimizi dilediğimiz gibi yoğurabilir, dilediğimiz şekli verebiliriz ona. Derinlikse derinlik, yükseklikse yükseklik, genişlikse genişlik. Sevmekte gücümüz var, irademiz, aklımız var. Biz varız sevmekte. Sevmek yaratmaktır bir bakıma. Sevilmekse; yaratılmak. Demek ki biz seninle birbirimizi yaratıyoruz durmadan. Sen beni yarattıkça güzelsin işte ve ben seni yarattıkça güçlüyüm, daha da bir insanım. Beni sevmeseydin yine bir şey değişmeyecekti benim için. Sen biraz eksik kalacaktın, biraz sen kaybedecektin. O kadar. Şimdi insanların en güzeliyiz, en iyisiyiz elbette. Seviyoruz, seviliyoruz. Sevgimi anlamadığın ve ona saygı göstermediğin anda ölebilirim. Karşılık vermediğin anda değil. Birbirimizi yeniden yaratmaya devam 24, 2021Öykü Uğraş Abanoz - GeceUğraş Abanoz - Gece İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ekrem ezan sesiyle kan ter içinde uyandı. Sis bastırmıştı. Hızla dizlerini kendine çekerek toparlandı. Etrafına baktı. Rüya mıydı? Sakallarına kırağı düşmüştü. Ceketinde parlayan çiy tanelerini sildi. Eli istemsizce cebine gitti. Dili damağı kurumuştu. Güçlükle ayağa kalkıp lüküsü daldan aldı, söndürdü. Kazmayı küreği toparlarken sislerin içinde acı bir çığlık koptu. Yavaş yavaş doğrularak sesin geldiği yöne doğru baktı. Gözlerini kıstı, “anne,” dedi."1027January 24, 2021Mektup 7. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar - Yedinci Mektup Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Burası büyük şehir, günahkar şehir, o vurdumduymaz, o deli dolu şehir. Ben bu şehirde sensiz yaşayamam. Bir gün kanıma girer şu kalabalık, şu caddeler, şu tıklım tıklım gazinolar. Burası şarkılar şehri, resim gibi kadınlar, kadın gibi erkekler şehri. Ben bu şehirde yaşayamam. İnsan bir vapur olmalı bu şehirde, bir tramvay olmalı, bir otomobil olmalı. en iyisi bir bulut olmalı, gelip evinin üstünde durmalı. Madem ki bulut değilim; ben bu şehirde sensiz yaşayamam. Şehirler de insanlara benzer. Gövdeleri, ayakları, dudakları, gözleri vardır, yürekleri vardır, kocaman kocaman elleri vardır. Bu şehrin yüreği sende çarpıyor. İnsan, sana kan taşıyan bir damar olamayacaksa; bu şehirde yaşamamalı. Çekip gitmeli. Şehirler de insanlara benzer. Duyguları, açlıkları, uykuları vardır, kinleri ve nefretleri vardır, aşkları vardır, büyük. İnsan aşık değilse, bu şehirde yaşamamalı, çekip gitmeli. Şehirler de insanlara benzer. İnsan bir şehir olmayacaksa, senin içinde yaşadığın; artık yaşamamalı buralarda, çekip gitmeli. Bir gününde dört mevsim var bu şehrin. Her sokağında bir dünya var. Bütün sefaletiyle, bütün çirkinliği ile, bütün orospuluklarıyla bu şehir baştanbaşa sevgi. Bu şehir baştanbaşa sen. Bu şehirde sevmeyen ya da seni tanımayan yaşadım demesin. Ölüler susmasını bilmeli.... "0229January 23, 2021Öykü Saadet Külekçi - Sisli Gecenin İçindenSaadet Külekçi - Sisli Gecenin İçinden İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Hatırlar mısın o günleri, şehrin sokaklarını adım adım dolaşırdık seninle. Girilmedik sokak, çalınmadık kapı bırakmazdık. Ama şimdi sorsalar ne yaptınız o günlerde diye, onlara elinin elime değdiği o andan, hani bakışlarını yukarı kaldırdığın, mahcup halini görmeyeyim diye az ötemizdeki ağaçlara asılmış ipleri gösterdiğin, kaçamak bir bakış atıp yarım gülümsediğin o an, bundan başka bir şey anlatamam işte."1549January 20, 2021Mektup 6. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar - Altıncı Mektup Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Bugün bir yalnızlığa düştüm yine. Başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım . Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi 'beni iç' diye fısıldıyordu, 'beni iç'. Sonra yalvarmaya başladı 'Ne olur' dedi 'ne olur haydi iç beni'. Bir bardak doldurdum, tepeme diktim . Şişe rahatladı, sustu. Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum . Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin. Onu hatırladım . Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşı karşıyaydık . Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu 'seviyor musun?' diye. Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu. Oysa ki, bir çok hayır diyen insan vardı çevremizde. Örneğin bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam ve bir başkası, bir başkası hayır diyordu. Hayır'lar arasında ezilmeğe mahkûmdu evet'lerimiz . Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum, fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. Peki anafor neredeydi? Uzak mıydı? Belki çok yakındı kim bilir. Biz onu göremeyecektik. O, gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla. Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu. Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk . Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. Ellerini tuttum, titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir şeyler koptu içimizden. Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı. Şimdi, o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum."0248January 16, 2021Öykü Haruki Murakami - Spagetti YılıHaruki Murakami - Spagetti Yılı İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "“Diyorum ki spagetti pişiriyordum.” Yalan söyledim. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Fakat bu yalan artık benim bir parçamdı, en azından o anda, aslında yalan bile sayılmazdı. İşe koyuldum, hayali bir tencereyi suyla doldurdum, hayali bir ocağı hayali bir kibritle yaktım. " cancaseyler1045January 16, 2021Öykü Mehmet Kabakçı - Sarıl BanaMehmet Kabakçı - Sarıl Bana İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Hep büyük işlerin, büyük zaferlerin adamı olduğumu sandım. Sonra buna tutku dedim, yaratıcı ruh dedim, neredeyse hani birazcık utancım, arım olmasa garip bir deha diyecektim. Oysa bildiğin marazlı bir ruhtum işte."1434January 14, 2021Mektup 5. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar - Beşinci Mektup Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini.. Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. Ya o? Ya o? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. İşte yaşamak maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek! Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel. Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz. Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir. Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!"0233January 10, 2021Öykü Mehmet Cebe - Gerçeğin YüzüMehmet Cebe - Gerçeğin Yüzü İshak Edebiyat, 2021 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Derin bir nefes gibi uzandı elleri. Parmakları ağacın sert gövdesinde bir yukarı bir aşağı harekete durdu. Şimdi nefesi iki dudağının arasında koşuşturan kır bir at." Chris Zabriskie adlı sanatçıya ait I Am a Man Who Will Fight for Your Honor, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 09, 2021Mektup 4. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar - Dördüncü Mektup Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Senden hiç ayrılmamak vardı. Zamanı durdurmak, bütün saatleri parçalamak vardı. İsyan içindeyim. Neydi bu çaresizlik? Bizi çepçevre saran bu dört duvar neydi ? Bir ara tanrıyı düşündüm, peygamberleri, dinleri,kitapları düşündüm. Boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan ? O bizim eserimiz miydi ? Öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü ? Bunca yıl neyi aramış, kimi özlemiştim ? Madem ki benim olmayacaktın neden seni karşıma çıkardılar ? Kim yaptı bunu ? Bu kötülükler kimin eseri ? Tanrının işi yok da bizi mi görsün ? Öyleyse kime inanacağız ? O kitaplar ki sabırdan bahsediyor. Ama ne kadar? Nereye kadar ? O dinler ki duadan bahsediyor. Kİme, niçin ve ne zaman ? o peygamberler hiç sevmediler mi? ben sana inanıyorum kitaplara değil. ben seni istiyorum. Dua değil,sabır değil. artık gideceksin, biliyorum, vakit geç oldu. Yatakta izin kalacak, havada kokun ve yastığın üzerinde bir iki tel saçlarından. Telaş içinde giyinmeye başlayacaksın. "Çoraplarında eğrilik var" diyeceğim, düzeltecekin. Dudaklarını boyarken, eğilip ensenden öpeceğim. İçin sevgiyle dolacak. Gözlerin ışıl ışıl "üzülme, üzülme diyeceksin , yine geleceğim" ya gelmezsen ? Hayır hayır geleceğine inanıyorum. Fakat yine gideceksin. Yine gideceğini bilmek kötü. Dayanılmaz bir şey bu. Hatırlıyorum, elini uzattın "Allahaısmarladık" dedin, gittin. Gözden kayboluncaya kadar baktım arkandan, sonra kapıyı kapattım, bir başka kapı açıldı yalnızlığa. yürüyemiyordum, oturamıyordum. Yattım, uyuyamadım. sanki yerçekiminden kurtulmuştum, boşluktaydım, ağırlığım kalmamıştı. Elinde, tam nabzımın üzerinde bir saat işliyordu her şeyden habersiz. Çıkardım, duvara çarptım, parçalandı ve durdu. fakat sadece saatin sesiydi kaybolan. yoksa zaman ilerliyordu."0245January 07, 2021Öykü Meltem Terzioğlu - Sevimli, Munis, Güzel Hayvan; Ah Astragan!Meltem Terzioğlu - Sevimli, Munis, Güzel Hayvan; Ah Astragan! İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ödünç aldığım zenginliğime pis ellerimle sarılıyorum. Ya fakir olduğumu anlarlarsa?" Chris Zabriskie adlı sanatçıya ait I Am a Man Who Will Fight for Your Honor, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 06, 2021Mektup 3. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar ÜÇÜNCÜ MEKTUP Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Gelme diyecektim, geldin. İyi ettin geldiğine. Neredeyiz? Bir şehir yanıyor, dikkat et. Tutuşabiliriz. işte ilk ateş gözlerine düştü, sonra dudaklarına, saçlarının arasına kıvılcımlar doldu ışıl ışıl. Yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz. Aranmakla yetinsek bunlar gelmeyecekti başımıza. Yinede memnunum. İyi ettin geldiğine. Taş olup kalmaktansa, ağaç olup yanmak iyi. Ellerini ver, ellerini. öpüşmeye susadım. Tırnak uçlarından öpmeye başlayacağım seni. Titreme, yanıyorsun. Koluma yat, sağ erkek koluma, güçlü erkek koluma. Dağılsın saçların, bırak. Nasıl olsa onları da öpeceğim tutam tutam. kulak memelerini, gür kaşlarını dudaklarını da öpeceğim. Dolgun dudaklarını seven, gözlerini, artık yaşamıyoruz. Belki de yaşamak bu, bizim bilmediğimiz. Öyleyse yeni yeni başlıyoruz yaşamalara, derin nefes almalara, o ölümsüz olmalara. Bir ekşi elma ısırıyordum, dişlerim kamaşıyordu omuz başlarını gördükçe ve biraz sen oluyordum sevdikçe, sevildikçe. diyordun, inadına yakıyordum. Yalvarıyordun, çıldırıyordum. Hiç ağlamadın. Ağlasan ne değişecekti. Ama ağlamadın işte yükseldin, yüceleştin. Tanrılaştın bir yerde. Öyle güzeldin anlatılmaz. Anlımdan ter boşanıyordu, saçlarım yapış yapış olmuştu. Yüz merdiven inip yüz merdiven çıkıyordum bir dakikada. Derin bir kuyudan su çekiyordum. Bir mağara ağzından sana sesleniyordum. Karanlıklar içinde birbirimizi aydınlatıyorduk. Sağır bir zamandı yaşadığımız. Sağır ve merhametsiz. Kör bir geceydi yumruklayan kapıyı, kör ve dilsiz. Artık hiç sönmeyecektik biliyordum...."0244January 01, 2021Öykü Ahmet Erkam Saraç - Biz Ve OnlarAhmet Erkam Saraç - Biz ve Onlar İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Biz ve onlar ve sonuçta bizler sadece sıradan adamlarız." Chris Zabriskie adlı sanatçıya ait I Am a Man Who Will Fight for Your Honor, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 01, 2021Öykü Burak Şentürk - Deney FaresiBurak Şentürk - Deney Faresi İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Açık olan pencereden esen rüzgâra rağmen, göz kapakları galip geldiğinde, kendini çift kişilik yatağına salıp sabah gideceği işi düşünüp içinde acı bir buruklukla uykuya dalıyordu. Her gün gittiği iş, her gece aynı buruk acıyı içine düşürüyor ve halka halka büyümesini seyrediyordu."2545December 27, 2020Mektup 2. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar İKİNCİ MEKTUP Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Aramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak... Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını... Hiç gel demiyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç,saklan. Seni aramak istiyorum. Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgârların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya geldim, yine kaç. Başını al, açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya! Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı. Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların Sibirya'da olmalı, dudakların Çin'de. Gözlerin Hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin İtalya'da bir heykelin elleri. Bulsam da seni parça parça bulmalıyım. Yine de bir yerin eksik kalmalı. Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım. Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim."0245December 26, 2020Mektup 1. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan MektuplarÜmit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar BİRİNCİ MEKTUP Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları Akustik Cover "Geceydi...Bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı. Onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı yudumlayan insanları düşünüyordum. İrili ufaklı aynaların karşısında enseleri bembeyaz kadınlar boyanıyordu. Uzun uzun parmakları vardı kadınların ..Öpülmeye alışmış olgun dudakları vardı. Kocaman kocamandı kalçaları. O kadınları düşünüyordum. Bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. Geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. Karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. Koşuyordu. Koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. Koşmalıydı. Oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. Avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. Yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri , bütün dileği et ve kandı. İstese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu. Ben seni düşünüyordum. Çünkü geceydi. Sevişme zamanıydı insanların. Yalnızdım. Beni kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. Kapılar tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu. Ben seni düşünüyordum. Kim bilir ne güzeldin soyunduğun zaman? Nasıl kadındın? Nasıl öpüşürdün kim bilir? Nasıl kadın kadın kokardı her yerin? Tutup avuçlarıma sığdırıyorum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyorum. Sensiz kahrolmak vardı. Seninle yaşamak vardı dolu dizgin. Seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda. Odalara sığmamak vardı. Bir sel gibi taşmak vardı gecelerden. Elimi uzatsam tutabilirdim seni. öyle yakındın. Zamana kokun sinmişti. Belki de uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. Zamana kokun sinmişti. Tuttum resmini indirdim duvardan. Duvar ağlamaya başladı....."0227December 23, 2020Öykü Stefan Zweig - Ay Işığı Sokağı Sesli KitapStefan Zweig - Ay Işığı Sokağı Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Bir kez daha şaşırtıcı bir şekilde, insanların kördüğüm olup birbirine karışmış kaderlerinin tadını çıkarabildim ve her pencerenin arkasında bir kaderin beklediğini, açılan her bir kapıda bir yaşamın alınmak için hazır olduğunu, onları gözlemlemeyi seçenler için bu dünyada türlü türlü şeylerin her zaman olduğunu, parlak böcekler haline gelecek olan larvayla dolu gübre gibi, en iğrenç mezbeleliklerde bile yeni bir yaşamın patlamaya hazır olduğunu düşününce gözyaşına benzeyen sonsuz bir mutluluk doldurdu içimi."4305December 19, 2020Öykü Emre Ocaklı - ÇürükEmre Ocaklı - Çürük İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Neden böyle davrandığını biliyorduk. Babamın yüzündeki acı ifade yüreğime koca bir taş gibi oturdu. Gözleri doldu. Benim ona baktığımı görmesin diye yanından birkaç adım uzaklaştım."1457December 13, 2020Şükrü Erbaş - Ömür Hanımla Güz KonuşmalarıŞükrü Erbaş - Ömür Hanımla Güz Konuşmaları Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?1119December 12, 2020Öykü Buket Uçar - EksikBuket Uçar - Eksik İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya " Kolları iki yana açılmış, gözleri aralıktı. Dikenler döndü bedenine, gülleri açtı gönlünün. Hemen kapıyı yokladı, kilitliydi. Sobayı yaktı, adamın parmaklarını ararken etrafa dağıttığı talaşları toplamadı. Aklına üşüşen kötücül düşüncelerle yıkadığı bedenini kocasının yanına attı, gülüyle dikeniyle. Güllerini ona uzattı, dikenlerine kendi sarındı. “Bulamadın değil mi mori, bulamadın.”1246December 12, 2020Öykü Stefan Zweig - Alacakaranlıkta Bir ÖyküStefan Zweig - Alacakaranlıkta Bir Öykü Seslendiren Yusuf Can Gökkaya " Ama şu an akşam vakti, yemek masasındaki insanlar dağıldı. Erkekler büyük salında sigara içip iskambil oynayarak oturuyor; gece yarısına kadar kenarlarda titreşen beyaz ışık, bazen ağız dolusu bir şakaya atılan kahkahaların eşliğinde pencerelerden taşıp parka akıyor. Kadınların çoğu odalarına çekilmesine rağmen, şatonun giriş salonunda hâlâ oturan ve birbirleriyle konuşan birkaç kadın var. Bu yüzden genç adam bu akşam tek başına. Henüz diğer erkeklerin arasına karışamıyor ve kadınların yanında da kendini utangaç hissediyor. Çünkü ne zaman bir kapıyı açsa kadınlar hemen seslerini alçaltıyor ve kadınların onun duymaması gereken bir konuyu konuştuklarını hemen anlıyor. Zaten onların arkadaşlığını sevmiyor çünkü sanki hâlâ bir çocukmuş gibi ona sorular soruyorlar ve cevaplarını yarım yamalak dinliyorlar; ondan ufak tefek ricalarda bulunuyor ve sonra küçük uslu bir çocuğa yaptıkları gibi bir ses tonuyla ona teşekkür ediyorlar."011522December 06, 2020Öykü Hüseyin Kılıç - Şimdi Karşıya GeçebilirsinizHüseyin Kılıç - Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Bilmezdim kırmızının bu kadar uzun Yeşilinse kısacık yandığını Bu derde düşmeden önce..." Youtube Canca Şeyler / Spotify Sesli Kitap Canca Şeyler kanallarıma abone olup, takip ederek bana destek olabilirsiniz. Kevin MacLeod adlı sanatçıya ait Ambiment - The Ambient, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 05, 2020Öykü Metin C. Çalışkan - Güvercin MesafesiMetin C. Çalışkan - Güvercin Mesafesi İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ömrümün uzun, upuzun bir bölümünü işaret edermişçesine çok az ile hiç arasında gidip geliyordum. Nihayetinde, son tartışmamızı anımsayınca Hiç’i işaretledim."1645December 04, 2020Öykü Stefan Zweig - Rahel Tanrı'yla HesaplaşıyorStefan Zweig - Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor Zweig'in "Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor" ve "Ölü Kafası" öykülerinin yer aldığı bu eseri, sizler için seslendirdim. Keyifli dinlemeler. "Ulu Tanrım, kalbim seninle konuşmak için içimde bir su gibi akıyor ama sen bu yüreği korkuyla dolduruyorsun oysa korksam da dua etmem için bana ağız verdin. Bana ne bilgelik ne de kurnazlık bahşettin, senin öfkeni nasıl dindireceğimi bile bilmiyorum. Ama sen ne diyeceğimi biliyorsun, çünkü daha sözcükler dudaklarımdan dökülmeden sen onların ne olduklarını zaten biliyorsun ve tüm yaptıklarımızı görüyorsun." seslikitap stefanzweig012739November 29, 2020Öykü Atakan Boran - Cemiyet OtelAtakan Boran - Cemiyet Otel İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Zaman kudretini hatırlatarak Cemiyet Otel sakinlerinden ona itaat etmesini bekliyordu. Akrep ve yelkovanın bu denli yavaş hareket etmesinin başka açıklaması olamazdı. Asırlar boyu uyumuşuz hissiyle de uyansak gün bitmiyordu. En uzun gündüz, en uzun gece birbirine karışmıştı. "1212November 21, 2020Öykü Ethem Baran - Essahtan DeğilSevgili Ethem Baran'ın, Sait Faik Öykü Ödülü' ne değer görülen "Döngel Dünya" kitabında yer alan, bir delikanlının izlediği filmleri, evden çıkamayan hasta ninesine anlattığı, "Essahtan Değil" öyküsünü İshak Edebiyat aracılığıyla seslendirdim, keyifli dinlemeler...1141November 18, 2020Franz Kafka - Dönüşüm Tek Parça Dinle - Sesli KitapTEK PARÇA DİNLE Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini, yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu..." Merhabalar, ben Yusuf Can Gökkaya. Franz Kafka'nın Dönüşüm adlı eserinden yer verdiğim bu alıntıyla birlikte gelin, Kafka'nın bu yolculuğuna birlikte konuk olalım. Keyifli dinlemeler... Kevin MacLeod adlı sanatçıya ait Almost in F - Tranquillity, Creative Commons Atıf kapsamında lisanslanmıştır. Kaynak Sanatçı 18, 2020Franz Kafka -Dönüşüm Son Bölüm-SON BÖLÜM- "Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini, yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu..." Merhabalar, ben Yusuf Can Gökkaya. Franz Kafka'nın Dönüşüm adlı eserinden yer verdiğim bu alıntıyla birlikte gelin, Kafka'nın bu yolculuğuna birlikte konuk olalım. Keyifli dinlemeler...4033November 17, 2020Franz Kafka - Dönüşüm Bölüm 2-Bölüm 2- "Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini, yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu..." Merhabalar, ben Yusuf Can Gökkaya. Franz Kafka'nın Dönüşüm adlı eserinden yer verdiğim bu alıntıyla birlikte gelin, Kafka'nın bu yolculuğuna birlikte konuk olalım. Keyifli dinlemeler...4355November 16, 2020Franz Kafka - Dönüşüm Bölüm 1"Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini, yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu..." Merhabalar, ben Yusuf Can Gökkaya. Franz Kafka'nın Dönüşüm adlı eserinden yer verdiğim bu alıntıyla birlikte gelin, Kafka'nın bu yolculuğuna birlikte konuk olalım. Keyifli dinlemeler...4243November 15, 2020Öykü Hande Çiğdemoğlu - Mimoza ZamanıKulağıma incecik sesi geldi diyor annemin "Mimozalar açmaya başlar artık diyordu..." Hande Çiğdemoğlu - Mimoza Zamanı İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya1036November 14, 2020Öykü Mark Twain - Şu BerberlerÖykü Mark Twain - Şu Berberler İshak Edebiyat, 2020 Çeviri Hüseyin Kılıç - Osman Kaçar Seslendiren Yusuf Can Gökkaya0951November 11, 2020Öykü Meserret Oteli - Sait Faik AbasıyanıkMeserret Oteli - Sait Faik Abasıyanık Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Kadın duvardaki resmin yapılması için aynayı tutan kişinin kendisi olduğunu anlatır. Otelin sahibi portrenin hikâyesini kadına anlatmak ister fakat genç kadın ve arkadaşları odalarına çekilir. Çünkü kadın bütün hikâyeyi bilmektedir. Otelde kalmıştır ama artık her şey acı vermektedir çünkü otelin sahibinin ölen eşi genç kadının arkadaşıdır ve arkadaşının son isteğini yerine getirmek için Meserret Oteli'ne gelmiştir"0900November 06, 2020Öykü Esra Karadoğan - Reçel KavanozuEsra Karadoğan - Reçel Kavanozu İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Ne yalan söyleyeyim, eski günleri özlüyorum Sıtkı Bey, eski insanları, eski evleri... Tüm geçmişi. Tüm sevdiklerimiz öldü ve biz kaldık. Ya onlar hiç ölmeseydi ya da geri gelmelerinin bir yolu olsaydı."1142November 01, 2020Şiir Şükrü Erbaş - Aykırı Yaşamak"Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama "Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir Hiç yoktan var olmak" adına Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini. Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde Anılar inançlar incelikler düşler.." şükrüerbaş şiir0204October 31, 2020Şiir İsmet Özel - Sebeb-i Telif" Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı hayatımıza kendi adımızla başlardık bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine adımı aşkın üstüne kendim yazarım." ismetözel taksimtrio şiir ismetozeltr0336October 31, 2020Şiir Aydın Gün - Telli Kavak"Samanyoluna baktı geceleri. Suları düşündü ayaklarının ucunda, Yapraklarını düşündü, Rüzgarı düşündü avcunda, Gözleri dolu dolu oldu. Bir türkü tutturdu en sonunda; 'Telefonun tellerine, kuşlar mı konar Herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?"0307October 31, 2020Öykü Bülent Ayyıldız - Göğün Alçaldığı YerBülent Ayyıldız - Göğün Alçaldığı Yer İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Düzelir, dedi herkes. Akıllanmıştır. Kocasının yüzünde de bir tebessüm vardı sanki. Bir iyimserlik çökmüştü çehresine. Bebeği ve çantayı alıp gerisin geri döndüler beraber. Evin giriş kapısı gıcırdayarak açıldı yine. Çanta ayakkabılığın dibine bırakıldı. Kocası, “Ben hemen geliyorum,” dedi. Kapı tok bir sesle kapandı. Tavan alçalıyor gibi daraldı içi. Bazı bulutlu günlerde de böyle hissederdi. Göğün alçaldığı yerde durup toplaşan kara bulutları seyrederdi. “Demek ki bu kadarmış,” diye düşündü. Çantaya dokunmadan odaya geçti."0752October 23, 2020Öykü Zeynep Tuğçe Karadağ - Kaplan AğzıZeynep Tuğçe Karadağ - Kaplan Ağzı İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Kaplan, bir avcının gözlerine baktığında, suçluları hissedebildiğini fark etmişti. O, sadece avcı değildi, daha beter özelliklere sahipti."1101October 21, 2020Öykü Metin Nart - Sahaftaki Kuş"Sahaftaki Kuş, Metin Nart" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Artık hayatta olmayan insanların yakalara iliştirilmiş fotoğrafları ellerimin altından akıyor. Birkaç saniye baktıktan sonra kutuya, kim bilir, kaç kez daha değişmiş yeni yerlerine koyuyorum. Hem içim ürperiyor hem duygulanıyorum. Cenaze yaka fotoğrafı koleksiyonu da oluyormuş. Sahafın yüzüne bakıyorum arada. Yaşamla ölüm arasındaki yolda, ölüme daha yakın duruyor. O kadar da sakin. Sahaf olmasından mı?"2146October 17, 2020Öykü Kerem Bakıcı - Oy Havar"Kerem Bakıcı, Oy Havar İshak Edebiyat, 2020" Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Öptü biri alnımdan. Yaş birikti gözlerine. Sardılar beni çiçekli-böcekli battaniyeme. Yaşı geçkin bir ihtiyar gibi öksüren traktörün römorkuna yerleştirdiler. Yarı açık göz kapaklarımı kapatmadı kimse. Ağaçlardan biri selam durdu. Kokladım dallarını gözlerimle. Bahar koktu. Yaşam kokmadı ama."0506October 11, 2020Öykü Arzu Armağan Akkanatlı - Kırmızılı TürküArzu Armağan Akkanatlı, Kırmızılı Türkü İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Bu böyle olmaz ama nasıl olur bilmiyorum. Olamayacağını biliyorsam nasıl olacağını niye bilemiyorum? Bilememe sorunum var."0743October 07, 2020Öykü Hatice Tosun - Ben AylaHatice Tosun, Ben Ayla İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "Bir kâğıt sesi duydum. Annemin elinden babamın eline geçen bir kâğıdın sesini. Beni bacağımdaki ipten kurtaran, bana sınava girme özgürlüğü tanıyan, babamın beni kaldığı yerden sevmesine yarayan, İhsan’ı bir daha görmeme engel olan bir kâğıt sesi. O kâğıdı hiç görmedim."1641October 04, 2020Öykü Yusuf Can Gökkaya - 24 EylülNe değerli olabilirdi ki aileden başka? Yeşil çimenler, uzun serviler, anılar, atalar; bir yaşam bahar ama bir yaşam kadar… Sevgi ve rahmetle… Yazan - Seslendiren Yusuf Can Gökkaya1326September 30, 2020Öykü Vildan Külahlı - Maydanoz"Böyle konuşmak, yani dilediğince, yani gönlünce, kendimi epey iyi hissettiriyor bana. Saate bakıyorum. Uzun süredir bu kadar konuşmadığımı fark edip anlamsız bir yerde susuyorum." Vildan Külahlı, Maydanoz İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya1305September 28, 2020Öykü Saliha Samanlı - Tortu“Tespih böceği gibi olacaksın.” derdi. “Geceleri canavar gelip sana dokunduğunda başını karnına kadar eğip dizlerini göğsüne çekeceksin ki işini bitirip hemen gitsin. Avuç içlerin kanepeye yapışık gibi olsun. İçinden yüze kadar say. Çok sessiz olmalısın, canavar uyanık olduğunu bilmemeli. Sen, ben bir de sarı kanepe. Anlaştık mı?” Saliha Samanlı, Tortu İshak Edebiyat, 2020. Seslendiren Yusuf Can Gökkaya0925September 26, 2020Öykü Senem Gezeroğlu - HaberSenem Gezeroğlu - Haber İshak Edebiyat, 2020 Seslendiren Yusuf Can Gökkaya "ellerin/ dudakların/ burnun/ kulakların/ gözlerin/ ayakların/ kalbin/ hepimiz sendin/ senin içindik/ hep birlikte ne kadar da güzeldik/ senin için bir araya gelmiştik/ değil mi ki bu hikâyede bile harf harf ayrılırken her birimiz/ bütün parçalar/ bütün yarınlar/ bütün kadınlar/ er ya da geç bir araya gelecek değil mi¬yiz/" ishakedebiyat senemgezeroglu senemgezeroglu ishakedebiyat1128September 23, 2020Öykü Necati Cumalı - Aklım Arkada KalacakNecati Cumalı - Aklım Arkada Kalacak Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler ". Bizim sokak durgun, sıkıcı gibi görünür tanımayana. Eminim, benim canım hiç sıkılmadı. Hem o vakit böyle yola çıkarken, hiç olmazsa aklım arkada kalmazdı!.."1923September 20, 2020Öykü Amelia Edwards - Hayalet Postası ArabasıAmelia Edwards - Hayalet Postası Arabası İthaki Yayınları, 200472 Çeviren Barış E. Alkım Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Size anlatacağım olayları doğrulayan gerçekler mevcut. Bunlar bizzat başıma geldi ve anılarım her şey daha dün olmuşçasına canlı. Oysa o gecenin üzerinden yirmi yıl geçti. Bu yirmi yıl boyunca öykümü yalnızca bir kişiye aktardım. Şimdi de güçlükle üstesinden gelebildiğim bir gönülsüzlükle anlatıyorum. Sizden tek ricam, kendi vardığınız sonuçları bana kabul ettirmeye çalışmaktan kaçınmanızdır. Ne açıklama istiyorum, ne de bir tartışma. Bu konuya dair görüşüm kesindir ve kendi duyularımın güvenebileceğim tanıklığı da varken, her şeyi olduğu gibi kabullenmeyi tercih ediyorum."3529September 16, 2020Öykü Sait Faik Abasıyanık - SarnıçSait Faik Abasıyanık - Sarnıç "“Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk.”1202September 12, 2020Şiir Ataol Behramoğlu - Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var“Ataol Behramoğlu - Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” “ 📚 ataolbehramoğlu - Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” “ 🎶 Müzik lukehoward & lior & shards - Future Coda “ “ 🎤 Seslendirme cancaseyler “ . “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...”0230September 03, 2020Şiir Ümit Yaşar Oğuzcan - Bekleyenler İçinÜmit Yaşar Oğuzcan - Bekleyenler İçin "... Bir gün bu kapıdan sen gireceksin Biliyorum Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek Yıllarca sonra Öldüğüm gün bile gelsen Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup Çocuklar gibi sevineceğim Kalkıp sarılacağım ellerine Uzun uzun ağlayacağım..." Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler0308August 02, 2020Öykü Ahmet Mithat Efendi - Dolaptan Temaşa Helva Sohbeti"Helva Sohbeti" Ahmet Mithat Efendi'nin Dolaptan Temaşa adlı eserinde yer alan bu bölüm, Sayın Ömer Aslan'ın günümüz Türkçesine uyarlamasıyla, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları isbankasikulturyayinlari tarafından, 2018 yılında bizlere sunulmuştur. Dolaptan Temaşa'da yazar, eski İstanbul'daki gündelik yaşamdan kesitler eşliğinde mahalle kahvelerini, helva sohbetlerini ve bu sohbetlerdeki oyunları, meyhaneleri, akşamcıları ve buralardaki insan profillerini anlatarak zaman zaman da eleştirilerde bulunmaktadır. Ayrıca İstanbulda'ki Yahudilere, onların yaşam tarzlarına, giyim kuşamlarına, sosyal ve dini hayatlarındaki değişimlere ve Müslümanlardaki Yahudi imajına dair bilgiler de vermektedir. Dolaptan Temaşa kısa bir eser olmasına rağmen anlattığı dönem itibariyle oldukça yoğun ve zengin bir içeriğe sahiptir Ömer Aslan Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler 1353July 12, 2020Sesli Alıntı Taçlı Yazıcıoğlu - Hep Sondan Başlarİletişim Yayınları tarafından 2019 yılında bizlere sunulan, Taçlı Yazıcıoğlu'nun kaleme aldığı "Hep Sondan Başlar" adlı eserinden "Uzak Geçmişteki Sevgiliye Biraz Tehirli Bir Mektup" bölümünü seslendirdim Keyifli dinlemeler dilerim. " Selam Suat, Kim derdi ki yirmi beş yıl önce yazdığın mektubu, bir gün günlüğünün arkasından çıkaracaksın ve sahibine yollayacaksın! Sakladığımı anımsadığıma bile şaşırdım, dile kolay, hani derler ya çeyrek asır. Sanki başkası yazmış. Ancak yazılan kişi sensin; sana yazılmış. Mektup artık adresine ulaşmalı. Önce seni eski mektubumla baş başa bırakıyorum Geçmiş zaman Suat'ı umarım hoşuna gider. Sonuna bir şeyler daha ekledim. Okursun. Ece Seslendiren Yusuf Can Gökkaya Instagram/Spotify cancaseyler4031July 06, 2020Öykü Yusuf Can Gökkaya - Sessiz Sokak"Sessiz Sokak" kendi yazdıklarım arasından seslendirdiğim ilk hikayedir. Biraz ben anlatırım biraz da Bornova. Keyifli dinlemeler... Yazan&Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler1529July 03, 2020Sesli Alıntı Behçet Çelik - Belleğin Girdapları"Behçet Çelik - Belleğin Girdapları" İletişim Yayınları, 2019 Behçet Çelik ile tanıştığım ilk kitap ve kitapta altını çizdiğim ilk satırların yer aldığı ilk bölüm. Keyifli dinlemeler... Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler0837June 26, 2020Öykü Halil Cibran - Mezarların ÇığlığıBen orada mezarların önünde bir methiyeyi ezberden okumaya çalışırken sözcüksüzlük çeken bir konuşmacı gibi durdum. Nutkum tutulmuştu ama akan gözyaşlarım sözcüklerin yerini almıştı ve ruhum adına konuşuyordu. Bir süre düşünmeye yeltendiğimde ruhum karşı koydu, çünkü ruh karanlık çöktüğünde yapraklarını kapatan bir çiçek gibidir, gecenin hayali görüntüsüne güzel kokularını solumazlar. Sanki baskının kurbanlarını saklayan toprak o ıssız yerde kulaklarımı acı çeken ruhların hüzünlü ezgisiyle dolduruyor gibi ve beni konuşmaya teşvik ediyor gibi hissettim. Sessizliğin yolunda gittim ama eğer insanlar sessizliğin onlara ne dediğini anlasalar vadilerin çiçekleri gibi Tanrı’ya yakın olurlardı. Benim iç çeken ruhumun alevleri ağaçlara dokunsaydı, yerlerinden hareket edip güçlü bir ordunun askerleri gibi yürüyüp dallarıyla Emir’e karşı dövüşürlerdi ve manastırı o rahiplerin ve papazların başlarına yıkarlardı... Halil Cibran - Mezarların Çığlığı Seslendiren Yusuf Can GÖKKAYA cancaseyler2143June 16, 2020Öykü Sabahattin Ali - HasanboğulduHasanboğuldu’ 1942 adlı öyküde, başkişi, 4-5 günlüğüne, Kaz Dağları’nda, Yörüklerle kalacaktır. Onu gideceği yere götürecek olan, kendisi de şans eseri oraya gidecek olan, 18-20 yaşlarındaki bir Yörük kızı olan Hacer’dir. Hacer, dereler, çağlayanlar vb. aştıklarında bölgeyle ilgili açıklamalarda bulunur, bir tür rehberlik eder. Hasanboğuldu Büveti’ne gölet böyle varırlar. Bir süre sonra, Hacer, başkişiye, bu büvete bu adın verilme nedenine ilişkin öyküyü anlatacaktır. Bu öyküde de, dağlı-ovalı karşıtlığı işleniyor. Ovalı Hasan ile Dağlı Emine’nin aşkı mutlu sona varamayacaktır “İnsan nereye giderse rızkı da beraber gidermiş; bunu düşündüğüm yok. Ama ben dağlıyım, bu çukur ovalarda kalamam. Köyünüzün eli kınalı kızlarına katışamam, senin içine dert olur… Kızılbaş kızı geldi de Hasan’ı elimizden aldı derler, benim içime dert olur… Yörük kızı dağdan köye, çadırdan eve inmemeli… Ben seni görmemeliydim… Gördüm, sözüne uymamalıydım…” Ali, 2002, Hasan, aşkı için dağda yaşamaya razı olunca, Yörükler onun için bir sınavı şart koşarlar. Sırtında ağır bir yükle obaya varabilirse, düğün yapacaklardır. Olaylar umdukları gibi gelişmeyecektir. Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler3322May 23, 2020Öykü Sabahattin Ali - SulfataSulfata’ 1942 adlı öyküde, başkişi, dağlarda yolunu kaybeder; susuzluktan yanmaktadır. Sonunda bir ev, tarla ve kuyuyla karşılaşır. Susuzluğunu giderir, ev sahiplerinin dönmesini bekler. Bu, genç bir köylüdür. Eşi sıtma olmuştur ama devlet ilgilenmemiştir. “Bugün git yarın gel”, “bize değil falanca yere gideceksin” diye diye gittiklerine pişman ederler. Yardım etmesi beklenen doktorlar oralı olmazlar. Köylü, bu doktorların umursamazlıkları nedeniyle ölse yeridir… Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler2038May 23, 2020Guy De Maupassant - MutlulukBir başka kadın içini çekerek ağır bir sesle “Ne önemi var,” diye mırıldandı, “mutlu olmuş ya!” Uzakta, ufkun derinliğinde Korsika karanlığa gömülüyor, yavaş yavaş denize dalıyor, sahillerine sığınmış iki yoksul sevdalının hikâyesini, sanki bizzat anlatmak için ortaya çıkan muazzam silueti siliniyordu. 16 Mart 1884 Seslendiren Yusuf Can GÖKKAYA cancaseyler1501May 19, 2020Öykü Sabahattin Ali - İki Kadınİki Kadın’ 1942 adlı öyküde, 70’lik Kerim Ağa ve iki eşi, 45 yıllık eşi Hacer ve 5-6 yıllık eşi 24 yaşındaki Esma öne çıkan kişilikler. Kerim Ağa, günlerdir ishaldir. Günboyu evde yatar. Hastalığı bir türlü geçmez. Öleceğini düşünmeye başlar. Öte yandan, cimri biri olduğu anlaşılmaktadır. Eşleri, ölür ölmez paracıklarını ararlar; bulduklarını aralarında paylaşırlar. Bu öykü, İranlı öykücü Sâdık Hidâyet’in Diri Gömülen’ 1930 adlı kitabındaki Ölü Yiyiciler’ öyküsünü anımsatıyor bkz. Gezgin, 2017. Okuyan Yusuf Can Gökkaya cancaseyler1706May 19, 2020Öykü Sabahattin Ali - Yeni DünyaYeni Dünya’ 1942 adlı öykü, davulcu ve dansçı olan Türkmen baba-oğlun betimlenmesiyle açılıyor. Öyküde, bir köy düğünü konu ediliyor. Öykü ve kitabın adı, Yeni Dünya’ adlı dansçı kadından geliyor. Düğüncüler, Yeni Dünya’yı beğenmezler; başka bir kadın Deli Emine ararlar. Deli Emine gelince, Yeni Dünya’yla birlikte dansa kalkar, düğüncüleri eğlendirirler. Öykünün devamında düğün gelenekleri anlatılır. Olaylar gelişir. Yeni Dünya’nın sonu iyi olmaz… Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler3509May 17, 2020Öykü Sabahattin Ali - Bir KonferansBir Konferans’ 1941 adlı öyküde, köye yapılan yeni yatılı okul için, şehirden kodamanlar gelir, sıra sıra dizilirler. Okul, yeni yapılmasına karşın dökülmektedir; fakat buna kendilerince açıklamalar uydurup işin içinden çıkarlar. Sabahattin Ali, Bir Konferans’ta, klasik öykü tekniğinden uzaklaşarak kara mizaha yönelir “-Köycüler yolda ve kahvede rastladıkları bazı köylülerle lafa girişmek teşebbüsünde bulundular. Aralarında köycülük tahsili için Paraguay’a gidip senelerce kalmış biri vardı, sesini tatlılaştırıp yumuşatarak türlü şeyler soruyor, hiçbir şey ifade etmeyen kısa cevaplar alıyordu. Bütün gayretlere rağmen, konuşmalar birkaç sual ve cevaptan ileri gidemedi. Soran karşısındakinin acaba ne diye bu kadar her şeyden habersiz, vurdumduymaz olduğunu, sorulan ise ötekinin neden böyle ipe sapa gelmez şeyler sorduğunu düşünerek birbirlerinden ayrıldılar.” Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler 0647May 16, 2020Öykü Sabahattin Ali - Bir Mesleğin BaşlangıcıBirdenbire sustu, hikayesini yarıda bırakmış gibi bir hali vardı. Önüne bakıyordu. -Peki, sonra?- dedim. Yüzüme tekrar dalgın dalgın baktı -Ne sonrası?- dedi. -Sonrası işte gördüğün gibi olduk!..- Arkadaşım yerinden kalkmış bana doğru geliyordu. Birkaç kişi, her biri bir yanda sızıp-kalmış olan karıları arabalara yüklemeye çalışıyordu. Hava adamakıllı serinlemişti. Biz de doğrulduk. Recep Ağa sakalını karıştırarak önden gidiyordu. Arabada da hiç konuşmadık. Yalnız şehrin kenarında inip birbirimizden ayrıldığımız sırada yanıma geldi, tavrı o kadar ciddi ve düşünceliydi ki, hikayesine devam edecek sandım ve bekledim. Fakat o -Lüzumum olacak olursa beni İsmail’in kahvesinde ararsın!- dedi ve omuzları dik, başı önde, evinin yolunu tuttu. Sabahattin Ali, 1940 Seslendiren Yusuf Can GÖKKAYA cancaseyler1528May 15, 2020Öykü Sabahattin Ali - SelamSöyleyecek bir söz bulamayarak etrafıma bakındım. Otelin önünden gelen motör sesleri otobüslerin geçmeye başladığını haber veriyordu. Acele tıraş parasını vererek sokağa fırladım. İçimde tuhaf bir utanma vardı. Güzel bir manzara için bir günlük itiyadımı değiştirmek, bir gecelik rahatımı feda etmek, bana kaybedilmiş bir alışveriş gibi gelirken, bir kuru selamın arkasından başını alıp giden Yusuf’u ve onun, içinde kim bilir ne dünyalar yaşayan, saçsız başını düşünüyordum. Dört elle sarıldığımız birçok kıymetlerin; uğrunda, sahici bir insan gibi kalbimiz ve kafamızla yaşamayı feda ettiğimiz binlerce sözde mühim şeylerin ne kadar kolay fırlatılıp atılabileceğini bana öğreten Yusuf! Benden de sana selam olsun… Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler2234May 14, 2020Öykü Sabahattin Ali - UykuUyku’ adlı öykü, bir film görselliğinde akıp giden bir yolculuk öyküsüdür. Sivas’a gitmek için kamyona binen iki arkadaşın şoförün uykulu hallerine tanıklık edilir. Okuyan cancaseyler1939May 09, 2020Öykü Sabahattin Ali - Isıtmak İçinIsıtmak İçin’ yalnız yaşayan bir adamın çok yoksul olup kendisinden iş isteyen çamaşırcı ile yaşadığı acıma ve üzüntü duyguları konu edinir. İş vermediği için vicdan azabı çeken karakter, kadının evine giderek bu yaşlı kadının kızını ısıtmak için çektiklerini görür. Seslendirme cancaseyler2255May 02, 2020Öykü Sabahattin Ali - AyranAyran’ öyküsünde kardeşlerine bakmak için tren istasyonunda ayran satan Hasan’ın yaşadıkları anlatılır. Seslendirme Yusuf Can GÖKKAYA Youtube Canca Şeyler Instagram cancaseyler2047February 23, 2020Şiir Ümit Yaşar Oğuzcan - Her Gün SeninleÜmit Yaşar Oğuzcan - Her Gün Seninle Seslendirme cancaseyler 🎧 Müzik can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları 🎶 “Güzel olan Her günü seninle tekrar tekrar yasamak Erimek yarini olmayan zamanlarda Durdurmak bir yerde bütün saatleri Bütün kurallari kirip parçalamak Sonra varmak o yerlere Mevsimlere dur demek Kar yagarken çiçek açtirmak agaçlara Günesi bir aksam saatinde tutup birakmamak Sonra doldurmak ay isigini kadehlere Delicesine içmek Ve unutabilmek her seyi ansizin Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin Birlikte geçmis, gelecek bütün çaglari asmak Güzel olan Sevmek seni Tanrilar gibi Seninle Tanrilasmak…0402January 31, 2020Şükrü Erbaş - Senin Korkuların Benim İnceliğimŞükrü Erbaş'ın İnsanın Acısını İnsan Alır Bütün Yazıları -1, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından 14. baskısı gerçekleştirilen kitabından, "Senin Korkularını Benim İnceliğimi" adlı 18, 2020Öykü Sabahattin Ali - ÇaydanlıkÇaydanlık’, cezaevindeyken hastalanıp hastaneye getirilen bir yaşlı insanın ölümü sonrası odasına gelen yakınlarının kendisinden çok merak ettiği çaydanlığı konu 12, 2020Roman Gorki - Ana - Ana Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Pavel Pelageya’ya Ana» diyor, siz» diye hitap ediyordu, ama bazen sevgi ve sevecenlik belirten sözcükler de kullanıyordu Bu akşam geç döneceğim, anne merak etmeyesin...» Pelageya bu sözler altında önemli ve ciddî bir şeyler gizli olduğunu seziyor ve bu, onun hoşuna gidiyordu. Ama kaygısı artıyor, geçip giden günler onu yatıştırmıyordu. Olağanüstü bir şeyin önsezisi kemiriyordu içini. Zaman oluyor, oğluna karşı hoşnutsuzluk duyuruyordu. İnsan erkek gibi yaşar,» diye düşünüyordu. Bu ise, keşişe benziyor... Fazla ağırbaşlı... Bu yaşta olmaz bu...» Sonra kendi kendine Acaba bir sevgilisi mi var?» diye düşünüyordu. İyi ama, kızlarla ilişki kurmak içi para gerek; oysa Pavel hemen tüm kazancını anasını bırakırdı. Böylece haftalar, aylar, yıllar geçti. İki .yıl. İki yıl sürdü bu sessiz, bu düşüncelerle ve gittikçe artan belirsiz korkularla dolu garip yaşantı." seslikitap1160November 11, 2019Roman Gorki - Ana - Ana Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler "Fıtıktan öldü. Tam beş gün yatağında debelenip durdu. Yüzü mosmor kesilmişti. Gözleri kapalıydı. Dişlerini gıcırdatıyordu. Arada sırada "Bana fare zehiri ver, zehir..." diyordu. Doktor lapa verdi, ama mutlaka ameliyat etmek gerektiğini, hastayı hemen hastaneye kaldırmalarını söyledi. Viasov dişleri arasından homurdandı "Canı cehenneme... yalnız başıma da ölebilirim ben! Leş!" Doktor gidince, karısı, iki gözü iki çeşme, ameliyata razı olması için zorladı onu. Viasov yumruğuyla kadına gözdağı vererek "Eğer iyileşirsem, çok çekersin elimden!.." dedi. Bir sabah, iş başı düdüğü çalarken öldü. Tabutun içinde ağzı açık yatıyordu. Fakat kaşları çatık, suratı öfkeliydi. Karısı, oğlu, köpeği, fabrikadan kapı dışarı edilmiş ayyaş hırsız Danilo Vesovşikov ile mahallenin birkaç fukarası, ölüyü gömdüler. Pavel’in gözünden bir damla yaş akmadı. Cenaze kortejine rastlayanlar duruyor, haç çıkarıyor ve yanındakilere şöyle diyordu "Pelageya onun ölmesine sevinmiştir herhalde..." Ve hemen sözlerini düzeltiyorlardı "Ölmesine değil, gebermesine!.." Tabut çukura indirildikten sonra herkes evine döndü. Ama köpek orada kaldı, taze atılmış toprağın üzerinde yattı, havlamaksızın uzun süre mezarı kokladı. Birkaç gün sonra öldürüldü. Kim öldürdü, bilinmez..."0720November 08, 2019Roman Gorki - Ana 1. BölümGorki - Ana Seslendiren Yusuf Can Gökkaya cancaseyler Kitabın ana karakteri olan "Pelageya" veya bir başka deyişle "Ana", kendisini sürekli döven işçi kocasının ölümünden sonra oğlu Pavel ile başbaşa kalır. Bir süre sonra oğlunu, o kasabadaki kavgacı, geçimsiz gençlikten farklı olarak olgun bir kişiliğe bürünürken bulur. Evleri kitaplarla dolmaya başlayınca Ana, oğlunun gizli yaşantısını merak eder. Pavel, anasını sosyalizm ile ve ezilen işçi, köylü sınıfının burjuvalarla olan çatışmasıyla tanıştırır. Başta ürkek davranan Ana, bir süre sonra oğlunun yaşantısıyla içli dışlı olmaya başlar. 1905 devrimi patlak verir. Ana, toplulukta etkin bir üye olur. Oğlu ve onun bazı arkadaşları defalarca hapislere düşer. Ana da kentteki başka bir sosyalist genç olan Nikolay'ın evine yerleşir. Mahkemeye çıkan Pavel ve arkadaşları için sürgün hükmü verildikten sonra, Moskova'ya gidip Pavel'in mahkemede yaptığı savunma konuşmasını dağıtmak için hareket eder. Burada fark edilir ve oğlunun yolundan gittiği için 06, 2019
çiçekte duran kelebek her gün buraya gelecek şarkısı