🎄 Filozofların Eğitim Ile Ilgili Görüşleri
Bumakalede Paul H. Hirst’ün genelde eğitim felsefesiyle özelde de din eğitimiyle ilgili görüşleri ele alınıp incelenmiştir. Hirst analitik eğitim felsefesi içerisinde yer alan bir düşünürdür. Analitik eğitim felsefesi, geleneksel eğitim felsefesinden sonra özellikle analitik felsefenin etkisinde gelişen bir akımdır.
Budersin amacı öğrencilerin felsefenin temel konuları ve sorun alanları; temel felsefi akımlar, eğitim felsefesi ve eğitim akımları; bazı felsefecilerin eğitim görüşleri; Türkiye’de modernleşme sürecinde etkili olan düşünce akımları ve eğitim sisteminin felsefi temelleri hakkında bilgi sahibi olmaları ve eğitimi insan doğası, bireysel farklılıklar ve bazı
FelsefeyeGöre Akılcılık ( Rasyonalizm ) Nedir? Filozofların Akılcılık Hakkında Görüşleri Nelerdir? Akılcılara ( rasyonalist ) göre bizim duyuma indirgenemeyecek birçok bilgimiz vardır.
2014 boyuttan oluşmaktadır. Yani eğitim felsefeleri ile ilgili ölçeklerde boyut sa-yısının çeşitlendiği anlaşılmaktadır. İlgili kuramsal alanyazın incelendiğinde ise daimicilik, esasicilik, ilerlemecilik ve yenidenkurmacılık olmak üzere dört tane genel kabul gören eğitim felsefesinin olduğu görülmektedir.
Marksizmbir tarih teorisidir, tarihi açıklama teorisidir. Sadece açıklamakla da ilgili değil değiştirmekle de ilgilidir. Marksizmin özelliği 20.yy temel filozofların özelliği gibi-Wittgenstein, Heidegger gibi-felsefe ve metafiziğe karşı olmalarıdır.
Atatürk’ün Eğitim ile İlgili Sözleri. 09 Mart 2020. Mustafa Kemal Atatürk, eğitimin bir bütünlük taşıdığını toplumların ve milletlerin kalkınmasının her alanda gerçekleştirilecek eğitimler sonunda yakalanacak bir değişim sürecine bağlı olduğunun bilincindeydi. Bundan dolayı nerede olursa olsun öğrenmekten
Birincibölümde eğitim, felsefe ve eğitim felsefesi kavramları açıklanmış; diğer bölümlerde ise idealizm, realizm, naturalizm, pragmatizm, varoluşçuluk, analitik felsefe, liberalizm, Marksizm akımları ve eğitim görüşleri ile ilericilik, daimicilik, temel esasçılık ve yeniden yapılanma gibi eğitim felsefeleri ele
Buüç sorunda filozofların görüşleri hiçbir suretle İslam ile örtüşmez. Filozoflara inanan kişi, peygamberlerin yalancı olduğuna inanmış olur. Zira onlara göre peygamberlerin söyledikleri şeyler, maslahat icabı halk kitlelerine sorunları anlatabilmek için gerçekle ilgisi olmayan temsillerden ibarettir.
Bir başka açıdan filozofların ahlak görüşlerinde siyaset ve kamusal ahlak meselesi genel kuramda içkindir. Kamusal alanda hukuk, yönetimin sahih İslami esaslara dayanmaması söz konusu olduğunda onların kamusal ahlaki görüşleri de tatbikat sahası ve imkanı bulamazdı, nitekim öyle de oldu.
filozoflarıngörüşleri, zamanın eğitim kurumlarını ve eğitim anlayışlarını etkisi altına almıştır. Filozoflar toplumun birçok sorunu içinde eğitim ile ilgili olarak da birtakım düşünceler öne sürmüşlerdir. Toplumların eğitim felsefelerine etki eden etmenlerden biri olan önemli
Budersin merkezi figürleri Locke, Hume and Berkeley gibi deneyci filozoflardır. Bilginin kaynağı, zihin, algı, aklın bilgideki rolü, nedensellik, ideler bu filozofların başlıca tartışma konusudur. Bu derste ilgili filozofların bilgi felsefesi ve metafizikle ilgili görüşleri temel metinleri üzerinden incelenir.
yazı, ana hatlarıyla Stoa felsefesi üzerine bir incelemedir. Yazıda Stoalı. filozofların varlığın hakikatine ve insanın faziletine ilişkin temel görüşleri. incelenmiştir
lktWUdE. ADANALI Son zamanlarda ülkemizde Yükseköğretim Kurulu Kanunu reformu hararetli bir şekilde tanışı1maktadır. Reformun gerekliliğini savunanlar, YÖK'ün üniversitelerinde bilimsel gelişmeler önünde bir engel teşkil ettiğini, siyasi hatta askeri müdahaleler için bir araç haline geldiğini savunmaktadır. Diğer yandan YÖK kanununda köklü bir reforına gerek duymayanlar, üniversitelerdeki bilimsel vasadığı hukuki değil sosyokültürel ve ekonomik etkenlere dayandırmaktadır. Kabul edilen bir şey var ki, o da yüksek eğitim sistemimizin halihazırdaki durumunun pek iç açıcı olmadığıdır. Süregelen bu tartışmadan bir an geri çekilip aynı soruna, Türk düşünce tarihinin önde gelen isimlerinden biri olan Ziya Gökalp'in eğitim hakkındaki görüşleri açısından bakmak, yaklaşık yüzyıla yakın bir süre içinde yüksek öğretimimizde hangi sorunların çözüme kavuştuğunu ve hangilerinin kalıcı olduğunu belirlemek açısından yararlı olacaktır. Bu yazıda ilk olarak Ziya Gökalp'in eğitim felsefesini ele alacağız, dalıa sonra onun yüksek eğitim hakkındaki görüşlerini inceleyeceğiz. Bu incelememizde birinci elden kaynaklara, Gökalp'in kendi yazılarına öncelik vereceğiz. Bir öğrenci, yazar ve eğitimci olarak Gökalp'in kişisel tecrübeleri göz önüne alındığında, onun eğitim hakkındaki görüşleri daha iyi anlaşılacağı için konuya geçmeden önce kısaca hayatından bahsetmek uygun olacaktır. 1- Hayatı Gökalp 1876 yılında Diyarbakır'da doğdu. İlkokuldan sonra, Askeri Rüşdiye1886 - 1870 ve Mülkiye İdadi 1891-1894 mekteplerine devam etti. Bu arada, amcası Hasip Efendi'den Arapça, Farsça ve İslam felsefesi tedris etti ve hocası Rum doktor Yorgi'den Yunan felsefesi ve doğa bilimleri öğrendi. O sıralarda Diyarbakır'da sürgünde olan Abdullah Cevdet ile tanıştı. Her ikisi sık sık bir araya gelip pek çok konuyu tartıştılar ve bu tartışmalar sayesinde Gökalp Avrupa'da dönemin moda entelektüel akımlanyla, özellikle de materyalist felsefe ve bazı sosyoloji ekolleriyle tanıştı. 1986 yılında İstanbul'a gitti ve Mülkiye Baytar Mektebine kaydoldu; fakat bu okuldaki resmi eğitimi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle bağlantılı siyasi faaliyetleri sebebiyle bir yıl içinde sona erdi ve akabinde bir yıl hapis cezası aldı. Cezasının bitiminde, memleketi Diyarbakır'a sürgüne gönderildi. 1909'da İstanbul'u ziyaret etti ve İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji ve sosyoloji alanında kendisine yapılan hocalık teklifini maaşın düşük olması sebebiyle geri çevirdi. Aynı yıl, İstanbul'dan Diyarbakır'a ilkokul müfettişi olarak atandı. 1909 yılında İttihat ve Terakki Cemiyetinin toplantısına Diyarbakır delegesi olarak katılmak üzere Selanik'e gitti ve orada Cemiyetin ortaokulunda felsefe ve sosyoloji öğretmeni olarak görev aldı. Balkan savaşlarının akabinde, 1912'de İstanbul'a yerleşti ve 1915'de İstanbul Üniversitesi'nde Darülfünun açılan sosyoloji kürsüsüne ilk sosyoloji hocası olarak atandı. Bu görevi 1919'da Askeri Mahkeme tarafından, Anadolu'daki Ermeni-karşıtlığına katılma suçlamasıyla Malta'ya sürgüne gönderilmesiyle sona erdi. Sürgün yıllarında, "tek-kişilik bir üniversite" gibi, aralarında eski bakanlar ve meclis üyeleri bulunan pek çok arkadaşına dersler verdi. 1921'de Diyarbakır'a geri dönüp ortaokulda ve Öğretmen Okulunda sosyoloji ve psikoloji dersleri vermeye başladı. Ölümünden bir müddet önce, Meclis Eğitim Komisyonu'nda görev aldı ve eğitim sistemi, müfredat ve ders kitaplan hakkında radikal reformlar teklif etti. 25 Ekim 1924'de İstanbul'da vefat etti. Eğitimle ilgili makaleleri başta Muallim 1916-1917 olmak üzere pek çok dergi, mecmua ve gazetede yayınlandı. Herhangi bir üniversiteden akademik bir derecesi olmamakla birlikte, eğitime olan ilgisi hayatı boyunca devam eden Gökalp sistematik bir eğitim teorisini dile getiren ilk Türk olarak kabul edilir. 2. Gökalp ve Eğilim Felsefesi Gökalp'in eğitim felsefesi onun kültür ve medeniyet arasında yaptığı ayırımı yansıtan iki önemli yön içermektedir Terbiye ve talim. Ona göre terbiye toplumun, üyeleri üzerinde gerçekleştirdiği bir sosyalleştirme sürecidir. Bu sosyalleştirme sayesinde birey toplumun diline, edebiyatına, ahlakına, estetiğine ve mantığına aşina hale gelir. Bu açıdan terbiyenin amacı "milli bireyler" yetiştirmektir. Diğer yandan talim bireyin kozmik çevresine intibakıdır. Bu intibak kişinin doğal bilimlere kendini aşina kılması sonucu gerçekleşir. Talim sayesinde birey, maddi güçleri kullanabilir hale gelir. Bu ayırıma ek olarak, Gökalp bilginin nesilden nesile aktarımında iki yaklaşımın olduğunu belirtir; bu yaklaşımlardan biri yaygın diğeri örgün eğitimdir. İlki doğal, kendiliğinden ve dinamiktir; diğeri ise, planlı, sistematik ve durağandır. Yaygın eğitim toplumda mevcut ve yaşayan bilgileri sunar Diğer yandan, örgün eğitim, daha önceki nesillerin birikmiş zihinsel ürünlerini aktanr; temelde kitaplarda yazılı olanlan öğretir. Okul ve toplum her iki bilgiyi sunma yöntemini içermekle birlikte, terbiye eğitimle ilgili, talim ise öğretimle ilgili yöne öncelik verir. Talim ve terbiye iki farklı hüküm alanına dayanmaktadır. Terbiye kaynağını toplumdan alan değer yargılanna dayanır ve değer yargılannın toplamına kültür denir. Değer yargılan görecelidir, milletten millete değişebilir. Terbiye ile karşılaştırıldığında talim, olgulara dayalı hükümlerden oluşur. Bu yargılar bireyler ve toplwnlar açısından değişmez. Gökalp terbiyenin milli veya kültürel, ta1imin ise uluslararası veya evrensel olması gerektiğine inanmaktadır. Gökalp'e göre Batı medeniyetinde son dönemde gerçekleşen önemli gelişmelerin temelinde iş bölümü yatar. Bu iş bölümünün neticesinde değişik bilim dalları ve uzmanlık alanlan ortaya çıkmış, bu sayede bilimlerde üst düzey bir ilerleme kaydedilmiştir. Batı medeniyetiyle kıyaslandığında, Doğu medeniyeti bu iş bölümünü aynı düzeyde gerçekleştirememiştir. Doğu ve Batı arasındaki en temel fark da bu noktadadır. Bu yüzden Gökalp, Osmanlı İmparatorluğu'nu Batı emperyalizmi karşısında savunmanın tek yolunun, bilim, sanayi ve teknolojide Batılılara erişmek ve onlarla tamamen eşit düzeye ulaşmak olduğuna inanmaktadır. Gökalp daha önce gerçekleştirilen eğitim reformlannın, mesela Tanzimat Islahatının, başansızlığını kültür ve medeniyet ve buna bağlı olarak talim ve terbiye arasındaki ayırımın farkına varılmamasına bağlar. Tanzimatçılar Doğunun ve Batının talim ve terbiyesini birbirine kanştırdılar. Neticede iki çeşit okul ortaya çıktı geleneksel dini eğitim veren medreseler ve Avrupa tarzı eğitim veren mektepler. Gökalp'e göre, bu ikili durumun tek istisnası Avrupa tarzı eğitimi takip eden askeri okullardır Harbiye ve Tıbbiye. Gökalp bu okullarda Avrupalı meslektaşlarının dengi olan mükemmel uzmanların yetiştiğini düşünmektedir. Gökalp askeri okulların milli veya kültürel olan terbiye ile uluslararası veya medeniyete dayalı talim arasındaki ayırımı desteklediğini düşünmektedir. Ayrıca ona göre bu ayırım, Batının bilim ve tekniğinin alınıp Türk eğitimine başarıyla uyarlanabileceğinin açık bir delilidir. Gökalp bu okulları eğitimde yapılacak reforma model olarak göstermektedir. O şöyle sormaktadırYeniçerinin savaş tekniği ile hekim başıların tıp tekniği bu okullara girmiş olsaydı, bugünkü şanlı kumandanlarımız ile şöhretli hekimlerimize sahip olabilecekmiydik? Bununla birlikte bu okullar eğitimde yapılması gereken reformun sadece bir kısmını teşkil eder gözükmektedir, çünkü bu okullar öncelikli olarak talime dayalıdır. Başarılarının sebebi Batıdan alınan bilgi ve tekniktir. O halde neden Gökalp bu okulları eğitimde reform için model olarak öne göstermektedir? Gökalp bu konuya değinmemekle birlikte, sanırım onun genel yaklaşımı dikkate alındığında, soru iki açıdan cevaplanabilir İlk olarak bu okullar kendi sahalarında askerlik ve tıp yetkin uzmanlar yetiştirmektedir. Bu alanlarda başarılıdır ve bu başanları örnek alınmalıdır. İkinci olarak, bu okullar sadece doktor ve askeri personeli eğitmekte, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve siyasi sorunlarıyla ilgilenen, çözümler arayan devlet adamları yetiştirmektedir. Bu okullar eğitimde yapılması gereken reformun sadece talimle ilgili yönünü temsil etseler bile, onların başarısı "milli bireyler" yetiştirmede de model olarak alınabilir. Askeri okullar ve tıp akademileri yaptıkları işte başarılı olsalar bile, bu başarı sadece bilim ve teknolojinin Batıdan alınabileceği ve Türk eğitim sistemine uyarlanabileceğinin bir göstergesidir. Bu sebeple Gökalp'in bu okulları eğitim reformu için bir model olarak göstermesi, eğer onun talim ve terbiye arasındaki ayırımı dikkate alınacaksa, eksik kalmaktadır. 3. Gökalp'in Bilgi Sosyolojisi Gökalp'in eğitim hakkındaki görüşleri açısından bizi ilgilendiren diğer bir konu doğal bilimlerin Türk eğitim sistemi içinde meşrulaştırılmasıdır. Müslümanların mantığı, felsefeyi, fizik bilimlerini ve matematiği Bizanslılardan aldıklarını belirten Gökalp, onların dil biliminde ve estetik alanlarda yine Bizanslıların metotlarını kullandıklarını ileri sürer. Benzer şekilde metafizik, ahlak ve politik bilimin kökleri Aristo'ya kadar uzanmaktadır. Orta Çağlar boyunca Doğuda ve Batıda skolastik düşünce hakimdi; fakat daha sonraları, Batı skolastik düşünceyi terk etti ve her alanda büyük atılımlar gerçekleştirdi, yeni bilim dalları oluşturdu. Gökalp takip edilmesi gereken yolu şöyle belirtmektedirAristo'nun istidlal mantığını bırakarak, Descartes ve Bacon'un istikra mantığını ve bu mantıktan doğan metodolojiyi almanın dinimize ve milli kültürümüze ne zararı olabilir? Eski astronomi yerine yeni astronomiyi, eski fiziğe karşı yeni fiziği, eski kimyaya karşı yeni kimyayı almakla ne kaybederiz? Zoolojiye, botaniğe jeolojiye dair eski kitaplanmızda ne kadar bilgi bulabilmek imkanı var? Doğuda bulunamayan biyolojiyi, psikolojiyi, sosyolojiyi Batıdan almağa mecbur değil miyiz? Evvelce eski ilimlerimizin hepsini Bizans'tan almıştık şimdi Rumların ilimlerini Avrupa ilimleriyle değiştirsek, din ve kültür bakımından ne kaybederiz? Tabi tüm bu sorular hitabet amaçlıdır ve Gökalp doğal bilimlerin Batıdan alınmasında İslam dini ve Türk kültürü açısından hiçbir mahzur görmemektedir. Gökalp'a göre doğal bilimler akıl üzerine kurulu olup, müspet, tecrübeye dayalı ve değer yargılarından bağımsızdır; dolayısıyla herhangi bir değişikliğe uğratılmadan alınmalıdır. Doğal bilimler hakkındaki bu görüşe iki açıdan itiraz edilebilir. İlk olarak, günümüzde gerek felsefeciler gerekse bilim adamları 19. yüzyılın katı pozitivist anlayışına ihtiyatla yaklaşmaktadırlar. 20. yüzyılda sadece doğal bilimler değil, matematik ve mantığın bile üzerine dayandığı temel aksiyomların rasyonel olup olmadığı sorgulanır hale geldi. Pozitivizme yöneltilen bu eleştiriler, çoğu bilim adamını teorilerine karşı göreceli veya pragmatik bir tutum takınmaya sevk etti. Mutlak bilgi felsefecilerin nihai hedefi olmaktan çıktı ve 'kesinliğın' yerini 'yüksek düzeyde muhtemel bilgi' aldı. Gökalp'in bilgi anlayışı bu gözden geçirilmiş epistemoloji ve ona yol açan gelişmeler karşısında güncel değerini yitirmiş görünmektedir. Ayrıca doğal bilimlerin kültürel arka plandan ne kadar bağımsız kalabileceği de sorgulanabilir. Bilimsel buluşlar değer yargılanna hiçbir atıfta bulunmadan sunulabilse de, bu doğal bilimlerin onları ortaya çıkaran sosyal, kültürel ve psikolojik etkenlerden tamamen bağımsız hale getirilebileceği anlamına gelmez. Bu sebeple, temelde bilim ve kültür veya değerler bir iç içelik arz eder.
→ İDEALİZM İdealist Görüş Þ İdealist görüş, gerçekliği ruhsal sayan bir felsefe öğretisidir. Sezgisel düşüncenin de bilimsel tutum kadar önemli olduğunu savunur. Bu görüşe göre değerler mutlaktır ve değişmezler. Gerçek bilgi aklın ürünü olan bilgidir. İyi, doğru ve güzelin evrensel olduğunu savunan bu görüşe göre, öğrencilere; yaşayan değerler ve bu değerlerle nasıl yaşayacağı öğretilmelidir. İdealizme göre OKUL; KÜLTÜREL MİRASI OLUŞTURAN DEĞERLERİ ÖĞRETMELİDİR. → REALİZM Gerçeklilik Þ Bu görüşe göre var olan her şey gerçektir. Dış dünyanın insan algılarından bağımsız olduğu görüşünden hareket eden gerçeklikte maddenin varlığına olan inanç temeldir. Bilginin, duygu ve arzulardan öte akla bağımlı olması düşüncesi, çağdaş bilimin temeli olan nesnellik düşüncesini doğurmuştur. → PRAGMATİZM Yararcılık Þ Faydacılık 19. yüzyılda Amerika’da ortaya çıkmıştır. Bu görüşte önyargıların yeri yoktur ve bir düşüncenin, bir inancın ve bir davranışın sonuçlarını değerlendirerek gerçeğe varılır. Sonuçlara bakılır, bir şeyin yararı zararından daha çok ise o şey iyidir, doğrudur. Faydacılığa göre eğitimde çıkış noktası konu değil çocuktur. Çocuğun tüm yaşamı bir bütün olduğundan eğitim; YAŞAMA HAZIRLIKTAN ÖTE YAŞAMIN KENDİSİDİR… Bu görüşü benimseyen eğitim anlayışında bireysel özellikler ve çocuğun etkin katılımı önemlidir. → EXİSTANSİYALİZM Varoluşçuluk Þ Varoluşçu görüşe göre eğitimin amacı özgürlüklerin artmasıdır. Her bir öğrencinin, kendi değerler sisteminin özgürce ve yetişkinlerin zorlaması olmaksızın geliştirilmesine izin verilmeli ve yardımcı olunmalıdır. Post Views
Skolastik düşünce nedir? Bunu anlamak için Fuat Sezgin’den kısa bir açıklamayla başlayarak konuyu derinleştirmeye çalışacağım. Skolastik düşüncenin kökenleri ve uygulamaları hakkında ayrıntıya girmeden önce skolastik felsefenin kilise ile doğrudan ilişkili bir felsefe olduğunu bilmek gerekir. Gerçekte skolastkik tabiri bir zamanlar Avrupa eğitim kurumlarında bilginin deney ve gözlem yoluyla değil, büyük otorite kabul edilen kimselerin eserlerine müracaat ederek elde edileceği inancının hakim olmasından dolayı ortaya çıkmıştı. Mesela, bu otoritelerden biri Aristo idi ki, onun eserlerinde bir meselenin cevabı bulunmazsa o mesele de yok farz ediliyordu. Skolastik Dönemi anlatan bir konuşmadan bahseder Aydın Sayılı Bilim Tarihi kitabında. Scheiner güneş lekelerini Galile’den önce bulduğu halde keşif şerefinin Galile’ye verilmiş olmasından şikayet edip dururken kendisini teselliye çalışan birinden aldığı cevap şu olmuştur “Oğlum, boşuna üzülüyorsun. Ben Aristo’nun eserlerini mütaaddit defalar hatmettim; böyle lekelerden hiç bahsetmiyor. Teleskopundaki mercekleri değiştir. Çünkü kusur onlardadır. Ulvî âlem Aristo üstadımızın söylediği gibi kusursuz ve lekesizdir.” Skolastik Düşüncenin Gelişimi Skolastiklik düşünce dar anlamıyle XII. yüzyıl öncelerinde başlar. Felsefi okul olarak belirli özelliklere sahiptir. Bu özellikler şunlardır 1 – Skolastik düşüncede sınırlar vardır. Skolastiklerin görüşleri eğer bir konsül yönünden lânetlenmişse onlar caymaya hazırdır. Böyle bir durum bütünüyle korkaklığa yorulamaz. Bir yargıcın yargıtay kararına boyun eğmesine benzer. 2 – Ayrıca, Ortodoksluk sınırları içinde XII. ve XIII. yüzyıllarda gittikçe daha iyi tanınmağa başlayan Aristoteles, üstün bir otorite olarak kabul edilmiştir. Platon artık ilk sırayı kapsamaktadır 3 – Aytışıma ve tasımlama yoluyle usa vurmaya iyice inanılmıştır. Skolastiklerin genel mizacı mistik olmaktan çok, işi ince eleyip sık dokumak ve tartışmaya girmektir. 4 -Tümeller sorunu, Aristoteles’le Platon’un bu konuda uyuşmadığının ortaya çıkartılmasıyle ön plana geçirilmiştir. Bununla birlikte tümellerin o çağlarda yaşayan filozofların ana sorunu olduğunu varsaymak yanlıştır. XII. yüzyıl, başka sorunlarda olduğu gibi skolastikte de XIII. yüzyılı hazırlar. Büyük adlar XIII. yüzyıla ilişkindir. Bununla birlikte ilk skolastikler öncü olmaları bakımından ilgi çekicidir. Skolastikliğe geçişte zekâya karşı yeni bir güven görülür. Aristoteles’e karşı duyulan saygıya karşın, dogmanın düşünceyi çok tehlikeli saymadığı yerde, us’un özgür ve güçlü bir kullanımıyle karşılaşmaktayız. Skolastik düşüncenin eksiklikleri Skolastik yöntemin eksikleri, diyalektik» üzerinde durulmasından kaçınılmaz olarak doğmuş olanlardır. Bu eksikler şunlardır 1 — Olgulara ve bilime aldırmazlık. 2 — Sadece gözlemin sonuç vereceği yerlerde usavurmaya inanç. 3 — Sözel ayrımlar ve incelikler üzerinde yersiz ölçüde duruş. Bu eksiklerden Platon konusunda söz etmiştik. Fakat, onlar skolastikte, çok daha yoğun olarak çıkar karşımıza. ROSCELINUS Esaslı bir skolastik olduğu ileri sürülebilecek ilk filozof Roscelinus’tur. Skolastik Düşünürlerden Bazı Alıntılar Skolastik düşünce hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için skolastiklerin bazı düşüncelerine göz atmakta fayda var. Kutsal kitaplar yanılmazdır. “Kutsal kitaplar dışında hiç bir şey yanılmaz değildir.” demiştir. Abaelardus “Dahası, havariler ve kilise babaları bile yanılabilir.” Onun mantığı değerlendirmesi, modern görüş açısından aşırıdır. Abaelardus, mantığı her şenden önce Hıristiyan bilimi saymış ve “lojik” sözcüğünü kökçe logos»a yaklaştırmıştır. Bir görüşün itizaci sayıldığını öğrenen skolastik ondan vazgeçerdi. Bernardus’a göre Platon’un Hıristiyan olduğunu belgilemeğe çalışması Abaelardus’u kâfir saymaya yeterdi. Hem o, Tanrı’nın bütünüyle insan aklı tarafından kavrandığını savunmakla Hıristiyan imanının ortamını meziyetini zedelemişti. Gerçekte Abaelardus, bu son görüşü hiç de savunmamış ve Sanctus Anselmus gibi üçlemenin teslisin vahye gerek kalmadan akılla izah edilebileceğini düşünmesine rağmen imana çok büyük bir yer bırakmıştı. Onun bir kez, Ruhulkudüs’ü, Platoncu dünya ruhuyla özdeş tuttuğu doğrudur. Fakat Abaelardus, bu görüşün itizalci olduğunu öğrenir öğrenmez onu bir yana bırakmıştı. Yenilik yoktur, eski konular sürekli tartışılır. Mantığın, bilime iyi bir giriş, fakat kendi içinde cansız ve kısır olduğunu düşünmüş. “Aristoteles -demiş-, mantıkta bile aşılabilir. Eski yazarlara karşı duyulan saygı, usun eleştiri duygusunu kösteklememeli.” Platon onun için hala filozofların şahıdır. John, zamanının bilginlerinden çoğunu şahsen tanır. Ve skolastik tartışmalara dostça katılır. Hatta bir okulu 30 yıl arayla ikinci defa ziyaret ettiğinde okul mensuplarının hala 30 yıl önceki sorunları tartıştığını görerek gülümser. Din bilimleri dışında bilim öğrenmenin gereksiz görüldüğü olmuştur. Dominicus, tarikat canlarının kardeşlerinin din-dışı bilimleri ya da zamanın din sistemleri dışında hiç bir özgür bilimi öğrenmemesini buyurmuştu. Bu kural 1259 yılında iptal edildi. Aquino’lu Thomas Aquino’lu Thomas doğumu 1225, ölümü 1274, skolastik filozofların en büyüklerinden sayılır. Felsefe öğreten bütün Katolik kurumlarında o, doğru konuşan tek kişi olarak gösterilirdi. Aquino’lu Thomas çok bakımdan Aristoteles’i öyle yakından izler ki Stageria’lı filozof Katolikler arasında hemen hemen kilise babalarının otoritesine sahip duruma gelmiş; Aristoteles’i salt felsefe alanında eleştirmek küfür sayılır olmuştur. Platon hakkında da, Aristoteles hakkında da birinci elden bilgi sağlanmasını ise yine Rönesans ile olacaktır. Skolastikler Yunanlı filozofların kitaplarına Arapların çevirilerinden ulaşmışlardır. Yazıda kaynak olarak Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi Orta Çağ kitabı kullanılmıştır.
filozofların eğitim ile ilgili görüşleri